Lâle Devri nasıl bittiyse aile devri de öyle biter mi? (II)
Tuğba SİVRİ
Artı Gerçek - Ataerkil sistem göz ardı edilip erkeklik sorunu bireysel bir bozukluğa indirgendiğinde, çözümü de psikolojik alanda aranmaya başlanıyor. Şiddete uygulayan erkeklerin, çocukluklarında yaşadıkları belli travmalar nedeniyle böyle oldukları düşünüldüğünde, hele ki mesele "anne sevgisizliği" gibi yine kadınların sorumluluğuna bağlandığında aşk, bir tedavi yöntemi olarak reçete ediliyor.
Bu anlatıyı Grinin Elli Tonu'ndan çeşitli Kore dizilerine, pek çok küresel popüler romansta takip etmek mümkün. Aile'deyse durum biraz daha karışık; çünkü Devin, bir psikolog. Ancak ne kendi öfke problemini çözebilmiş ne de mesleğine inanan biri. Tamamen etik dışı şekilde eşinin kardeşine terapi vermeye başlaması, dahası kendinde bu tarafsızlığı sağlayabilecek bir güç görmesi aslında Türkiye'de meslek yasasından mahrum bu sektörün nasıl işlediğine dair iyi bir örnek sayılabilir.
Zira her gün sosyal medyada birbirinden etik dışı paylaşımlar yapan "psikologlar" görmüyor değiliz. Psikoloji, toplumsal sorunların çözümünde tek yol olarak görülürken etik sorumluluğu olan ve toplumsal bakan psikologlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu da yeniden görüyoruz.
Devin, psikolog olma nedenini "insanları ailelerinden korumak" olarak açıklıyor ve ailenin zarar verme potansiyelinin ne denli yüksek olduğunu ifşa ediyor. Bu anlamda dizinin aileye eleştirel bakan bir tarafı da var. Ancak dediğim gibi, çözüm sistematik bir değişimde, aile kurumuna alternatif birlikteliklerde değil; aile içinde bir iktidar savaşında görüldüğü için aslında kurtulan kimse yok.
Devin de kendini yeni bir mücadelenin içinde buluyor.
Devin, kendi iktidar istenciyle savaşan, "aile"ye girmemek için dirense de otoriter anneye karşı bir iktidar savaşının cazibesinden de kurtulamayan bir karakter. Bu anlamda kadınlar arası ilişkileri rekabetçi bir düzlemde ele alan bu yaklaşımın aile kavramına karşı eleştirel bir tutum olamayacağını belirtmek gerek.
KADINLAR KOCALARININ SOYADINI ALMAZSA...
Soykan ailesinin başına, eşi intihar ettikten sonra kayınvalidesinin gerçeklik algısı bozulunca anne Hülya Soykan geçiyor. Evet, ailenin başında biri olmalı, böyle işliyor dinamik. Soyadı çok önemli, dizi boyunca her sahnede en az bir kere Soykan adı geçiyor, Soykan olmaktan ve Soykan olmanın ağırlığından bahsediliyor. Özellikle böyle üst sınıf ailelerde büyük aile yapısının korunması, aynı zamanda sermayenin korunması demek olduğu için soyadına yapılan vurgu çok yerinde. Burada muhafazakarlığın aslında bir üst sınıf ideolojisi olduğunu da tekrar anlamış oluyoruz.
Hülya Soykan da bu soyadının verdiği iktidara yaslanan, oğulları üzerinde kurduğu duygusal iktidar sayesinde gücünü koruyan bir "lider". Aslında kadınların iktidarda olmasının, ataerkil sistemin devam etmesine engel olmadığının güzel bir örneği Hülya Soykan. Zira soyadının nereden geldiği belli. Nitekim Devin, "Ben Devin Akın olarak hayatıma devam edeceğim," diyerek evlendikten sonra Soykan adını almayacağını duyurduğunda bu kabul edilemez bir şey olarak görülüyor.
Devin'in annesi de Soykan soyadının verdiği gücü kabul etmek istemeyen kızını "aptal" olarak görüyor. Oysa Devin, "diğer kadınlardan" farklı oluşuyla evlenilmeyi ve Soykan soyadını almayı hak eden, Aslan'ın birlikte olduğu diğer kadınlar gibi "değersiz" olmayan bir kadın. Pilava ketçap sıkan, düğünlerde Ankara havasıyla oynayan, lüks restoranlarda yemek yerine sokak pilavcısını tercih eden, kelle paçaya sarımsak katan, delikanlı bir kadın Devin.
Evet, "evlenilecek kadın" klişesi tüm gücüyle devam ediyor. Kadınların "diğer kadınlardan" farklı olması, birbirilerine rekabetle bakması, teşvik ediliyor.
Tam da bu hafta, Anayasa Mahkemesi kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarıyla devam edebileceklerine dair düzenlemeyi yürürlüğe geçirmişken bu tartışma çok yerinde oldu diye düşünüyorum.
"Aile" birliğinin, erkeğin soyadını almakta yattığını düşünen ataerkil zihniyetin, aslında sadece kadınların değil, aileye mensup kimsenin bireyselleşmesine müsaade etmeyeceğini; soyadının verdiği güç ya da güçsüzlüğe bağlı olarak aile bireylerinin o isim altında silinip gittiğini görmek gerek.
Soykanlarda da durum böyle. Soykan, kelime anlamıyla da asaletin kandan gelen aristokratik özelliğine vurgu yapan bir soyadı. Dolayısıyla Devin bu soyadını almayı reddettiğinde ve burum medyaya yansıdığında, sosyal medyada şöyle yorumlar yapılmaya başlanıyor: "Yusuf Soykan adam mıydı ki oğlu adam olsun?". Bu yorum, erkeğin eşine kendi soyadını vermesinin bir iktidar meselesi olduğunun itirafı aslında. "Adam gibi adam", eşinin kendi soyadıyla hayatına devam etmesine izin vermez.
Kadınların aile "reisliği" meselesine geri dönelim. Hülya Soykan, kayınvalidesi tarafından çeşitli şekillerde şiddete uğramış bir kadın. Ancak kendisi kayınvalide olmanın sağladığı iktidara erişince aynı sistemi sürdürmeyi ve gücü elinde tutmayı tercih ediyor. Nitekim kayınvalidesine söylediği bu sözler de bu duruma karşı tavrını imliyor: "Canımı çok yaktın ama ben karılığı da analığı da iyi ki senden öğrenmişim." Devin'se itaatkar gelin olmayı kabul etmiyor ve diğer kardeşler (Leyla ve Cihan) tarafından, annelerine karşı savaşması yönünde motive ediliyor. Kardeşler, kendi annelerine karşı veremedikleri bireyselleşme mücadelesini Devin'in vermesini ve annelerinin yenilmesini istiyor.
Leyla, üstü kapalı şekilde de olsa lezbiyen olduğunu anladığımız, annesine "Ben anormal miyim anne?" derken aslında cinsel yönelimini kastettiğini ve ölen eski sevgilisinin kadın olduğunu tahmin edebildiğimiz bir karakter. Bu anlamıyla oldukça cesur bir hamle olduğunu söyleyebilirim. Ancak o da ailenin gücüne yenilmiş, zorla bir erkekle evlendirilmiş, şimdi kendini yalnızca anne olarak tanımladığını fark ederek üzülen, hasta bir kadın. Onun vereceği mücadeleyi özellikle takip etmek gerek diye düşünüyorum.
LOVEBOMBİNG, GASLİGHTİNG, GHOSTİNG VE EN NİHAYETİNDE...
Devin ve Aslan aşkından bahsetmek gerek. Belki en çok bundan bahsetmek gerekti ama söz konusu aile olunca aşk, hep arka planda kalıyor galiba. Aşk, erkeği iyileştirmek için bir araç dedik; bir mücadele alanı dedik. Ancak her şeyden önce, Wattpad romanlarında da sık sık gözlemlediğim üzere, aşk ve kavga artık birbirinden ayrılmaz iki parça olarak görülüyor.
Devin ve Aslan'ın sürekli birbirlerine bağırdıkları, çok hızlı gelişen ve tutkunun şiddetle ifade edildiği bir ilişkileri var. Bu durumun, ekranda cinselliğin gösterilemiyor olması nedeniyle senaristlerin tutkuyu vermek için buldukları bir çözüm mü, yoksa gerçek aşkın kavgasız, gürültüsüz, şiddetsiz olamayacağına dair inancın yaygınlaşması sonucu oluşan bir aşk algısı mı olduğundan emin değilim. Ancak Devin'in de Aslan'ın da ciddi birer öfke sorunu var ve birbirlerine aşklarını ifade ediş şekilleri de bu sağlıksız iletişimin bir uzantısı olarak karşımıza çıkıyor.
Aslan, mafyatik ailesinin kirli işlerini temize çekmeye çalışan, dürüst ve iyi bir karakter olarak çizilse de aslında dizinin en başında, "Aslan: İnsan suretli canavar, manipülatör, narsisist" açıklamasını okuyoruz. Aslan, empati kurulmak üzere kurgulanmış bir karakter, izleyiciye hiç de "insan suretli canavar" olarak sunulmuyor aslında. Ekranda şiddet gösteren erkek görmeye alışkın seyirci için fazlasıyla müşfik bile sayılabilir. Ancak Devin'le ilişkisine yakından bakınca aslında sistematik şiddetin nasıl yerleştiğini görebiliyoruz.
Aniden ve yoğun bir aşkla başlıyor ilişki (lovebombing), nitekim daha önceki sevgilileriyle de böyle olduğunu; ancak hiçbiriyle evliliğe giden bir ilişkisinin olmadığını öğreniyoruz. İlişki boyunca ailesinin, en çok da annesinin iktidar hırsı karşısında Devin'i çeşitli şekillerde susturan ya da suçlu hissetmesini sağlayan (gaslighting) Aslan, Devin üzerinde kontrol kuramadığı noktada uzun süre sessiz kalarak Devin'i terbiye ediyor (ghosting) ve bu yoğun aşkın sonrasında boşluğa düşen Devin, bir narsisistle birlikte olduğunun farkında olan bir psikolog olmasına rağmen bu manipülasyona boyun eğerek ona geri dönüyor.
İzleyiciler bunu benim okuduğum gibi okumamış olabilir; çünkü ortada gerçekten çok tutkulu bir aşk var. Ancak bu aşkın şiddetle örülü tarafını ifşa etmek de feminist analizin bir parçası.
LÂLE DEVRİ NASIL BİTTİYSE...
Kadına yönelik şiddet, erkeklerin psikopatlığı, merhametsizliği ya da kötü kalpliliğinin bir sonucu olarak algılandığında çözümün de yanlış yerde aranacağına kuşku yok.
Ataerkil sistem bütüncül olarak görülmediğinde; Soykan ailesinin sadece mafyatik bir aile olduğu için değil, bu işlerden çekilseler bile çözülmesi mümkün olmayan bir ataerkil yapıda olması nedeniyle sorunlu olduğunu fark edemediğimizde, çözümü erkeklerin terapi görmesinde arayabiliriz.
Sevgisiz ve manipülatif anneleriyle olan travmatik ilişkileri nedeniyle şiddete meyilli olduklarını düşündüğümüz erkeklerin aslında bir iktidar savaşı içinde olduğunu ve bu savaşta kadınların da taraf olmaya zorlandığını fark etmek, kadına yönelik şiddetin, sorunun sadece bir parçası olduğunu kavramamıza yardımcı olacaktır.
Dizide Devin'in kardeşi Yağmur, geçmişte eskortluk yapmış ve bir eskort arkadaşının zengin ailelerden birinin oğlu tarafından öldürülmesine tanıklık etmiş. Burada Devin'in ve Aslan'ın Yağmur'a karşı yargılamayan tavrı, Türk televizyonlarında hiçbir kadının şiddete uğramayı hak etmediğini, şiddete en layık görülen seks işçisi bir karakter üzerinden anlatması açısından çok önemli.
Ancak yargıya intikal eden ve neticede zengin erkeğin serbest kalmasıyla sonuçlanan olayda mafyatik şiddetin tek çözüm yolu olarak sunulması, dahası Devin'in "öldürmenin meşruluğunu" kabul etmesi, tam da sistematik şiddetin analiz edilememesiyle alakalı. Bazı "psikopat ve kötü erkeklerin" kadınlara şiddet uyguladığı ve bu erkeklerin diğer erkekler tarafından cezalandırılmasından başka çözüm yolunun olmadığı bir kurgusal dünya, bize feminist kurtuluş vaat etmiyor.
Kadınların, Devin gibi sağa sola bağırıp çağırırken aslında yine erkeğin gücüyle ayakta kalması, Soykan adını kullanarak kurtulması, tamamen yozlaşmış bu sistemde tek çözümün mafyalaşmak olduğunu ima eden bir söylem.
Oysa kadın mücadelesi, "iyi mafyanın" insafına bırakılamayacak kadar güçlü ve önemli. Lâle devri nasıl bittiyse, kadınları çiğneyip tüküren ve kendine benzemekten başka çıkış göstermeyen "aile" devri de öyle bitecek.