Murat Üstübal’la Düş Görgüsü’ne dair

Murat Üstübal’la Düş Görgüsü’ne dair
Bülent Keçeli’nin şiirleri Düş Görgüsü başlığı ile 160. Kilometre’den yayımlandı. Kitabın editörü Murat Üstübal: "Birbirini gerek tamamlayan gerek bozan seçimler Keçeli imgeleminin doğası hakkında ipuçları veriyor bize."

Alptuğ TOPAKTAŞ


Artı Gerçek - Bülent Keçeli'nin bütün şiirlerinin toplandığı Düş Görgüsü kitabı, 160. Kilometre tarafından okura sunuldu. Kitabın editörü Murat Üstübal ile konuştuk.

Sevgili Murat ağabey, Bülent Keçeli’nin bütün şiirlerini topladığın Düş Görgüsü kitabı, 160. Kilometre etiketiyle okura sunuldu. 2000 sonrası Türk şiirinin en önemli verimlerinden biri de böylelikle derli toplu bir şekilde edebiyat tarihine kazandırıldı. İlk olarak bu kitabın macerasını dinleyelim mi?

Bülent Keçeli’nin 20 Mart 2020’deki vefatı hepimizi derinden yaralamıştı. Bülent iki bin şiirinin en iyi şairlerinden biriydi, belki de en iyisi. Ölümünün ardından geniş çaplı bir anma programı yapıldı sosyal medya üzerinden. Bu programın ana fikri Petek Sinem Dulun’dan gelmiş, yüzün üzerinde şair Keçeli şiirleri okuyarak onu anmıştı. Bu programın ardından içinde dergi çıkarma girişimlerinin de olduğu bazı projelere katıldım. Ama aklımda hep Keçeli şiirlerini bir kitapta toplamak vardı. Ayrıca Bülent ölümünden bir süre önce başına bir şey gelirse şiirlerini bana emanet ettiğini söylemişti, bunun sorumluluğunu da hissediyordum. Keçeli’nin ölümünden bir yıl sonra Ankara’ya taşındık. Bir yandan Buzdokuz dergisindeki işimi görüyor bir yandan da Keçeli’nin şiirlerini toplamaya, toparlamaya çalışıyordum. Uzun bir çabanın ardından kitap ve dergilerde yayımlanan şiirlerini bir araya getirmeyi başardığımda arşivimde Keçeli’nin kendisinde bile olmayan biri kayıp diğeri de eksik olmak üzere yayımlanmamış iki dosyasının daha olduğunu fark ettim. Heyecanla bu iki dosyayı da bu bütüne ekledim, artık tüm şiirler kitabının yayımlanması farz olmuştu. Birkaç başarısız yayınevi girişiminden sonra Ömer Şişman’ın davetiyle ve elbette ailesinin de izniyle kitap dosyasını 160. Kilometre’ye verdim. Yaklaşık bir yıl sonra yayınlandı sanırım. Ömer Şişman ve ekibinin titiz ve sabırlı çalışmasıyla dosyanın yerini bulduğunu söyleyebilirim. Ömer Şişman ve arkadaşlarına teşekkür ederim. Düş Görgüsü diğer vefat eden şairlerin tüm şiirleriyle birlikte güzel bir bütünlük oluşturdu.

Hatırlar mısın bilmiyorum, Bülent ağabey vefat etmeden önce Ümit Erdem, sen ve ben onu ziyarete gitmiştik. O gün saatlerce yerimizden kalkamadan şiirden, edebiyattan, futboldan konuşmuştuk. Sizin arkadaşlığınız daha uzun yıllara dayanıyor, belki binlerce kez benzer konuşmalar yaptınız, ki 2 dönemlik Ücra tecrübesinin de en önemli dayanağı belki de arkadaşlığınızdı. Seni tanıştığınız yıllara götürecek olursam, o yılların Konya’sına, edebiyat çevresine, merkez/taşra anlayışına ve Bülent Keçeli’nin bu ortamda durduğu yere dair neler söylersin?

Doksanlı yılların sonunda Konya’ya geldiğimde tipik bir taşra şiir çevresiyle karşılaştım. Kimi zaman merkeze öykünen kimi zaman da kendi suyunda yüzeyde kalmaya çalışırken boğulan bir izler çevre. İzler çevre dediysem şair ve şiirseverlerden oluşan bir çevre. İşte Keçeli birkaç başarısız dergi girişiminden dertli, yeni bir şeyler arayan bir şair olarak öne çıkıyordu. Bülent, yazdığı şiiri ciddiye alan ve şiir üzerine kendine özgü düşünceleri olan bir şairdi. Karşılaşmamızla birlikte şiir üzerine olan o sonu gelmeyen konuşmalar başladı; İkinci Yeni tartışmaları, yeni şiir, geleceğin şiiri, yeni imkanlar, yeni şiirin özgün şairleri vs. hepsi masaya yatırıldı. Daha sonra çıkardığımız Yomsanat ve Ücra dergilerinde düşüncelerimizi pratiğe yansıtma şansımız doğdu. Tüm bunlar olup biterken merkez çevreler ve kentin yerel unsurları sessizce ve dirençle bizi takip ediyorlardı. Ne kadar ciddiye aldıkları tartışılır tabii ki. Özellikle Ücra’nın ilk döneminde yazdığımız şiirler, yaptığımız konuşmalar ve şiire dair yazılarımız yeterince anlaşılmasa da takip ediliyordu. Geri dönüşler ve mektuplar alıyorduk İlhan Berk, Özdemir İnce ve Celal Soycan gibi şairlerden. Ayrıca derginin ince bir eleği vardı şiir konusunda. O nedenle birçok genç şair için vitrinden çok bir atölye oldu dergi. Tabii ki kolay mücadeleler verilmedi. Kuramsal yazılardaki iddialar o döneme kadar dile getirilmemiş bazı fikirlerden oluşuyordu. Bugünden o günlere baktığımızda minör bir edebiyat yaptığımızı ve avangard şiirin peşinde olduğumuzu söyleyebilirim. Biz bu aşkın tanımlamaların arkasına sığınmadan yazmaya çalıştık. Keza deneysel şiir ibaresi de o tarz bir genelleme olduğu için uzak durmayı tercih ettik bu çeşit etiketlerden. Fakat şiir kamuoyunun genel yaklaşımı etiketleyip huzura kavuşmak olunca genellemelerden de tam olarak kaçamadık. Halbuki işin özü ve araçlar arasında bir arayıştı aslolan. Sürekli bir geliş-gidiş. Temsile teslim olmayan, statüko karşıtı bir şiir. Dönemin merkez ve taşra teşkilatları bunları kavrayamadı, merkez ve taşra yapılanmalarına karşıt bir “Ücra” anlayışı geliştirdiğimizi çözemediler.

Bülent ağabeyin hayatı, kırılmaların toplamı gibi aslında biraz. Futbolcu olacakken üniversiteye gitmek, mezun olduğu bölümle ilgili hiç çalışmamak, uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra gelen memuriyet ve şehir değişikliği gibi şeyler, ve elbette uzun yıllar süren hastalık seyri. Hayatına en yakından şahit olan arkadaşı olarak, tüm bu yaşam dizgesi içerisinde, Bülent Keçeli’nin yaşama tutunmasına dair neler söylersin?

Bülent’in hayatında birçok kırılma var, film gibi derler ya biraz da öyle. Tüm bu travmatik kırılma anlarında değişmeyen tek şey şiire olan tutkusuydu. Tüm travmalarında şiire tutundu, şiirle atlatıldı birçoğu. Ama en nihayetinde Ücra dergisi sürecinde yazdığımız şiir de kitaptaki önyazıda belirttiğim gibi bir travmaya yol açtı. Son derece dirayetli bir insan olan Keçeli yaşamındaki kırılmalar kadar dildeki kırılmaları da yüklenmek durumunda kaldı. Bunu dil ve yaşam arasındaki kırılma bağıntılarına da dikkat çekecek şekilde yaptı diyebiliriz.

Düş Görgüsü’ne baktığımızda bizleri 3 sürpriz dosya karşılıyor. Bir tanesi yazmaşiiri adlı dosya. Keçeli, bu dosyayı 2009 yılında Konya’da bir matbaada kendisi bastırmıştı. Diğer ikisi, senin arşivinden çıkan -kitabın da adını taşıyan- Düş Görgüsü ve Kaza. Bülent Keçeli’nin şiir seyrine baktığımızda her dosyasında farklı bir şey yapmaya çalışan, günceli aramak ve yansıtmaktan çok yaratan, onun deyimiyle tekamülü ön planda tutan bir tavır görüyoruz. Bu tavır, elbette şiirin şiir fikriyle birlikte yorumlanmasıyla ortaya çıkan bir toplam. Bu toplama baktığında, Bülent Keçeli’den şiire ve poetik tavra kalan ne var senin cephende?

Keçeli’nin güncelin tekamülü fikri günceli olduğu gibi değil dönüştürerek ve şiir içi tekamüle uğratarak şiir dizmek üzerine kuruluydu. Güncelin tekamülü ve dönüştürülmesi akla estetize etmeyi getirebilir. Hayır, estetize etmek daha çok belli anlayışlara, var olan kalıp ve kurallara hizmet eder. Oysa ondaki dönüştürme zamanın ruhunu, yaşamsal öz ile şiirsel öz arasında bağ kurmayı, özgün bir dil arayışını ve en sonunda şairin kendi ontolojisiyle imgelemi arasındaki bağı içeriyordu. Zamanın ruhu ile otantizm meselesi bile onun şiir anlayışını şiirde estetize etme fikrinden ayrı tutmaya kafidir. Ayrıca statükoya karşı akış halinde olmayı dert edinen bir şairde güncelin şiirde tekamülünün de statik bir yapıda olmayacağı kolayca çıkarsanabilir.

Keçeli kitapları, biriken şiirlerin toplamından çok tematik ve yapısal değişikliklerle birbirini gerek tamamlayan gerek bozan seçimlere sahip. Gen Tecrübeleri’nde dille, dizgeyle ve sözcükle yapıbozum dolayımında özellikle de sözcük seçimiyle görünür hâle gelen bir hesaplaşma mevcut. Deleuze’ün valiz-sözcük dediği örnekleri bu dosyada sıkça görüyoruz. “yüzü bulunamayanın şeyhine tuz ağı”, “bir kalem edindim k’eskisi gibi elim güzel” gibi birçok kullanım mevcut. Bu dosyadan hemen sonra gelen yazmaşiiri’nde ise daha çok tasavvuf ve mistisizm üzerinden ontolojik sorgulamaya ve şiir tarihiyle poetik temasa geçmiş bir şiir görüyoruz. Bu seçimler odağında bakacak olursan, Keçeli şiirinin merkezsizliğine ve merkezkaç olana yakınlığına dair neler söylersin?

Senin de dediğin gibi birbirini gerek tamamlayan gerek bozan seçimler Keçeli imgeleminin doğası hakkında ipuçları veriyor bize. Keçeli sözcük oyunları, sentaks kırılmaları ve yeni bileşik sözcük oluşturmanın yani yapıbozumun nihai bir hedef olmadığını ve travmatik bir süreç olduğunu görmüştü. O yüzden yapboz sürecini yapbozyap diye adlandırdığı bir deneye tabi tutmuştu. Deney dediysek tekamülden uzak bir deney süreci değil de akışı takip eden kurucu ve yapıcı bir süreç. Ayrıca yıkım ve yapımın iç içe olduğunu da çağrıştıran bir kavram yapbozyap. Sonuçta varlığın oluş içindeki durumunun ifadesi olan bir kavram olarak düşünüyordu bunu Keçeli. Buradan hareketle Keçeli’deki mistik anlayışın sabit değil dinamik bir oluş metafiziğini içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Haliyle yıkımla hedeflenen merkezsizlik, yapımla ortaya çıkan merkezilikle bağlam oluşturmalıydı. Merkezilikle merkezsizlik arasındaki diyalektiğin yürütücüsü şiirin merkezkaç kuvveti olan şair imgelemiydi, şair imgeleminin bağımsızlığı ve yönsüzlüğü. Arzunun da özgür ifadesi olan bir merkezkaç kuvveti. Senin de bahsettiğin yazmaşiiri kitabı Keçeli’nin şerhler kitabıdır. Her türlü sabitliğe ve statükoya karşı ama aynı zamanda entropi ve kaosa da karşı durduğu bir şerhler kitabı. İlk kitabından sonra ve yazmaşiiri’nden itibaren Keçeli, kaos ve statükoya düşmeden şiir üretmenin yolunu bulmuş bir şairdir artık.

Hastalık Şiirleri’nden itibaren Bülent Keçeli şiirinde bir nokta çok belirginleşiyor. O da bireyin öznel tarihiyle toplumsal tarihin temasları. Keçeli, bu iki olguyu birbirinden ayırmıyor. “İlelebet Payidar”, “Gecikmiş Bir Anadolu Şiiri” gibi şiirlere bu dosyada rastlıyoruz. Yine bu dosyada hastalığı kişisel bir üretimsizlik değil, tersine özneyi aktifleştiren toplumsal bir olgu olarak gördüğüne şahit oluyoruz Keçeli’nin. Onun hastalık sürecinin en yakın şahidi olarak bu çerçeveye ne eklemek istersin?

Keçeli tıpkı Ramazan Macit’te de olduğu gibi toplumsal ve ideolojik tarihi kendi öznel dünyasından yorumlayabilen, imgeselleştirebilen bir şair olarak öne çıkar. Bu sözleri özellikle senin de isabetli bir şekilde saptadığın gibi Hastalık Şiirleri kitabından sonrası için dile getirebiliriz. Keçeli önceki kitaplarında kurduğu geniş ve özgün imge dünyasını kendine has bir söylemsellikle klişeye düşmeden ifade etmiştir Hastalık Şiirleri’nde. Ama bir yandan da bir dengbej rahatlığında kendi deneyimleriyle toplumsal ve ideolojik olana yönelik eleştirilerini de ironik bir dille hayata geçirebilmiştir. Eleştiri ve göndermeleri sosyal yaşama olduğu kadar şiire, şaire ve poetikaya yöneliktir de. İroni demişken unutmadan söyleyeyim, bunu da ilk defa söylemiş olayım; Keçeli özellikle Nuri Pakdil ve Cemal Süreya’daki ironik anlayışı kendisine yakın bulmuştur. Ele ayağa düşmemiş bir ironinin peşinde kendinden yola çıkan bir ironiye sahiptir. Bana hep bu iki şairin bireşimi gibi gelir ondaki ironi. Keçeli bir kimyacı olduğu kadar bir simyacıdır da. Kendi hastalık sürecini de, ideolojiyle yaşadığı travmatik hesaplaşmayı da, ailevi meselelerini de, şiirsel arayışlarını da aynı düzlem ve tekillikte yoğurup işleyebilmiştir.

Verdiğin cevaplar için çok teşekkürler ağabey. Bülent Keçeli’nin yattığı yer incitmesin, nurlar içinde uyusun sevgili şair.

Ben de sana teşekkür ederim Alptuğ. Keçeli’nin tüm şiirlerini içeren Düş Görgüsü okurun elinde bu tarz söyleşi ve yazılarla şairin önceden fark edilmemiş ya da bizim de göremediğimiz taraflarını ortaya çıkarmaya vesile olacağı için…

Öne Çıkanlar