'Müzik susturulamaz, müzisyenler susmaz'
Esra Çiftçi
+GERÇEK- İki yıldır pandemi tedbirleri gerekçe gösterilerek müzisyenlere yönelik yasaklar ve kısıtlamalar, sektörde faaliyet gösteren birçok müzisyeni derin bir yoksulluğa mahkûm etti. Sanatından başka geçim kaynağı olmayan, enstrümanlarını satmak zorunda kalan, müzikle sanatla hiç ilgisi olmayan işlerle hayatta kalmaya çalışan binlerce müzisyenin sorunları, çığlıkları bu yasakları koyanların vicdanına ulaşamadığı gibi gün be gün büyümekte. Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de peş peşe gelen konser yasaklarıyla iktidarın sanat ve sanatçılar üzerindeki baskıları son bir ayda yeni bir boyuta geçti. Bu yasaklara gerekçe olarak "kamu güvenliği", "toplumun ahlaki değerleri" gibi ucu açık ifadeler kullanılıyor. Bu kararla, sadece müzisyenler değil, menajerleri, organizatörleri, ses ve ışık teknisyenleri, doğrudan ya da dolaylı olarak sektörden beslenen herkes, aileleriyle birlikte cezalandırılıyor. Peki, müzisyenler, sanatçılar, bu duruma ne diyor?
'BU İKTİDAR SANATÇISIYLA EMPATİ KURMAK YERİNE KAVGA ETMEYİ YEĞLİYOR'
Burhan Şeşen, "Maalesef bu iktidar sanatçısıyla empati kurmak yerine kavga etmeyi yeğliyor" diyor. Sanata uzak oldukları için bir sanatçının duygularını ve kırılganlıklarını bilmediklerini söyleyen Şeşen, sanatın her zaman muhalif tavrından dolayı sanatçıyı da sevmediklerini belirtiyor. AKP’ye biat etmeyen herkesin cezalandırılmak istendiğini söyleyen Şeşen, festivallerin, konserlerin, etkinliklerin tamamen sübjektif nedenlerle iptal edildiğini ifade ediyor. "Aylar öncesinden planlanan organizasyonların iptali sadece müzisyenleri değil, dinleyicileri de cezalandırıyor. İstiyorlar ki insanlar kalabalıklar oluşturmasın, sosyalleşmesin, dans etmesin, eğlenmesin" diyen, Şeşen böyle bir dünyanın olmadığını, özellikle sosyal medyanın bu kadar özgürlükçü olduğu bir dönemde bu yasakların sadece gidişlerini hızlandıracağını ifade ediyor.
'FARKLILIKLAR GÜZEL VE ZENGİNLEŞTİRİCİDİR'
Ayşe Tütüncü, farklılıkların güzel ve zenginleştirici olduğunu belirtiyor. "Tabi ki bazen hayatı epeyce zorlaştırıcı olabilse de farklı bir anlatım dili, farklı bir giyinme tarzı, farklı bir kutlama şekli veya bir olayın farklı yorumlanışına rastladığımızda yeni bir şey öğrenir, görgümüze yeni bir şey eklendiğini hissederiz. ‘Böyle de yapılabiliyormuş demek ki’ deriz şaşkınlıkla sevinerek" diyen Tütüncü, ülkemizde de bunun temelde böyle yaşantılanmasını istediğini ama kültürümüzde daha ziyade farklılığın bir zulümmüş gibi algılandığını belirtiyor. Böyle olunca da "sen ne münasebet kırmızı giyiyorsun ne hakla bu kadar geç uyuyorsun, niye o müziği şu saatte orada dinliyorsun da burada başka bir müzik dinlemiyorsun. Ne o elindeki, sen ne okuyorsun öyle, Allah aşkına bırak bunda ne buluyorsun" gibi sonu gelmez bir müdahaleler zinciri içinde yaşadığımızı belirten Tütüncü, sözlerini şöyle bitiriyor:
"Amaç başkasının da tıpatıp senin gibi, hatta sana en uygun şekilde yaşaması olunca hayat zorlaşıyor" diyor. Kendisine müdahale edilen insanların birer "konu mankeni" ne dönüştüğünü ve sanki yaşamasının tek amacı ona müdahale edeni rahat ettirmekmiş, hayatta başka da bir istediği olamazmış gibi durduğunu belirten Tütüncü, "Başkasının tümüyle senin isteğine uymasını istemek ve beklemek, bunu şart koşmak, hatta karşıdakini buna zorlamak, bunun için güç kullanmak karşılıklı eşit bir ilişkide yeri olmayan bir hareket tarzı, niye olsun ki, neden iki tarafın da birbirine karşılıklı uymaya çalışması varken bunu sadece bir taraf yapsın ki" diyor. Karşısındakilere hiçbir şekilde uyumlanmamanın bencillik, ben-merkeziyetçilik dışında bir açıklamasının olmayacağını söyleyen Tütüncü, "Kaldı ki örneğin ben, herkes tıpatıp benim gibi davransın, benim gibi yaşasın isteseydim, o zaman toplumun bir sürü benden oluşması gerekirdi, ki böyle bir yeknesaklığa hangi ruh, hangi akıl dayanır."
'ŞARKILARIMIZIN ONLARDAN HER ZAMAN DAHA GÜÇLÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'
Kemal Sahir Gürel, "Bir şarkıyla, bir şiirle, bir romanla milyonlarda yer edinebilmek sanatın en büyük doğal gücüdür" diyor. Düz bir metin veya bir politikacının anlattıklarının insanların kalbine böylesine derinden girmediğini söyleyen Gürel, şarkıların sihirli gücüyle milyonlarca insanın birbirine dokunabildiğini ifade ediyor. "Konser yasakları uygulamasıyla insanların müzikle, şiirle ve sanatın gücüyle birbirleri arasında kurdukları güçlü manevi bağları kesmek, herkesi kendine ait tek kişilik görünmeyen bir kafes içerisinde eritmek istiyorlar" diyen Gürel, bu yasaklarla kitlelerin ruh durumunu sakatlamayı, moral bulmalarını engellemeyi hedeflediklerini, iktidara karşı olan büyük sivil kesimlerin ellerinde, devletin dayattığı felsefe ve yaşam biçimine direnmek için şarkılarından ve sanatından başka bir şey bırakmadıklarını ifade ediyor. Mevzunun konser vermek isteyen birkaç sanatçı veya izlemeye gelen birkaç bin kişiyi engellemek olmadığını belirterek "Şarkılarımız tarihsel devamlılığı, güncel yaratıcılığı, felsefesi ve birbirinden zengin estetik tarzlarıyla bizim ruhsal kimliğimizdir" diyen Gürel, bu kimliği yok edip toplumu topyekûn teslim almak istediklerini de belirtiyor.
'MÜZİK GÖNÜLLERİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN YEGANE TILSIMDIR'
Mercan Erzincan, "Sanat insanlık için şüphesiz en güzel hediyedir ve müzik gönülleri birbirine bağlayan yegâne tılsımdır" diyor. Bu güce inanan binlerce sanatçının pandeminin yarattığı tahribat sonrasında ülke koşullarında mevcudiyetlerini sürdürebilmek için büyük çabalar gösterdiğini söyleyen Erzincan, nice sanatçının canından vazgeçtiği bu zorlu süreç sonrası özellikle de müzisyenler için iyileştirme ve destek koşullarının oluşturulması beklenirken aksine yaşanan konser ve sahne yasaklarının sanatçıları üzdüğünü belirtiyor. Erzincan, "Ülkemiz coğrafyası ne mutlu ki çok renkli bir kütür yelpazesi sunmaktadır hepimize. Bizler varız ve bu ülkenin kültürüne sahip çıkan, koruyan insanlarız. Bu renkli çatı altında bir arada sesimizi duyurmak istiyoruz" derken, sanatın herkes için şifa olduğunu, hangi dilde, hangi kıyafetle sunum yapacaklarına kendilerinin karar vereceğini ve bunun kuşkusuz en doğal hakları olduğunu belirtiyor.
'SANAT BASKI ALTINA ALINAMAZ'
Haluk Tolga İlhan, "İktidarın müzik üzerine kurduğu baskı uzun yıllardır sanata, sanatçıya ve sanatın temsil ettiği tüm değerlere karşı tutumun dışa vurumu" diyor. Uzlaşma içinde olmayan, farklı üretim türleri ile topluma en hızlı nüfus edebilen, toplumu harekete geçirebilen ve doğası gereği muhalif düşüncenin kök hücresini oluşturan sanatın, hiçbir otoriter yapının baş edemeyeceği baskıcı yapıların klasik reflekslerini, davranış alışkanlıklarını her zaman boşa çıkarma gücüne sahip olduğunu söyleyen İlhan, bu sebeple iktidarın rahatsız olduğu, baskılamak istediği alanların başında geldiğini belirtiyor. "Bununla birlikte müziğe eşlik eden sahne sanatları, kadının sahnedeki variyeti, iktidarın yaratmak istediği tek tip vatandaş modelinin tamamıyla dışında" diyen İlhan günün sonunda sanatı baskı altına alınca, kendi söylemini üretebileceği alanların açılacağını düşünen bu sığ ve komik yaklaşımı alt edecek olan hamlenin yine sanattan geleceğini söylüyor.
'ÖZGÜR BİR TOPLUM VE ÖZGÜR BİR YAŞAM İÇİN MÜZİK SUSTURULAMAZ'
Selda Öztürk, "Kadınların her alanda olduğu gibi sanat alanında da kendini var etmesi hiç kolay değil. Hayatları boyunca mücadele ederek sanatını icra eden kadınlarla dolu tarihimiz" diyor. Baskıların yine arttığı bir sürecin yaşandığını söyleyen Öztürk, sahnede giydikleri kıyafetler üzerinden "toplumun ahlakını bozuyor" gibi söylemlerle kadın müzisyenlere saldırılan bir ortamın, böylesi bir toplumsal iklimin yaratılmaya çalışıldığını belirtiyor. Yaşam tarzları karşı karşıya getirilerek toplumda uzun bir süredir ivmelendirilen kutuplaşmanın daha da arttırılmaya çalışıldığını söyleyen Öztürk, müziğin duyguları kontrol etme, bazı toplumsal düzenlere karşı çıkma ve değişmesini etkileme gücünün olduğunun kabul edildiğini belirtiyor. Böyle bir potansiyele sahip olduğu düşünülen müziğin, geçmişte olduğu gibi bugün de farklı iktidar biçimleriyle kontrol altına alınmaya çalışıldığını belirten Öztürk, şöyle devam ediyor:
"Aynı şekilde müzikle birlikte sesleri kıstırılmaya ve susturulmaya çalışılan kadınlar, LGBTİQA+ bireyler, farklı dil ve inançlara sahip insanlar da toplumun dışına itilmeye çalışılıyor" diyor. Aktivist, siyasetçi ve sanatçı kimlikleriyle toplumda öne çıkan kadınlarla ayrıca uğraşıldığının, baskı uygulandığının görüldüğünü söyleyen Öztürk, böylesi bir ortamda, kadın sanatçıların dayanışmasının, birlikte ortak üretimler yapmasının oldukça kıymetli olduğunun altını çiziyor. "Kadın müzisyenler olarak bizlerin müziğe ve şarkı söylemeye çok ihtiyacımız var" diyen Öztürk, müziğin travma ve acılarla dolu bu toplumu yakınlaştırmaya, müziğin yardımıyla yeniden tanışmaya, insan ruhunu zenginleştirmeye, doğadaki tüm canlılarla birlikte bir yaşam kurmaya dair kapılar açtığını, ses verdiğini belirtiyor. Öztürk son olarak, "bu seslere kulak verelim, o güzel nağmelerin tadını hep birlikte çıkaralım."
'İNADINA ÖZGÜR SANAT, İNADINA ÖZGÜR İNSAN'
Cevdet Bağca, "yasak" kelimesinin bu kadar rahat konuşuyor olmasının bile kötü bir durum olduğu gerçeğinin kendisini üzdüğünü, hele de sanata ve sanatçılara uygulanan yasakların çağa ve insana yapılacak en kötü şey olduğunu düşündüğünü, sevgi, aşk, dostluk yasaklanamadığı gibi sanatın da yasaklanamayacağını söylüyor. "Ülke gerçeklerinin kaygı verici ve trajik. Günden güne yeni bir yasakla karşılaştırıyor bizi. Açıkçası demokrasinin olmadığı ülkelerde yasakların çok normal olduğunu bilenlerdenim" diyen Bağca, o yüzden tek tek sanatçı ve konser yasaklarıyla ilgili konuşmaların kimseyi ilerletmeyeceğini, sorunun demokrasi ve adalet sorunu olduğunu ve bu ülkedeki bütün ezilenlerin yana yana gelerek bütün yasakları al aşağı edeceğine inandığını ve "Geçmişte yasaklardan çok nasiplenmiş ve yalnız kalmış birisi olarak bugün o mağdur arkadaşlarımı yalnız bırakmamayı bir aydın sorumluluğu sayıyorum ve son söz olarak susmak sıranın size geleceğinin kabulüdür inadına özgür sanat, inadına özgür insan diyorum" diyor.
'SESİYLE NOTALARIN ÜSTÜNDE DANS EDEN BİR KADIN OLARAK DAYATILAN TEK TİP BİR YAŞAMI KABUL EDEMEM'
Serap Yağız, "Ben müzikle ilgili yasakları en başından beri pandemi önlemi olarak görmedim" diyor. Bu durumun asıl sebebinin yaşam biçimine müdahale için bir kılıf olduğunun farkında olduğunu söyleyen Yağız, pandemi ile ilgili tüm yasakların kalkmasına rağmen geriye yasaklanan bir müziğin kaldığını işte o zaman birçok kişinin farkına vardığını belirtiyor. Asıl durumun her gün yasaklanan sanata, özgür düşünceye, sosyal hayata müdahale edilen bir dönemin içinde olunduğunu söyleyen Yağız, bu durumun elbette kendilerine geri adım attırmayacağını, "Bunu bir müzisyen olarak kendi adıma, kabul etmem mümkün değil. Sesiyle notaların üstünde dans eden bir kadın olarak dayatılan tek tip bir yaşamı kabul edemem. Hiçbir müzisyen arkadaşım da kabul etmez" diyor. Yağız son olarak dayatmak istedikleri gri dünyayı her zaman şarkılarla türkülerle danslarla gök kuşağının tüm renklerini boyamaya devam edeceklerini belirtiyor.
'BU YOLUN TOPLUM İÇİN DEĞER ÜRETME KABİLİYETİ ASLA YOKTUR'
Erdoğan Emir, son on yıldır kendisini sürekli yasaklar üzerinden kurumsallaştıran, bu ülkenin çeşitliliğini, medeniyetler bütünlüğünü, dil ve kültür çeşitliliğini tekçilik üzerinden yok sayarak, dillere ve yaşam tercihlerine ideolojik yaklaşarak insanların ifade alanlarını bir şekilde kısıtlanmaya ya da yok sayılmaya başlandığını söylüyor. Emir, "Aynur’un konseri, Metin Kemal Kahraman, Melek Mosso ve nice konseri yasaklanmış insanların müziğine, icra ettiği sanatına yönelik yaptırımları farklı diller ve yaşam tarzlarına direk müdahale olarak algılıyorum" diyor. Gayet bilinçli ve temeli olan tercihler olduğunu söyleyen Emir, geçmişte bu toplumsal ayrışmaya sebep olanların bu topraklarda yaşayan halklar ve inançlar arasında derin yaraların açılmasına sebep olduklarını, iktidar kalma telaşıyla her alanda tahakküm kurarak kendilerinden bir önceki baskıcı iktidarların uygulamalarını tekrarladığını, insanın anlam dünyasına değer katmayan bütün iktidarların başvurduğu bir yol olduğunu ifade ediyor.
KÜRT KÜLTÜR VE SANATINA YÖNELİK BASKI VE ASİMİLASYON POLİTİKALARI BUGÜN ÇERÇEVESİNİ GENİŞLETİYOR
Ayfer Düzdaş, "Özellikle son dönemlerde kültür ve sanata yönelik gerçekleşen baskı ve yasaklamalar büyük bir korku ve yenilgiye doğru gidişatın göstergesidir" diyor. Alternatif olan her kesimin Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkes’i fark etmeksizin bu baskı zihniyetine maruz kalmakta olduğunu söyleyen Düzdaş, özellikle uzun yıllardır Kürt kültür ve sanatına yönelik gerçekleşen baskı ve asimilasyon politikalarının bugün çerçevesini genişleterek daha geniş bir kesime uygulanmakta olduğunu ifade ediyor. Kaybettiğini anlayan bu yapının son bir hamle ile alternatif olan bütün alanları bastırmaya, susturmaya yönelik attığı son adımlar olduğunu ve herkesin bunun farkında olduğunu söyleyen Düzdaş, "Ama bilinsin ki sanatın gücü tüm bu yasakların, baskının üstesinden gelebilecek tılsımlı bir güçtedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de kazanacak olan şarkılarımız, ezgilerimiz olacaktır, yarına kalacak olan da" diyor.
'MÜZİK SUSMAYACAK'
Hüseyin Turan, sanatı ve sanatçıyı görmezden gelen iktidar sahiplerinin, kendi yaşam biçimlerini dayatmaya çalışarak ve cahilleştirdikleri kitlelerin bu tür konserlerde sosyalleşmesini ve gelişmesini engelleyerek, yasaklarla baskı uygulamaya çalıştığını söylüyor.