Onca ikilik arasında: 'Abdullah Efendi’nin Rüyaları'
Abdullah EZİK
Modern Türk edebiyatının başat figürlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, gerek kaleme aldığı kurgu eserler gerekse deneme, eleştiri ve edebiyat tarihi alanındaki çalışmalarıyla özel bir yerde durur. Dile getirdikleri, kaleme aldıkları ve not düştükleriyle kendisine Türk edebiyat tarihi çalışmalarında farklı bir yer edinen Tanpınar, yakın dönemin en önemli simalarından biridir.
Ahmet Hamdi Tanpınar külliyatı, geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınları tarafından yeniden, bu kez eleştirel basımlarla okurlara sunuldu. Uzun bir sürece yayılan ve geniş bir ekip tarafından yürütülen bu çalışma, bugüne kadar yapılan Tanpınar çalışmalarına eklediği yeni perspektiflerle de özel bir yerde duruyor. Prof. Dr. İnci Engin'ün danışmanlığında kurulan, Sakine Korkmaz tarafından yürütülen, görsel dilini Geray Gençer’in inşa ettiği bu çalışma, üç yıla yayılan bir arşiv çalışmasının çıktıları olarak okunabilir.
Bu çalışma kapsamında yazarın/şairin çoğu İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’ndeki Tanpınar Arşivi’nde olmak üzere, bir kısmı öğrencilerinin özel arşivlerinde yer alan evrakı, gayretli bir çalışmayla önce tasnif edilerek yeni harflere aktarıldı; ardından basılmış eserler ve tefrikalarla da karşılaştırılarak ele alındı.
Tanpınar külliyatının yeniden okurlarla buluşması, bu eserlere yeniden bakma fırsatını da beraberinde getirdi şüphesiz. Külliyatın eleştirel olarak basılan bu ilk eserleri (Huzur, Mahur Beste, Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru ve ilk kez yayımlanan, Tanpınar’a ait bir Paul Valéry tercümesi olan Monsieur Teste) bugüne kadar çizilen Tanpınar portrelerine bir yenisini ekledi. Her bir eseri üzerinde uzun yıllar duran, çalışan, düşünen bir yazar olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, mükemmeliyet arayışındaki bir yazar olarak değerlendirilebilir. Bu meselenin izleri ise bu eleştirel basımlar üzerinde görülebilir.
İlk olarak 1943 yılında Ahmet Halit Kitabevi tarafından İstanbul’da basılan Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk hikâye kitabıdır. Aynı zamanda kitaptaki ilk hikâyenin adını taşıyan bu eser, Tanpınar külliyatına dair bir giriş niteliği taşıması bakımından da özel bir yerde durmaktadır. Söz konusu bu hikâyede çeşitli ikiliklerin peşinden giden anlatıcı/yazar, daha sonraki yıllarda bütün bir edebiyatını kuşatan meseleleri böylelikle burada tartışmaya açar.
İkilikler, geç dönem Osmanlı’dan erken dönem Cumhuriyet’e dek uzanan çizgide Türk edebiyatının üzerinde en çok durulan, tartışılan, bahsedilen temel başlıklarından, meselelerinden biri olarak görülebilir. Ahmet Midhat Efendi, Recaizade Mahmut Ekrem, Fatma Aliye Hanım, Nâmık Kemal gibi birçok yazar/şairden neredeyse bugüne kadar ulaşan bir çizgide bu sorunsaldan söz etmek mümkündür.
Erken dönem Cumhuriyet’te de çeşitli ikilik tartışmalarının yürütüldüğünü, bunun kendisine edebiyatta da büyük bir karşılık bulduğu ifade edilebilir. Halide Edip Adıvar, Peyami Safa, Kemal Tahir, Memduh Şevket Esendal gibi birçok yazar, bu ikilikler üzerinde durmuş, kimi neredeyse bütün bir edebî serüvenini bu tartışma üzerine kurgulamıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar da kimi kendisinden önce gelen kimi çağdaşı birçok yazar, şair ve eleştirmen gibi ikilikler meselesine edebiyatında yer vermiş isimlerden birisidir. Oldukça geniş bir düşünce ağı çerçevesinde ele alınabilecek bu konunun şüphesiz farklı görünümleri vardır. Doğu-Batı, hayal-gerçek, madde-ruh arasındaki ikilikler, sözgelimi bütün bir edebiyat genelinde de Tanpınar özelinde de bu ikiliklerin en karakteristik ve derinlikli örnekleri arasında yer alır.
Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “ikilikler” (düalite) meselesini farklı yönleriyle işlediği bir hikâye kitabı olarak ele alınabilir. Kitap, bütününde geçmiş ile şimdi, şimdi ile gelecek, gerçek ile hayal, madde ile ruh, Doğu ile Batı gibi çeşitli ikilikler üzerine kuruludur. Tanpınar, kitapta yer alan hemen her hikâyesinde farklı bir ikiliğin peşinden gitmiş, ancak bu meseleyi bir sorunsal olarak işleyip geliştirmekten, kitap boyunca ortak bir izlek ve tem olarak bu sorunsalın peşinden gitmekten vazgeçmemiştir. Sözgelimi “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” başlıklı hikâyede olduğu gibi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”, “Erzurumlu Tahsin”, “Evin Sahibi”, “Bir Yol” gibi hikâyelerde de bu tür konu ve ikilikler işlenmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinleri genellikle insan psikolojisi, geçmişle bugün arasındaki bağ/ilişki, zamanın ve belleğin doğası gibi sorunsallar üzerine kuruludur. Bu noktada Tanpınar, bütün bir edebiyatını (ki buna düzyazı metinleri ile birlikte şiirleri de dâhil edilebilir) belirli imgeler üzerine kurar ve okura birbirlerine paralel bir evrende/çizgide akan bir güzergâh sunar.
'Mahur Beste', 'Sahnenin Dışındakiler', 'Huzur', 'Aydaki Kadın' benzer bir hat üzerinden akar, yoluna devam eder. Bu durumun Tanpınar’ın romanlarında olduğu gibi hikâyelerinde de kendisine geniş bir karşılığı vardır. Abdullah Efendi’nin Rüyaları ve Yaz Yağmuru, yazarın romanlarına benzer bir ruh iklimi üzerine kuruludur. Aynı psikoloji, atmosfer ve tartışmalar, hikâyelerde de sık sık dile getirilir.
Dünyaya bütüncül bir pencereden bakan bir yazar olarak Tanpınar, hikâyelerinde sıradan insanların hayatlarını ve iç dünyalarını anlatırken Türkiye’nin toplumsal ve kültürel değişimlerini de işler. Abdullah Efendi ve Erzurumlu Tahsin’de olduğu diğer kimi zaman ismiyle, kimi zaman isimsiz bir şekilde seslenilen, kendisine yer verilen, hakkında söz edilen onca karakter, birbirlerine paralel bir derinlikle ele alınır ve onlar üzerinden bir parçası oldukları topluma dair de çeşitli açılımlar geliştirilir. Kişi ile toplum, kişinin alışkanlıkları ile toplumun eğilimleri ortaya bir çatışma alanı çıkarır ve birey olmakla toplum olmak arasındaki ikiliğin altını çizer. Kişi toplumdan nasıl sıyrılır ve toplum, kişide nasıl yaşar? Bu tartışma bir noktada derin bir açmaza dönüşürken Tanpınar karakterleri yaşamlarını kendi sularında devam ettirir.
Hep bir karmaşa hissiyle yaşayan, varlıklarını sürdüren Tanpınar karakterleri, belleklerinde silemedikleri bir geçmiş ve hatıra yağmuru ile söz konusudurlar. Geçmiş ve hatıralar, onlar için bugünü şekillendiren en temel unsurdur ve bu salt maddi değil, aynı zamanda manevi olarak da onları etkiler, derinden sarsar. İkilik meselesi, bu noktada onlar için geçmiş ile bugünü birleştirir, beraberinde yeni bir çatışma alanı kurar. Bu noktada Tanpınar karakterleri kadar karakterlerin yaşadıkları yalılar, köşkler, konaklar da bir başka değere işaret eder. Kişi, zamanı bir elbise gibi vücuduna geçirirken bu durumun/meselenin izleri kendisini mekânda da gösterir. Yıkılmış, metruk, kimi terk edilmiş onca mekân/alan, geçmişin izlerini şimdiye taşıyan başlıca göstergelerden biri olarak okunabilir, kabul edilebilir. Bu durum da ikiliğin salt karakterler üzerinden değil, aynı zamanda mekân ve mekânsal değerler üzerinden de söz konusu edilebileceğini gösterir.
Bir başka noktada Tanpınar’ın hikâyeciliğinin dilin incelikleriyle yoğrulduğu, yoğunlaştığı ifade edilebilir. Tanpınar eserlerinde, gerek şiir gerekse düzyazılarında, dil meselesi üzerinde yoğun bir şekilde durur. Onun tercih ettiği kelimeler, kurduğu cümleler, dile getirdiği ifadeler bilinçli bir karar sürecinin sonucunda gün yüzüne çıkar. Betimlemeleri, gözlemleri ve anekdotları, uzun süren yıllar boyunca geliştirdiği edebi üslubun bir parçasıdır. Yaşadığı devir boyunca birçok dil tartışması süregiden Tanpınar, belirli noktalarda bu tartışmalardan etkilenmekle beraber üstadı Yahya Kemal’de olduğu gibi kendisine özgü bir dil ve sentaks geliştirmekten geri durmaz. Tanpınar, bu yönüyle de, anlatımındaki lirizm ve duygusallıkla da okuyucuları karakterlerin ve olayların iç dünyasına çeker, kendisine özel bir alan inşa eder.
Öykülerinde genellikle melankoli, geçmişe özlem, yalnızlık ve insanın içsel çatışmaları gibi meselelere yer veren Ahmet Hamdi Tanpınar, hikâyelerindeki derinlik ve zenginlik ile sık sık insan doğasının derinliklerine yolculuk yapar; geliştirdiği ve uzun yıllara yayılan edebî serüveninde tıpkı Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nda olduğu gibi farklı türden ikiliklerin peşinden gider. Bu yönüyle Tanpınar’ın hikâyeciliği, edebî değeri, derinlikli anlatımı ve insan psikolojisine duyduğu ilgiyle Türk edebiyatı bağlamında kendisine özgü bir yer bulur.