Ötekilerin serüveni: Mavi Müzikhol…
Abdullah EZİK
Endless Art Taksim’in ilk oyunu olarak prömiyerini geçtiğimiz günlerde gerçekleştiren Mavi Müzikhol, iki konsomatrisin hayatına odaklanan, izleyiciye farklı türden bir hayat gösteren eserlerden. Gül ve Bahar’ın hayatını izleyicilerle buluştururken “öteki” olmak meselesini de derinden irdeleyen oyun, hiçkimsenin eşit ve birbirine benzer yaşamlar sürmediği bir dünyayı gözler önüne seriyor.
Elçin Gürler’in yazdığı, Muharrem Uğurlu’nun yönettiği oyunda Gülşah Yavuz ve İpek Yorulmaz rol alıyor.
Oyun üzerine yazar Elçin Gürler ve yönetmen Muharrem Uğurlu ile konuştuk.
Mavi Müzikhol, Endless Art Taksim’in ilk oyunu olarak geçtiğimiz günlerde galasını gerçekleştirdi. Hem oyunun hem de mekânın bir ilk olması ve tiyatroya dair yeni bir alanı dahil etmesi bakımından önemli. Öncelikle Endless Art Taksim nasıl bir düşünce ile yola çıktı?
Muharrem Uğurlu: Burası yeniliklere açık bir yer. Genç sanatçıların üretebileceği bir yer olma gayesinde. Bu yüzden Mavi Müzikhol’ün de gerek sahne üstü gerek sahne arkası kadrosu genç ve dinamik. Endless Art Taksim, yeniliklere ve genç kuşak sanatçıları da sahipleniyor.
Elçin Gürler: Endless Art Taksim’in ilk oyununda kadın temalı Mavi Müzikhol’le yola çıkmasını da ileride tiyatroya dair söyleyecekleri çok şey olduğunun ilk göstergesi olarak kabul ediyorum. Ayrıca burada birçok konuk ekip geliyor. Her zaman yeni ve söyleyecek derdi olan sanatçılara kapılarını açması da mutluluk verici.
Mekânın bir ilk oyun ile açılması da çok anlamlı. Endless Art Taksim ile Mavi Müzikhol’ün yolları nasıl kesişti?
Muharrem Uğurlu: Sergileri ve başka sanatsal faaliyetleri de içinde barındıran Endless Art Taksim gerçek manada bir sanat oteli. Tiyatro salonunu yeniden aktif hale getirmek istediklerinde sanat küratörleri Başak İlhan bana ulaştı. Bu sahneye uygun bir oyunu sahnelemek istediklerini söylediler. Açıkçası tiyatroda her zaman liyakate inandığımdan metin seçme noktasında bir “Açık Çağrı” yapmamızın uygun olacağını söyledim. Böylece Türk tiyatrosu da yeni metinler kazanmış oluyor. Elçin Gürler tanıdığım, sevdiğim bir yazar olmasına rağmen onun metnini de açık çağrıya gelen metinler arasından hep beraber seçtik. Bu manada Mavi Müzikhol’ün bu sahneye oldukça uygun olduğuna inanıyorum. Kadın temalı bu oyunla seyirciyi buluşturduğumuz içinde çok mutluyum.
Elçin Gürler: Yönetmenimiz Muharrem Uğurlu, açık çağrıyı söylediğinde Mavi Müzikhol’ün final sahnesini henüz bitirmemiştim ancak içimden bir ses yetiştirmem gerektiğini söyledi. Bitirip yolladım. Böylece Mavi Müzikhol’ün yolculuğu yazın başlamış oldu. 30 Temmuz’da prömiyeri, 19 Aralık’ta da galası gerçekleşti. Ben de her seyrettiğimde mekân ile metnin ve rejinin gerçek manada bütünleştiğini hissediyorum. Bu yüzden Endless Art Taksim’in ilk oyunu olarak yolculuğuna devam etmesi beni çok mutlu ediyor.
Mavi Müzikhol, özünde bir pavyon hikâyesi, ancak pavyonu farklı türden hikâyelerle kuşatan bir yapısı var. Bu noktada, söz konusu pavyonu ve pavyon hikâyesini şekillendirirken sizin için her şeyin merkezinde yer alan temel düşünce neydi?
Elçin Gürler: Metni ilk yazmayı düşündüğümde hikâyenin derdini anlatmak istediğim kadın meselesinde mekân olarak pavyon yoktu. Toplum yüzünden yitirilen bir kadının iç dünyasını anlatmak için yola çıktım. Derdim bir kadının ya da iki kadının hayatta kalma güdüsünü tüm şiddeti hatta vahşeti ile seyirciye göstermekti. Çünkü hepimiz artık üçüncü sayfa haberlerini normal ve sıradan kabul ediyoruz. Kadın cinayetleri, kadın konusu konuşulan ama hemen başka bir mesele ile örtbas edilen bir konu. Tıpkı pavyonda bir simülasyonda her şeyi sıradanlaştıran yüzümüz gibi! İşte bu yüzden yazmak istediğim kadınları bir eğlence mekânında birleştirme fikri bir süre sonra beni pavyona itti. Çünkü pavyonda Türkiye’nin tüm kodları var: hayatta kalma mücadelesi, yerellik-şehirlilik, şiddet, pornografi… Yani kadının dertlerini tüm çıplaklığı ile görebileceğimiz bir mekân pavyon. Bu da hem sahnelemede hem oyunculuklarda güçlü duyguların ortaya çıkmasını sağlıyor. Çünkü ne kadar eğlenceli başlasa da iki konsomatrisin hayat mücadelesinin mayın tarlasında yürümeye çalışmaktan bir farkı olmadığını seyirci görmüyor oyunun içinde aslında deneyimliyor.
Muharrem Uğurlu: Beni de metindeki bu sade gerçekçilik çekti. Okurken de hem gülüyorsunuz hem de o sıkışmışlıktan, trajediden bir an önce çıkmak istiyorsunuz. Aynı Türkiye gibi! Bu yüzden sahnelerken de beni heyecanlandıran bir süreç oldu. Çünkü derdi kadın ve Türkiye olan bir hikâye ve aslında benim erkek bir yönetmen olarak sahneye koymam da bunu başka bir perspektifle görmemi sağladı. Her zaman sahnelemede seyircinin bildiği kodları hayal gücüne de yer bırakarak kullanmayı tercih ederim. Bu yüzden mekândan gelen sıkışmışlığı da ortaya çıkarmak adına dekor kullanmadım. Oyunculukların her manada gerçekçi olması metnin kendisinden gelen sahicilikle birleşince seyirci zaten kendisini o eril pavyon kültürü içerisinde hissediyor.
Oyun temel olarak 2 konsomatris kadının hayatını işlerken son raddede geçmiş ile bugün, insan ile benliği arasında farklı türden bağlar da kurar. Oyunun finalindeki bu twist’e dair neler söylersiniz? Bu bağlar, geçmiş ile hesaplaşma, benlik üzerinde durma, bu 2 konsomatrise dair neler söyler?
Elçin Gürler: Personanın kendi personasıyla hesaplaşması her zaman çok trajik. Bu noktada oyunu her seyrettiğimde onları kaleme alan kişi olarak kişisel olarak kendi izdüşümümün mücadelesi mi ya da gözlemlerimden çıkan bir kırılma anı mı? diye sorguluyorum. Yani bir süre sonra metin yazardan çıkıyor oyuncuların oluyor. Bence bu hesaplaşma üzerine ben değil aslında seyirci konuşmalı, düşünmeli ve hissetmeli. Bu noktada oyuna bambaşka bir pavyon hikayesi dememizin sebebi asında bu psikolojik taraf.
Muharrem Uğurlu: Geçmiş ve gelecek… Her zaman düşündüğümüz şey. Ama şimdide ikisinin hesaplaşmasında hırs, intikam, nefret ve aşk var. Bu da dramayı oluşturuyor. Bu yüzden oyunda sıradan gözüken her konuşma aslında şaşırtıcı sona hizmet eden düzlemde.
Elçin Gürler: Aslında bu sorgulama bir noktada onların konsomatris olup olmamaları değil de sıkışmışlığın ve fanusun içinde birey olma mücadelelerini yansıtıyor. İnsan ayakta kalmak için önce kendi benliği ile hesaplaşmalı. Kendi benliğini masaya yatırmalı ya da onu yok etmeli.
Oyunun merkezinde yer alan karakterler zorla veya bir noktada kendi tercihleri, kendi mecburiyetleriyle farklı türden bir hayat seçer ve oyun da bunun üzerine kuruludur. Aile ilişkileri, dostlukları, duygulanımları, dertleri de ona göre daha farklı bir değer taşır. Peki bu karakterleri gün yüzüne çıkarıp şekillendirirken neler düşündünüz? Onların kendileri ile etkileşimleri, kendilerini tanıma/anlama süreçleri oyuna nasıl sirayet etti?
Elçin Gürler: İnsanın kendi hikayesinin kahramanı olamaması bence çok trajik. Yani aslında seçimlerinde söz sahibi olamamak delirtiyor insanı. Bir anda hayal ettiğinden bambaşka bir yerde bulmak ise trajedinin başladığı yer. Keza ne yazık ki bu coğrafyada hep kadınlar kendilerini bambaşka bir yerde buluyor. Bu noktada bu kadınların kendi seçimleri olmadan düştükleri durumlar aslında onların hikayesini ortaya koyuyor. Hayatlarındaki kırılmayı getiren hiçbir şeyin sorumlusu aslında Gül ve Bahar değil. Onlar öldürmedi, onlar dönüştürmedi, onlar dans etmiyor, onlar yalan söylemiyor, onlar erkekleri kandırmıyor. Aslında sahnede gördüğünüz iki kadın gerçek hayatta bir figüran. Onların hayatlarının kahramanı ne yazık ki erkekler… Sahnede adını sık sık duyduğumuz Recai’ler, İbrahim’ler, kaytan bıyıklılar, kel adamlar… Ancak yazarken şunu fark ettim eğer ki iki erkeğin de kendi hayatlarının sahibi olmamasını da anlatabilirim. Burada söz konusu kadın ya da erkek olmak değil birey olamamak. Bu toplumda birey olmaya boynumuza bağlanan urgan yüzünden çok nadir izin verilmesi.
Muharrem Uğurlu: Oyunda yerel kodlarla bezenmiş karakterlerin geçmişleri herkes açısından çok evrensel. Gül ve Bahar’ın hikâyesinde çocuklarını öldüren Medea’da var, sahne tutkusu yaşayan Nina’da, hırs ve intikamla bezeli Machbeth’de… Bu yüzden onları anlama yolculuğu aslında zor değil, oyuncularında ilk özdeşim kurmasını istediğim yer bu yüzden pavyon ya da arabesk jargon olmadı. İnsan oldu. Sonra üzerine o kültürel kodları oturttuk.
Oyunun ele aldığı hikâyeler bir noktada hem çok yerel hem de aynı oranda evrensel, çünkü insan nereye giderse gitsin aynıdır. Mavi Müzikhol oyun boyunca bunu yakından hissettirir. Oyunu kaleme alırken Mavi Müzikhol’un yerel ile evrenseli nasıl bir dengede, ortak paydada bir araya getirmesini istediniz?
Elçin Gürler: Tiyatronun aslında çıkış noktasının bu olduğunu düşünüyorum. Onu da sinema ve televizyon gibi diğer dramalardan ayıran en temel noktası her türlü yerel kodlara rağmen evrensel olması. Bugün Kanada’dan gelen bir tiyatro oyunu bende bir etki bırakıyorsa Mavi Müzikhol Kanadalı seyirci ile buluşsa aynı etkiyi bırakır. Çünkü insanı birleştiren temel duygular gerçek. Ama her şeye rağmen bu topraklarda yaşıyoruz, buranın dertlerini anlatmak istiyoruz. Bu noktada her zaman yazarken insana dokunmaya çalıştığımızı unutmamak gerekiyor. Mavi Müzikhol’de konuşmalar ne kadar yerel hatta arabesk olursa olsun içsel duygularında hırs, intikam ve nefret gibi evrensel temalar var. Bu da sahnedeki oyunu hem yerel hem de evrensel kılıyor.
Pavyon kültürü şüphesiz bugün de devam eden, kendi içerisinde farklı türden bir kültürel yapı olarak ifade edilebilir. Oyunu (kaleme alırken, yönetirken) sahnelerken pavyon ve pavyon kültüründen nasıl beslendiniz, nasıl yararlandınız, bu anlamda nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Elçin Gürler: Kadın temalı başka bir oyun yazarken ortaya çıkan bir oyun Mavi Müzikhol. Hatta o oyununda sürecini besleyen, büyüten ve şu anda şekillendiren. Mavi Müzikhol’ü ilk kaleme alırken pavyonu hiç düşünmediğim için karakterler üzerine çalışma yaptım. Bunlar daha çok psikolojik sanrı noktasında kırılmalardı. Ancak sonrasında Türkiye’de eğlence kültürü üzerine okumaya, seyretmeye ve değişen politik ortamın her zaman temaşayı nasıl da değiştirdiğine şahit oldum. Bence kantodan pavyona uzanan Türkiye’nin eğlence kültüründe koca bir politik analiz var! Sonrasında pavyonu bireysel olarak deneyimledim. Açıkçası beni şaşırtan da bu kadar kolay ve her yerde ulaşılabilir olması ve orada dansların, ışıkların ortasında zamanın durması. Oradaki herkesin birkaç saatliğine hayatı durdurması, simülasyonda erimesi ve sıkışmışlığın esiri olmasını görmek oyunun psikolojik tarafını da güçlendirdi.
Muharrem Uğurlu: Oyunu sahneye koyarken danslar, arabesk kültür ve Ankara pavyonu üzerine çok şey seyredip, düşündük ancak ben hiçbir şeyin esinlenme olmasını istemediğim için ilk okuduğumda hayal ettiğimi sahne üzerinde göstermek istedim. Çünkü anlattığımız şey kadınların ya da kadının psikolojik hesaplaşması…
Mavi Müzikhol, sahne ile izleyici arasındaki mesafeyi kısaltan, bir noktada onu da oyuna dâhil eden bir oyun. Kurgu anlamında bu yapıya nasıl karar verdiniz? Oyun ile izleyici arasındaki mesafeyi kısaltmak size nasıl bir alan açtı?
Elçin Gürler: Metni yazarken böyle bir şey düşünmediğimi söylemek isterim. Ancak metnin rejiye böyle bir sahneleme biçimi seçmesine hizmet verdiği için ben de gerçekten mutluyum.
Muharrem Uğurlu: Daha metni ilk okuduğumda oyunu gerçekten seyircilerin arasında başlatmak istedim. Bunu pek çok kişi farklı bulsa da geleneksel tiyatromuzun temel noktası. Metnin doğasından gelen geleneksel ve batı tiyatrosu birleşimini aslında rejide de devam ettirmeyi seçtim. Bu yüzden bu oyun kendi sahnesi ile hemhal hale geldi. Kişisel olarak sahnelemede akılda kalıcı çıkış noktalarına her zaman inanırım. Hem oyun doğal ve gerçekçi durmalı sahnedeki her şey reji gibi durmamalı, hem de seyircinin oyundan çıktığında aklında şaşırtıcı bir an kalmalı. Bence Mavi Müzikhol’de gerek metin gerek reji gerekse oyunculuk olarak bunu başarıyoruz. Ve güzel geri dönüşler alıyoruz. Bu yüzden Endless Art Taksim’e, oyuncularımız Gülşah Yavuz ve İpek Yorulmaz’a ve tüm ekibe çok teşekkür ederim.
Elçin Gürler: Kendinizle ve yaşadığımız yerle yüzleşmek için herkesi Mavi Müzikhol’ün yolculuğuna bekliyoruz.