Öznesiz öyküler

Öznesiz öyküler
Öykü, ömürlerimizin değilse de geçip giden günlerimizin tanığı. Ömürler roman olur, günler öyküdür ancak...

Sibel ÖZ


Öykü, geçip giden günlerin tozunu, gölgesini, tortusunu silkeleyemez. Öykü, büyüklü küçüklü yenilgilerimizin ve kayıplarımızın telafi defteri olabilir ancak. O deftere kayıtlar düşeriz, hatırlamak ya da içimizdeki hesabı sonsuza kadar kapatmak için. Telafi, kayba ilişkindir hep, az olanın, kaybolanın, yitirilenin ardından gösterilen bir niyet, cılız bir uğraş, keşke’siz bir çabadır. Telafi, bütünlemeler gibidir, geçen geçmiştir sınıfı. Bir kere kırık not alınmıştır, o kırık, fay hattı gibi uzanır ömrün kılcal zamanlarına.

Her yenilgide o fay harekete geçer, hatırlatır kendini. Ama belki de yenilgi ve kayıptır insanı mütevazı olmaya zorlayan. Yenmek, ‘insan’ dediğimiz ütopyanın ülkesine ait değildir; kusur daha çok yakışır o ülkeye.

Öykü o ülkenin kimi zaman dili, kimi zaman feneri, kimilerine göre bayrağı, kimilerine göre bitli piyadesi, bazen delisi, bazen ermişi, ama her halükarda o ülkenin yüzü suyu hürmetine dönen dünyanın tersine gidiştir. Göğsünü rüzgâra gere gere, kaybın telafisi uğraşının, her seferinde girdiği çıkmaz yolun kendisidir. Neticede ölüm var! Nasıl yenebilir ki insan?

HAYAT TELAŞININ KENDİSİDİR ÖYKÜ

Öykü, ömürlerimizin değilse de geçip giden günlerimizin tanığı. Ömürler roman olur, günler öyküdür ancak.

Kentin hayatlarımızda zonklayan ağrısı, hırıltısı, her yiten günle arttıkça ve bize kendi sesimizi unutturdukça, öykü insanı işaret eder. ‘Bakın, burada!’ der, ‘Burada ve bu durumda, anlattığım gibi.’ İnsanın binlerce hali, her gün önünden geçip gittiğimiz ve görmediğimiz her hali öykü olur, şaşırtır. Bilemediğimiz, anlayamadığımız, tanımadığımız kendimiz, bir öyküyle geçer oturur karşımıza. Öykü insana dokunmaktır, hem de en kestirmesinden, yalınından. “Hayatın nefes nefese telaşı, koşturmacasından sıyrıl, gel otur şuraya” demez, o telaşın kendisidir öykü. Dingin sularda yüzmez; kaynayan, fokurdayan kazanda bir batar bir çıkar. Tıpkı insan gibi. Aklına değil, kalbine yakındır insanın. Yazana da okuyana da şifa değildir, itirazdır sadece. Hasta eden, ateşli bir itiraz. Öykü, kalanla uğraşmaz, gidene tapınır her seferinde.

Son zamanlarda hepimizde bir gitme-gidememe hali hâkim. Göçertiliyoruz; iyilik duygusundan, gelecek umudundan, geçmiş bilgisinden ve şimdi’den göçertiliyoruz! Bedeni burada, ruhu gitmiş kimilerimizin ya da bedeni gitmiş ama ruhu burada; henüz! Kendi vatanımızda sürgün gibiyiz. Parçalarımızı toplayamıyoruz. Tuttuğumuz her şey eriyor, dağılıyor, elimizde kalıyor. Rüyayla gerçek, akılla delilik, yaşamla ölüm arasında bir yerde, bir toplu akıl tutulmasının seyrinde, buz gibi bir mantığın esir aldığı bir duygu kamaşmasında çıldıran kendimizi seyre dalmış gibiyiz. Adeta herkes kendi “olay”ına kapanmış, iç depremine. Dışarıda koptu kopacak bir fırtınanın uğultulu belirsizliği. Sokaklarda, güz yapraklarını kaldırıp kaldırıp yere çalıyor rüzgâr. Havada, yağamayan yağmurun yeryüzüne çökmüş ağırlığı. Bulutlar yerde, ayaklarımıza dolanıyor. Evlerine varmaya çalışıyor insanlar. Ev, aldatıcı bir tuzak. Sarındığımız yorgan oluyor korkularımız, çılgın sokakların çağrısına kulak verdiğimiz ferah feza günler şimdilik uzakta.

Öykü ne anlatır bu ortamda? Uğultunun, sayıklamanın, korkunun, üşümenin, hiçliğin içinde? Öykünün öznesi yok ne zamandır, geri çekilmiş. Hayatın olağan akışında sürüklenen bir yaprak o şimdi, nerede duracak, ne olacak, belli değil. Öykünün öznesi, tüm sorumlulukların dışında, başıboş, unutmak istiyor her şeyi. Yapan, eyleyen bir özne değil artık. Olmak istemeyen, olmaktan kaçınan, oluşunun dışına çıkmak isteyen bir özne. Nefes alan, yiyen içen, uyuyan, sevişen bir ‘şey’ ama özne değil. En azından yükleme karşı sorumluydu eskiden. Eylemsiz yüklemsiz bir özne o nicedir. Eylemi atmış sırtından, zorla değil ya… Sıradan bir hayatın tatlı uyuşukluğuyla mutlu mu, bunu bile bilmek istemiyor. İşte tam da bu; bilmek istememek. Umuttan umudu kesmek, umudu kestikçe sorumsuz, yüksüz, eylemsiz kalmak. Olduğu şey olmak ya da en iyisi hiç olmamak. Öznesiz öykülerin, ağırlığı da yok. Yok.

Yerçekimsiz bir ortamda uçuyor bizim özne. Sınıfsız zümresiz bir dünya kurmuş kendine… Aşağılara bakmıyor hiç. Aşağıda kan gövdeyi götürüyor.

Öne Çıkanlar