Sanata adanmış bir hayat: Muhsin Ertuğrul

Sanata adanmış bir hayat: Muhsin Ertuğrul
Merve Küçüksarp bu hafta Modern Türkiye Tiyatrosu'nun kurucu isimlerinden Muhsin Ertuğrul'un İBB Yayınları etiketiyle yayımlanan portresi üzerine yazdı.

Merve KÜÇÜKSARP


Artı Gerçek - Araştırmacı yazar Gökhan Akçura’nın yayına hazırladığı 'Muhsin Ertuğrul' İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Yayınları tarafından yayımlandı. Eser, başta Gökhan Akçura olmak üzere sinema ve tiyatro üzerine alanında uzman yazar ve akademisyenlerin yazılarından meydana geliyor.

Muhsin Ertuğrul’un sanat hayatı, tiyatro ve sinema tarihine yaptığı katkıların yanı sıra bu iki sanat dalının gelişim serüvenini de mercek altına alıyor.

Tiyatronun büyük duayeni Muhsin Ertuğrul, 1893 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Annesi Alman asıllı Fatma Dilruh (Verdrich) Hanım, babası ise Osmanlı Hariciye Nezareti veznedarlarından Hüseyin Hüsnü Bey'dir.

Sırasıyla Özel Tefeyyüz Mektebi, Dar’ül-Edeb, Soğukçeşme, Toptaşı rüştiyeleri ve Mercan İdadisinde eğitim görür. Gedikpaşa’daki Özel Tefeyyüz Mektebinde okurken izlediği oyunlar, onda ömür boyu sürecek tiyatro sevgisinin nüvesini oluşturur. Dönemine göre çağdaş bir tedrisattan geçtiği gibi daha sonraki yıllarda Almanca, Fransızca ve Rusça gibi yabancı dillere de vakıf olur.

1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet fikir hayatına kısa sürekli de olsa birtakım hürriyetler sağlar ve bunun kültür ve sanat ortamına da yansımaları olur. Nitekim tiyatro temsillerinin sayıları artar, halk hürriyet coşkusuyla tiyatro salonlarını doldurur.

Tiyatro aşığı on beş yaşındaki Muhsin Ertuğrul da Meşrutiyetin verdiği coşku ile dönemin en önemli tiyatro oyuncularından biri olan Burhaneddin Bey'den yardım isteyerek onun kumpanyasındaki 'Sherlock Holmes' piyesinde Bob rolüyle ilk defa sahneye çıkar. Bunu Napolyon Bonapart, Dreyfus, Othello, Gülnihal, Gave, Haydutlar ve Hamlet piyesleri takip eder.

Burhanettin Beyin yanı sıra Reşat Rıdvan, Vahram Papazyan ve Kınar Sıvacıyan, Muhsin Ertuğrul’un tiyatro sevgisinde payı olan sanatçılardandır.

1911 yılında Paris’e giden ve oradaki tiyatro sanatını yakından izleyen Ertuğrul, İstanbul’a dönüşünde kendi kumpanyasını kurar. 'Fahişe', 'Büyük Hata' piyeslerini sahneler, bu piyeslerin aynı zamanda başrolünde oynar.

1914 yılında Darülbedayi topluluğuna maaşlı bir sanatçı olarak alınır, 1918 yılına dek buradaki temsillerde rol alır. Ancak Temaşa Dergisine sıkça değindiği Müslüman kadınların sahneye çıkmıyor oluşunu protesto etmek için bir müddet sahneye çıkmama kararı alır.

Muhsin Ertuğrul 1919 yılında Almanya’ya gider ve sinema çalışmalarına odaklanır. Nabi Zeki Ekemen ile birlikte kurdukları İstanbul Film Şirketi adına 'Samson' isimli bir film çeker, aynı zamanda filmin başrolünde oynar. Daha sonra ise Kemal ve Şakir Seden kardeşlerle çalışarak onların film şirketi olan Kemal Film adına birtakım filmler çeker.

Bu filmler İstanbul’da 'Bir Facia-i Aşk', 'Boğaziçi Esrarı', 'Ateşten Gömlek', 'Leblebici Horhor', 'Kız Kulesinde Bir Facia', 'Sözde Kızlar’dır. Bunların ilk üçü hem basında hem de gişede büyük bir ilgi ile karşılanmışsa da, diğerleri Ertuğrul’un sinema karnesine kırık not olarak kaydedilir. Kemal Film ile Ertuğrul’un yolları böylece ayrılır.

Tiyatro çalışmalarına devam eden Ertuğrul, Müslüman kadınların sahneye çıkması ülküsünden vazgeçmez. Bu meseleyi sık sık Temaşa’da kaleme alır.

Nitekim 29 Temmuz 1923 tarihinde 'Hisse-i Şayia' isimli oyunda Bedia Muvahhit’in sahneye çıkmasıyla bu hayaline kapı aralar. İstanbul seyircisinin ise Müslüman kadın oyuncularla tanışması birkaç ay sonra 6 Aralık 1923’da gerçekleşir. Bir Othello uyarlamasıyla bu hayalini gerçek kılar. Oyunda Bedia Muvahhit Desdemona’yı, Neyyire Neyir ise Emilia’yı oynar.

Ertuğrul, tiyatro tarihimizde “Ferah Dönemi” diye önem atfedilen 1924-1925 tarihlerinde “Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları” adıyla bilinen tiyatro topluluğuyla birlikte zengin bir repertuarla seyirci tarafından da bir hayli ilgiye mazhar olan temsiller sahneye koyar. Ertuğrul’un genç oyuncular ve yazarlarla birlikte imza attığı bu dönem aynı zamanda çağdaş tiyatronun ülkemizdeki nüvesini oluşturur.

TİYATRO SANATI YENİDEN DOĞUYOR

Muhsin Ertuğrul sanat hayatı boyunca pek çok ülkeye gider ve orada sinema ve tiyatro hayatını yakından gözlemleyerek neler yapabileceğine dair bir nosyon geliştirir.

Almanya, Fransa ve Rusya bu seyahatlerin en önemlileridir. Bilhassa Rusya seyahati sırasında ülkenin sanat hayatı hakkında çok olumlu gözlemler edinir. Ayzenştayn, Meyerhold, Stanislavski, Dançenko, Tretyakov gibi önemli sanat adamları ile iştigal eder. Sinema çalışmalarını bir müddet Rusya’da sürdürür, Tamillia ve Spartaküs filmlerini çeker.

1927 yılında dönemin İstanbul Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın önerisiyle Darülbedayinin başına sanat yönetmeni olarak geçer ve 1947 yılına dek Darülbedayinin tek adamı vasfıyla, Şehir Tiyatrolarına dönüşmesi için elinden geleni yapar.

Oyuncuların sahne disiplinine uygun hareket etmesi için bir hayli çaba sarf eder. Üstelik yalnızca oyuncuların değil, seyircilerin de tiyatro izleme adabına uymalarını ister. 1924 yılında hazırlattığı tiyatro izleme adabı broşürü Ertuğrul’un bu idealist tavrına dalalettir. Broşürdeki maddeler şu şekildedir:

Md. 1: Tiyatro eğlence yeri değil, büyüklerin mektebidir.

Md. 2: Tiyatroya mümkün mertebe temiz giyinilip gidilir ve gürültüsüzce bir mevkide oturulur.

Md. 3: Perdenin açılacağını ihbar eden işaretten sonra, perde kapanıncaya kadar artık bir kelime bile konuşulmadan yalnızca eser dinlenir. Bir milletin bilgi ve anlayış seviyesi san’at eserlerine ve sanatkarlarına gösterdiği alaka ile ölçülür.

Md. 4: Tiyatroda sigara içmek doğru değildir. Fakat mecburiyette perde aralarında içilir.

Md.5: Perde aralarında istirahat müddetleri evvelce tayin ve ilan edilmiştir. Sabırsızlanmak bu müddeti kısaltmaz.

Md. 6: Islık çalmak, ayakları yere vurmak, (lüzumsuz yere) alkışlamak takdir etmek değildir.

Muhsin Ertuğrul tiyatronun yaygınlaşması, kitlelerin itibar ettiği bir eğlence olması için çabalar. Ancak elindeki insan kaynağı oldukça kısıtlıdır. Zira Cumhuriyet öncesi tiyatro kumpanyalarında oynayan oyuncuların tamamına yakını gayrimüslimlerden –bilhassa Ermenilerden ibaretken, "tehcir", gayrimüslimlere uygulanan dışlayıcı politikalar ve yeni rejimin ulus-devlet olmaya teşne hamleleri bu kesimin yurtdışına gitmesine sebep olmuş ve sahneye çıkacak yetenekli oyuncu kalmamıştır.

Ertuğrul, tiyatro sanatçısı yetiştirmek için bir okul açılması arzusunu ilk defa Atatürk ile paylaşır. Hamdullah Suphi’nin yaptırdığı Yeni Türk Ocağı Tiyatrosunun açılış töreninde sahneye konan oyunları Atatürk de izler ve temsil sonrası, Ertuğrul’a hükümetten ne gibi bir yardım istediğini sorduğunda, bir tiyatro okulunun açılmasını arzu ettiği belirtir.

Nitekim 1930 yılının Ağustos ayında İstanbul Belediyesi ve Maarif Vekaleti desteğiyle Tepebaşı Tiyatrosunun üst kısmında bir okul açılır. Okul sınav yaparak öğrenci seçecektir.

Okulun açıldığı ilk sene sınava 34 öğrenci başvurur. Bu öğrenciler arasında erken dönem tiyatro tarihimizde iz bırakmış kadın oyuncularından Semiha Berksoy da vardır. Berksoy’un sınav parçası Ertuğrul’un isteği üzerine Shakespeare’in 'Hırçın Kız' isimli oyunundan bir bölüm olur.

Ancak Berksoy’un başarısına rağmen başvuru yapan diğer adaylar yetenek açısından beklenenin altındadır. Okul kapılarını ilk sene yalnızca altı öğrencisiyle açar.

Bir de şu var: Müslüman aileler çocuklarının tiyatrocu olmalarını istemezler. Neyse ki, zamanla bu algı değişmeye başlar. Bilhassa tiyatro sanatının yaygınlaşması, okuldan mezun öğrencilerin devlet tiyatrolarında iş bulma garantisinin olması okula başvuran öğrenci sayısında artışa sebep olur.

Her tiyatro döneminde Avrupa sahnelerinde sükse yapan oyunları uyarlayarak sahneye koyar Ertuğrul. Yaz tatillerinde ise tiyatro çalışmalarına ara vererek sinemayla uğraşır. Keza 1931 yılında ilk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında’yı ve bu filmi takiben 'Bir Millet Uyanıyor ve Kaçakçılar' isimli filmleri çeker.

Bu yapımları 1932 -1936 yılları arasında gösterime soktuğu Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Cici Berber, Naşit Dolandırıcı, Fena Yol, Milyon Avcıları, Leblebici Horhor Ağa, Aysel Bataklı Damın Kızı isimli filmler takip eder. Bilhassa Cahide Sonku’nun başrolünde oynadığı 'Aysel Bataklı Damın Kızı' gişede, basında bir hayli başarı gösterir ve Sonku’nun bir yıldız olmasında önemli rol oynar.

Muhsin Ertuğrul 1979 yılında aramızdan ayrılana dek daha nice oyuna ve sinema filmine imza atar. Türkiye sanat hayatında iz bırakan oyuncuları sahneye ilk defa o çıkarır. Tiyatro oyunlarının yanı sıra müzikli oyunlar, operetler ve revüler de sahneler.

Konservatuarda dersler verir, kendisinden sonra gelenlere yaptıkları ve vizyonuyla ışık tutar. Batılı anlamda ilk özel sahne olan Küçük Sahne’yi 1951 yılında o kurar. O Küçük Sahne ki, başta Münir Özkul, Sadri Alışık, Haldun Dormen, Ali Poyrazoğlu, Gülriz Sururi, Engin Cezar olmak üzere bugün efsane diye addedilen nice sanatçıya okul olacak, namı günümüze ulaşacaktır.

Muhsin Ertuğrul isimli eser sanatçının yaşamı kadar tiyatro ve sinemaya yaptığı katkıları, modernleşme sancılarının en yoğun olduğu dönemde verdiği mücadeleyi, kimi zaman iktidarı kızdırmak pahasına meslek etiğinden vazgeçmeyişini ele alıyor.

Esere Gökhan Akçura’nın yanı sıra Efdal Sevinçli, Nesim Ovadya İzrail, Prof. Dr. Murat Tuncay, Sündüz Haşar, Zeynep Miraç, Hilmi Zafer Şahin, İrfan Dağdelen, Orhan Alkaya, Burçak Evren, Oya Kasap Ortaklan, Elif Rongen Kaynakçı, Ali Özuyar, Ali Can Sekmeç de yazılarıyla katkıda bulunuyor.

Öne Çıkanlar