'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü

Yahudi Haham Sabetay Sevi’nin İzmir’de Agora harabeleri içindeki evini anlatan 'Şehir ve Mesih' belgeseli SİYAD Sinema Ödülleri'ne aday gösterildi. Yönetmen Aylin Kuryel, "Alelade bir binanın böylesine ulaşılamaz bir yere dönüşmesi mesihliğe ve hafızaya dair bir tür absürt metafora dönüştü" dedi.

'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü

Sinan ŞAHİN


ANTEP- Aylin Kuryel ve Raşel Meseri imzalı 'Şehir ve Mesih' belgeselinde 17'nci yüzyılda yaşayan ve kendisini Mesih ilan eden Yahudi Haham Sabetay Sevi'nin İzmir’de Agora harabeleri içinde kalan evi toplumsal bir hafıza mekanı olarak görsel bir dille anlatılıyor. Belgesel, Yahudi kültürel mirasının bugününü, Sevi'nin evinin çevresinde bulunan esnaf ve göçmenlerin gözünden anlatırken, aynı zamanda Sevi'ye ve evine dair bilinmezliğin ve belirsizliğin izlerini sürüyor.

SİYAD ÖDÜLÜNE ADAY GÖSTERİLDİ

2024 yılında izleyici ile buluşan belgesel, 57'nci Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Türkiye Sineması Ödülleri’nde Ulusal Kısa Belgesel dalında aday gösterildi.

Yönetmen Aylin Kuryel, belgeseli Artı Gerçek'e anlattı.

'SABETAY SEVİ'NİN EVİ TARİH, TURİZM VE KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN ODAĞINDA'

- 'Şehir ve Mesih' belgeselini çekmeye nasıl karar veriniz? Bu hikayeyi sizin için ilgi çekici veya anlatmaya değer kılan neydi?

'Şehir ve Mesih', 17'nci yüzyılda kendini mesih ilan etmiş, İzmir'den Kudüs'e kadar takipçi edinmiş Yahudi bir haham olan Sabetay Sevi’nin doğduğu düşünülen evi merkeze alan bir deneme-film. Bu ev İzmir’in Agora bölgesinde uzun zamandır metruk duran bir binaydı, son yıllarda restore edildi. Edinebildiğimiz bilgilere göre, önce Sabetay Sevi Evi ismiyle veya bir müze olarak açılması planlanıyordu fakat daha sonra bu planlardan bir şekilde vazgeçildi. Birkaç yıl önce evin önüne yerleştirilen Sabetay Sevi Evi tabelası çok kısa bir süre içinde kaldırıldı. Agora bölgesi karmaşık bir kent mekânı. Bir yandan kentsel dönüşüm planlarının odağında olan bir yer. Sevi’nin evinin de içinde yer aldığı ören yeri turizme açılmış durumda. Yaklaşık 50'li yıllara dek değişen yoğunluklarda ekseriyetle Yahudi, Rum ve Levantenlerin yaşadığı bu bölgede son yıllarda restore edilen ve aktif hale gelen sinagoglar mevcut. Bir yandan yerel yönetim ve çeşitli Avrupa Birliği fonlarının iş birliği ile canlandırılmaya çalışılan bir Yahudi kültürel mirası, diğer yandan yüzyıllardır orada dükkân sahibi olan esnaf geleneği, bir diğer yandan bu bölgeye yerleşen göçmenler...

'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü - Resim : 1
Yönetmen Aylin Kuryel

'GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ BELİRSİZ BİR EV'

Sevi’nin doğduğu ev, Havra Sokağı olarak bilinen sokağın hemen karşısında, Smyrna Antik Kenti'nin Helenistik ve Roma dönemlerine ait kalıntılarının yer aldığı ören yerinin içinde. Bu karmaşık kent mekânının ortasında yükselen, geçmişi ve geleceği belirsiz bir ev. Raşel ile beni çekim yapmaya iten sahne aşağı yukarı bu. İzmirli olmamızın ve Raşel’in (belgeselin diğer yönetmeni) zaten uzun zamandır hem Sabetay Sevi’nin tarihiyle ilgileniyor hem de İzmir Yahudi tarihi ve azınlıklaştırılma deneyimlerinin merkezinde yer aldığı romanlar yazıyor olmasının da bu hikâyeyi takip etmek istememizde etkisi olsa gerek.

RESMİ TARİHİN DIŞLADIKLARI VE ŞEHİR EFSANELERİ...

Baştan itibaren, doğrudan Sabetay Sevi ile ilgili bir belgesel yapmaktansa bu evi merkeze alan ve daha ziyade şehir efsanelerini toplamaya çalışan bir form vardı aklımızda. Evin geçirdiği dönüşümlerde etkin olmuş ya da bunlara uzaktan tanık olmuş, evin çevresinde yaşayan veya çalışan insanlarla konuşma fikri bizi heyecanlandırdı. Bu konuşmaların bugün 'Mesih' denilince akla neler geldiğine, bölgenin azınlık tarihinden geriye neler kaldığına, şehrin ahvaline dair neler söyleyebileceğine dair merakla başladık. Sevi figürü etrafında tetiklenen hafıza, resmî tarihin dışladıklarına, dolaşımdaki şehir efsanelerine ve bölgenin geçmişine dair ipuçları verebilir diye düşündük. Bir yandan da küçük bir dedektiflik boyutu kazandı süreç: Evin akıbeti ne olacak? Biz bu eve girebilecek miyiz?

'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü - Resim : 2
Sabetay Sevi'nin evi

'ANTİSEMİT SÖYLEMLERİN VE MİLLİYETÇİ KOMPLO TEORİLERİNİN MALZEMESİ OLMUŞ BİR KONU'

- Sabetay Sevi'nin evi neyi ifade ediyor? Siz belgeseli çekerken nereye dokunmayı amaçlıyordunuz?

Sabetay Sevi, 1626’da İzmir’de doğuyor, Kabala üzerinden Ortodoks anlayışa alternatif bir öğreti ortaya koyuyor ve kendini mesih olarak ilan ediyor. 1660’larda İzmir’den Kudüs, Amsterdam ve Kahire’ye yayılan bir hareket haline geliyor. Osmanlı otoriteleri bu durumdan hoşnut olmuyor. Uzun hikâyenin kısası; Sevi Edirne’de yargılanıyor ve Müslüman olmaya zorlanıyor. Hareketin bir kısmı da onunla birlikte Müslüman oluyor fakat farklı düzeylerde devam eden bir kimlik bileşeni ve bir dizi pratik olarak varlığını sürdürüyor Sabetaycılık bugüne dek. Bu konu üzerinden Osmanlı’nın Müslümanlaştırma politikalarına, Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkleştirme politikalarına, Türkiye'de ulus-devletleşme ve modernleşme süreçlerine, azınlıklaştırma politikalarına dair çok şey söylenebilir. Fakat daha ziyade, bildiğimiz gibi, farklı kesimlerin ürettiği antisemit söylemlerin, milliyetçi komplo teorilerinin malzemesi olagelmiş bir konu. Buna rağmen, son yıllarda hem araştırmacıların hem de Sabetaycı/Selanikli kimliğiyle farklı biçim ve düzeylerde ilişkilenenlerin anlatıları ile genişleyen bir söz alanı var. Bizim, Sevi’nin evinin hikayesini ve tarihin şu noktasında, o evin çevresinde mevcut olan söylemleri, bilgi parçalarını, deneyimleri, şehir efsanelerini toplama arzumuz da bu söz alanına katkıda bulunma isteği belki. Gündelik bir hikâyenin bazı tarihsel ve kültürel katmanları görünür kılmaya olanak verdiğini düşününce belgesel yapma arzusu da hareketleniyor.

'HER SES TOPLUMSAL HAFIZANIN NASIL AKTARILDIĞINA DAİR BİR ŞEY SÖYLÜYOR'

- Sabetay Sevi'nin evinin önünde her gün kamera kurdunuz. Belgeselde evin bulunduğu bölgenin sakinleri ile görüştünüz. Orada konuşan hemen herkesin Sebatay Sevi'ye ve evine dair anlattıkları birbiriyle örtüşmüyor. Bu sizin işinizi güçleştirdi mi, yoksa orada başka bir şey mi anlatmaya çalıştınız?

Yaklaşık bir sene boyunca ara ara gidip çekim yaptık. Hem evi çektik hem de söyleşiler yaptık. Filmde de mevsim geçişleri görülebilir. Birçok belgesel sürecinde olduğu gibi, bir mekâna dışarıdan gelen insanlar olarak önce hafif şüphe ile gelip gittikçe ise rahatlayan tavırlarla karşılanıyorsunuz. Kent mekânını farklı pozisyonlarda dolduran kişiler kente dair bildiklerini ve beklentilerini paylaşmaya meyilli zaten. Aklımızda Sabetay Sevi ve evi ile ilgili kapsamlı tarihsel bilgi aktarmaktan ziyade, bölük pörçük söylem parçalarını bir araya getirmeye yönelik bir film vardı. Bu konuya dair ve bu çerçevede hareket etmenin doğurduğu kaygılara, filmin parçası olan üst ses/günlük biraz değiniyor. Bir yandan da tam da bu yüzden, insanların az ya da çok konuşması, aktardıklarının doğru veya yanlış olması tam olarak bir sorun teşkil etmiyor. Evin çevresinde dolaştıkça Sabetay Sevi farklı ağızlarda kâh Yahudi bir haham kâh Ermeni bir papaz kâh Spinoza’yı andıran anarşist bir mesihe dönüşüyor. Karşımızdaki bina eski bir hapishane oluyor, altında hazine aranan mağaralar yer aldığı söyleniyor ya da AVM olarak açılması arzulanıyor. Tarihle ve şehirle kurulan ilişkiye, toplumsal hafızanın nasıl aktarıldığı veya aktarılamadığına dair bir şeyler söylüyor nihayetinde tüm bu sözler.

'ÇEVRESİNDE HAYALET SESLERİN DOLAŞTIĞI PERİLİ BİR EV'

-Belgeselin hem girişinde hem devamında belli aralıklarla bölgedekilerin seslerini aynı anda veriyorsunuz. Bu çok seslilik veya ses kalabalığı neyi ifade ediyor?

Sabetay Sevi’nin kendisi ve evi ile ilgili her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu, bizim kafamız dahil. Sabetay Sevi’nin kimliği, dini, yaşadığı yıllar, hikayesi ve hatta ismi adım başı değişebiliyordu. Kâh kente dair beklentilerin ve hayal kırıklıklarının, kâh azınlıklara dair tanıdık stereotiplerin, kâh konuşulması kolay olmayan bir tarih ve kimlik bileşeninin dile gelmesi için bir portal gibi gördük Sabetay Sevi’nin evini. Kimi birbirini yankılayan kimi de bambaşka bir telden çalan tüm konuşmaları filme katmak mümkün değildi, gerekli de değildi zaten. Kurgu masası başka çözümler sunar her zaman. Konuşmaları ara ara üst üste bindirerek bir uğultu olarak kurgulamak, içine de Sabetay Sevi’nin sevdiği iddia edilen bir aryayı katmak, filme girmeyen birçok başka sözün ve deneyimin -filmden önce ve filmden sonra- bu evin çevresinde hayalet sesler olarak dolandığı ve dolanacağı hissiyatını besledi. Zaten bize de tam açık olmayan sebeplerden dolayı yanına yaklaşılamayan bu bina, bir tuhaf hafıza(sızlık) mekânı gibi, çevresinde söylenceler, tevatürler, hatıralar… Silinmeye gayret edilmiş bir tarihten geri dönenlerin, dönemeyenlerin, unutulanların yerini alan yeni hikâyelerin musallat olduğu, adeta perili bir ev. Çevresinde de olanca hızıyla gündelik hayat akıyor.

'KAMERAYI KONUŞANLARA DEĞİL, EVE ÇEVİRDİK'

-Konuştuğunuz kişilerin yüzleri yok. Onlar konuşurken kadraj Sabatay Sevi'nin evine dönük. Belgeselin çok büyük bir bölümü bu şekilde devam ediyor. Mekan odaklı bu tercihin bir sebebi var mı?

Uzun soluklu ve derinlemesine söyleşilerden ziyade, gündelik konuşma parçalarını, bilinç akışlarını, ağızdan çıkıverenleri kaydetme peşindeydik. Söylenenin konuşan kişiye dair hangi bilgiyi verdiğinden ziyade, söyleşilerde ortaya çıkan örüntülerin toplumsal hafızaya dair ne dediğine bakmaya iten bir tarafı var yüzleri kadraja taşımamanın. Ayrıca evin akıbetine dair belediye, Kültür Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Anıtlar Kurulu gibi çok çeşitli kurumların dahil olduğu bir harita var ve birçok kesimin derdi olan bir figür hakkında konuşuluyor. ‘Konuşurum ama yüzümü göstermeyin’ diyen çok kişi de oldu süreçte. Biz de bu sebeplerden kamerayı konuşana değil, onun bakış açısına çıpa atarak eve doğru çevirdik. Dükkânların içinden, pencerelerden, kaldırımdan, yansımalarından, güneşte, gölgede kaç tane ev imgesi bulabiliriz fikriyle hareket ettik görsel dili kurarken. Bir de günlük tutuyorduk çekim yaparken, kadraja girmeyenleri ve çekim yaparken düşündüklerimizi unutmamak için. Bu günlük fragmanları da filmin parçası oldu en sonunda.

'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü - Resim : 3

LAHİTLER, KARGALAR, SİYAH TÜLLER…

-Belgeselin bazı bölümlerinde lahitlere benzeyen taşların sulandığına yer vermişsiniz. Aynı zamanda evin çevresinde uçuşan kargalar ve yırtık siyah bezlerden eve bakan kamera açıları… Bütün bunlar izleyiciye ne anlatıyor?

Az önce bahsettiğim gibi buranın bir perili ev olduğunu. Şu bana ilginç geliyor; aslında oldukça tanıdık bir hikâye anlatılan. Hafıza mekanları yıkılır, hassasiyetler ve kâr politikaları devreye girer, şehir efsaneleri ulusal kuruluş mitleri ile konuşur, stereotipler kol gezmeye devam eder. Fakat tanıdık olduğu kadar da tuhaf ve absürt. Dört yüz yıl önce yaşamış birisinin, 2025’te İzmir Agora bölgesinde tartışma yaratan evi. Dokunan yanar gibi davranılıyor. O halde bu evi nasıl karakterleştirmeli? Lahitler, kargalar, siyah tüller görünce kaçırmak olmaz.

'EVE GİREMEDİK, TÜRKAN ŞORAY KANUNLARI GEÇERLİYDİ'

-Sanırım evin içinden görüntü alınması yasaklanmış. Oradan görüntü almak için bir başvuruda bulundunuz. Neden yasak?

Keşke bilebilsek. Mekânın Sabetay Sevi Evi olup olmamasına hangi mercilerin, hangi sebeplerle karar verdiğini bilmek mümkün değil. Daha önce de bahsettiğim gibi, farklı siyasi kesimlerin çekindiği veya araçsallaştırdığı bir isim Sabetay Sevi. Bir yandan Yahudi cemaatinin de pek hazzetmediği bir figür, bağlantılandırılmak istemediği bir konu. Fiziksel mekan olarak, ören yeri içinde kalan bu binanın mülkiyet ve kullanım tasarrufu farklı aktörlerin elinde ve bu konuda da çok kesin bilgiler yok ortada. Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediye, Anıtlar Kurulu… Fakat eve yaklaşmak için izin almaya çalıştığımız süreçte irtibata geçtiğimiz onlarca insandan birinin dediği gibi 'Türkan Şoray Kanunları' geçerliydi bizim için. Ören yerinin o kısmına girilemiyor, eve sadece uzaktan bakılabiliyor.

'ULAŞILMAZ BİR BİNA YAKLAŞMAYA ÇALIŞMAK ABSÜRT BİR METAFORA DÖNÜŞTÜ'

-Bu belgeseli çekmek için yola çıktığınızda neyi amaçlıyordunuz, yolda nelerle karşılaştınız? Hikâyenin sizi en çok etkileyen kısmı neydi?

Temel amaç olmasa da evin çevresinde ve içinde rahatça çekim yapabileceğimizi zannediyorduk. Bunun yerine kendimizi izin almak için çeşitli kurumlarda dil dökerken, dilekçeler yazarken, telefonlar açarken bulduk. Keşke o konuşmaları da kaydetseydik, bir belgeselcinin kendisine şaibeli bir şey yapıyormuşçasına yöneltilen 'neden bu belgeseli yapmak istiyorsunuz' sorusuna verdiği çeşitli cevapların belgeseli de iyi olurmuş. Bizim filme de bir şekilde sızdı binaya yaklaşma çabası ve imkânsızlığı. Alelâde bir binanın böylesine ulaşılamaz bir yere dönüşmesi aslında mesihliğe ve hafızaya dair bir tür absürt metafora dönüştü.

'SİYAD ADAYLIĞI GÜZEL BİR SÜRPRİZ OLDU'

-Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), bu yıl 57'nci kez dağıtılacak Türkiye Sineması Ödülleri’nin belgesel, kısa ve fantastik film kategorilerinde belirlenen adaylarını duyurdu. 'Şehir ve Mesih', Ulusal Kısa Belgesel dalında ödüle aday gösterildi. Bunu bekliyor muydunuz?

Güzel bir sürpriz oldu.

'Şehir ve Mesih'in yönetmeni Kuryel: Ulaşılmaza yaklaşmaya çalışmak absürt bir metafora dönüştü - Resim : 4

AYLİN KURYEL KİMDİR?

Aylin Kuryel, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yüksek lisans ve doktorasını Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz (ASCA) programında, milliyetçilik(ler) ve imaj politikaları üzerine yaptı. Amsterdam Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyor. Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities (Rodopi Press, 2011), Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik (İletişim Yayınları, 2015) Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü (İletişim Yayınları, 2017) ve Sıkıntı Var: Sıkıntı Üzerine Denemeler kitaplarının derleyenleri arasında yer aldı. Belgeselleri arasında Ulysses Çevirmek (2023), Bir Savunma (2021), Balkon ve Bizim Rüyalar (2020), Cemile Sezgin (2020), Baştan Başa (2018) ve Hoşgeldin Lenin (2016) var.

belgesel antisemitizm hafıza Milliyetçilik