Tarihin tanıklığında Ian McEwan’dan 'Dersler'
Merve KÜÇÜKSARP
Artı Gerçek - Türkiyeli okurun 'Cumartesi', 'Kefaret', 'Masumiyet' ya da 'Özel İlişki' gibi romanlarıyla tanıyıp sevdiği, Man Booker ödüllü yazar Ian McEwan’ın yeni romanı Dersler, Lale Akalın çevirisi ile Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Dersler, romanın başkişisi Roland Baines’in çocukken yaşadığı travmanın hayatı boyunca dalga dalga yayılan etkilerinin yanı sıra Avrupa tarihinin siyasi çalkantılarının yoğun olduğu son yetmiş yılının otopsisini yapıyor.
McEwan romanlarında otobiyografik öğeleri kullanarak yeni bir gerçeklik yaratan, hayalle gerçeği harmanlayan bir yazar. Keza bu romanında da, kendi gerçek hayatından izler - askerlik geçmişi olan bir aileden gelişi, İngiliz yatılı okullarındaki eğitim yılları, sorunlu, sert bir babaya sahip oluşu- bulunuyor. Diğer romanlarında görülen çocukluk travmalarının hayatın daha sonraki zamanlarında ortaya çıkışı Dersler’de de romanın temel izleğini meydana getiriyor. Eser, Roland’ın geçmişte yaşadığı bir olayla yüzleşmesini ve bunun etkilerinden kurtulmaya çalışmasını konu alıyor.
Okur, Roland’ı 1986 yılında karısı Alissa’nın onu terk edişinden sonra tanımaya başlıyor. Aynı zamanda bir şair olan Roland, karısından ayrılmanın şokunu atlatmadan küçük oğlunun sorumluluğu ile baş başa kalmıştır. Terk edilmenin kırgınlığı, küçük bir çocuğa bakmanın zorluğu, bir yandan da SSCB’de patlak veren ve Avrupa’yı radyasyon bulutları ile tehdit eden Çernobil felaketinin yılgınlığı Roland’ı umutsuzluğa düşürür.
Radyasyondan korunmak için eve kapandığı sırada hafızasındaki kilitli sandıklarının açılmaya başladığını fark eder. Ergenlik döneminde yaşadığı bir olayı hatırlamaya başlar ve bugüne dek yaşadığı hayatın aslında o olayın tesirinde olduğunu anlar. Zamanın bir süreklilik halinde olduğunu da…
Hafızasının mahfazasında saklı olan olay ise şöyledir:
On dört yaşındayken bir gün Roland müzik öğretmeni Miriam Cornell’ın evine davetsizce gider. Tarihler 1962 yılının Ekim ayını gösterir ve dünyanın siyasi gündeminde Küba füze krizi vardır. Roland ergenliğe henüz yeni adım atmış, kimseyle cinsel bir ilişki yaşamamış, bunu yaşamadan ölmekten de aynı zamanda korkmaktadır. Öğretmeni Miriam onun arzusunu yerine getirerek onunla ilişkiye girer ve yirmi beş yaşındaki öğretmen ile on dört yaşındaki öğrencisi arasında erotik bazı deneyimler yaşanır.
İlk cinsel hatıra olarak hafızasında taçlanabilecek bir ilişki zamanla deneyimli kadının genç öğrencisini istismar ettiği, acı bir travmaya dönüşür. Zira Miriam sıra dışı arzularına genç bir çocuğun heyecanını alet eder ve aylar sonra ilişki bittiğinde bu genç çocukta hayat boyu hissedeceği ahlaki bir sorumluluk, sızlayacak bir istismar yarası bırakır.
Bu yara ise karısının onu terk edişiyle beraber canını daha da çok yakmaya başlar. İki hatıra birbirinden her ne kadar farklı olsa da, Roland yaşamında bir süreklilik olduğunu, bir şekilde iki kadının –karısı ve öğretmeni- kurbanı olduğunu, her ne yaşarsa yaşasın son kertede acı çekmeye yazgılı olduğunu düşünür. Romandaki insanın acıdan kaçamayacağına dair şu sözler Roland’ın bu inancını ihtiva eder:
“…İnsanın kendi yarattığı cehennem ilginç bir yapıydı. Kimse hayatı boyunca bir cehennem, en azından bir tane yaratmaktan kaçınamıyordu. Bazı hayatlarsa cehennemden başka bir şey değildi. İnsanın kendine verdiği ıstırabın karakterinin bir uzantısı olduğunu söylemek bile abesti. Ama Roland bunu sık sık düşünüyordu. Bir işkence makinası yapıyordun ve içine girip yerleşiyordun. Tam size göre, her türlü acılarımızdan buyurun: Çeşitli işlerimizden, içme eğiliminden, uyuşturuculardan, yakalanma korkusuyla katmerlenmiş suça kadar beğenin beğendiğinizi…”
Romandaki politik olaylar, Walter Benjamin’in tasvir ettiği o meşhur tarih meleğinin yakalayamayacağı kadar hızla seyir alırken, Roland da tarihin akışıyla birlikte sürüklenir. Hem kendi yaşamındaki olaylar etkisiyle sürüklenir, hem de dış dünyanın etkisiyle… Kendi hayatında onu sürükleyenler ekseriyetle kadınlardır.
Önce annesinin cesaretsizliği ve ürkekliği onun kişiliğine şekil verir. Daha sonra öğretmeni Miriam onu istismara dönecek bir cinsel deneyime, karısı Alissa ise onu evliliğe ve babalığa doğru sürükler. Karısı hayatından çıkarken bile Roland’a söz hakkı bırakmaz ve onun hayatının rotasını, küçük çocuklarını ona emanet ederek belirler. Alissa’nın yazarlığı anneliğe tercih etmesinin bedelini Roland öder. Keza iş hayatında da Roland’ın sürüklenişi devam eder. Yazar, Roland’ın daha çocukluğunda başlayan bu “sürüklenişi” -bunun daha sonraki zamanlarda da devam edeceğine işaret verircesine- şu cümlelerle anlatır:
“…yetişkinlerin zamanına ve yükümlülüklerine geçiş yapmalıydı. Daha önceleri gözle pek görülmeyen, sisli olaylar içinde yetişmişti, hangi sırayla olduklarına dikkat etmemiş, saatler, günler ve haftaların akışına kapılmış, en kötü ihtimalle onlarla birlikte düşe kalka ilerlemişti. Tek hakiki zaman işaretleri doğum günleri ve Noellerdi. Zaman alıp kabul ettiğin bir şeydi. Evde zamanın akışını annesiyle babası denetliyordu, okulda ise her şey sınıf içinde olup bitiyordu ve her gün tekrarlanan olaylarda arada sırada gerçekleşen kaymaları yönlendirenler de ona refakat eden, hatta elini bile tutan öğretmenlerdi.”
Ve elbette tarihteki olaylar da şekil verir Roland’ın akıbetine. Savaş sonrası İngiltere'de yaşananlar, Avrupa'nın yeniden birleşmesi; Çernobil felaketi, Thatcherizm ve AIDS krizi; Yeni İşçi Partisi ve Irak işgali ve pandemi… Roland hayatı içinde salahiyetsizce seyir alırken hem hayatında zuhur eden olaylardan hem de tarihin cilvelerinden ayrı ayrı dersler alır. McEwan, Roland’ın kişiliğinde bir açıdan, tarihin rüzgarıyla savrulan savaş sonrası çocuklar diye nitelendirilen Baby-boomer kuşağını taşlar.
Ancak bir yandan da Roland kendi kişisel tarihinin –belki de makro tarihin- büyük bir yapboz olduğunun farkındadır. Bu yapboz içerisindeki küçümen parçaların bazıları -hayatındaki kötü tercihler, kötü olaylar-, bütüne bakıldığında bu olaylar, daha önemli ve iyi şeyler için gerekli parçalar olabilir. Tıpkı kötü sonuçlanan evliliğinin ona çok sevdiği oğlunu getirişi gibi... Romanın yapısı da Roland’ın bu bakış açısını yanıştır. Nitekim her sayfa ayrıntılarla dolu olmasına rağmen, her ayrıntı büyük yapbozun küçümen bir parçasıymışçasına gereklidir. Fuzuli bilgi ya da yazar gösterişçiliği yoktur.
Dersler, Ian McEwan’ın kimi zaman gerçek tarihi bilgilerle, kimi zaman ise kendi hayatından küçük kesitlerle ördüğü, kurgu ile otobiyografinin ustaca bir karışımıdır. Sıradan bir bireyin tarihin akışında kendi küçümen varoluş mücadelesine yer vermesinin yanı sıra aşka, hayata ve zaman mefhumuna dair bitimsiz soruların sorulduğu, yazarın cevabını okura bıraktığı etkileyici bir romandır aynı zamanda.