Taşrada öteki olmak
Kadir IŞIK
Artı Gerçek - Sanatın birçok dalında, özellikle edebiyat ve sinemada son yıllarda çok sık işlenen konulardan biri taşra. Dışarıdan sakin, huzurlu görünümüne rağmen içinde derin sırlar barındıran kapalı bir yapı. Sadece yabancı sinemada değil, son dönem ülkemizde yapılan filmlerde de konu genellikle taşrayı merkezine alıyor. Sanırım bunun sebeplerinden biri ne köyden çıkabildik ne şehirli olabildik, arafta yaşıyoruz, dolayısıyla hikayemizi anlatarak içinde bulunduğumuz durumu aşmaya çalışıyoruz.
Göç tek başına bir yerden bir yere taşınmak değil, çoğu zaman beraberinde aidiyet gibi kişinin bütün yaşamına sirayet eden sorunlarla da cebelleşmesi demek. Yerimiz yurdumuz değişti mi artık ne bir yere sığabiliyoruz ne de geriye dönebiliyoruz. Üzerinde yaşamak zorunda bırakıldığımız zemin kayganlaşıyor, hakkında yazılacak, söylenecek, konuşulacak çok malzeme çıkıyor ortaya. En çok sinemanın, edebiyatın dili bu ağrıyan, bir türlü huzura erdiremediğimiz yanımıza dokunuyor.
Son günlerde izlediğim 2022 yapımı 'As Bestas' (Yaratıklar) filmi yabancı düşmanlığı, ötekileştirme, aidiyet ve göçü merkezine taşıyan, etkisinden uzun süre kurtulamadığım filmlerden. Filmin açılış sahnesinde, sürü halinde koşturan atlardan biri boynundan yakalanır ve üç kişi tarafından yere yıkılır, adeta teslim alınır.
Özgürlüğün, gücün, güzelliğin ve zarafetin simgesi bir atın yere yıkılması, daha en baştan bize sert bir hikayeyle karşı karşıya olduğumuzun emarelerini veriyor. Film ilerledikçe benzer bir sahnede bu kez bir insan görüyoruz.
Karısıyla Galiçya’nın iç kesimlerinde bir köye yerleşen Antoine iki köylünün saldırısına uğrar, öldürülür ve kaybedilir. Ama öldürüldüğü, katilleri dışında henüz kimse tarafından bilinmezken karısı, ortadan kaybolan kocasını köyün kırsalında aramayı sürdürür. Kocası kaybolmadan önce köylüler tarafından taciz edildiğini, kocasının başına her ne geldiyse, köyden komşuları Anta kardeşlerin bu kirli işte parmağı olduğunu bilmesine rağmen korkmadan, cesurca arayışına devam eder.
Fransız çiftin komşularıyla, köyden insanlarla yaşadığı gerilimin dozu film boyunca artarak devam etmektedir. Bütün hayatlarını köyde geçirmiş, köyün yerlisi Anta Kardeşler, evlerini, köye rüzgar enerji santrali kurmak isteyen şirkete satarak şehre yerleşmek istiyor. Birilerinin artık yaşamak istemediği, geride bıraktığı şehir yaşamı başka birilerinin hayali olmaktadır.
Ancak iki yıl önce köye yerleşen Fransız çift köyü terk etmiyor. Her ne kadar Antoine iki kardeşle ve onların anneleriyle bağ kurmaya, aralarındaki iletişimi normalleştirmeye çalışsa da öfkeli komşuları Xan ve kardeşi Lorenzo Anta’nın tek şartı, köyde rüzgar enerji santralı kurmak isteyen şirkete evlerini satmaları. Ayrıca köylüler arasında birlik sağlanmazsa şirket kısa süre sonra santralı başka bir köye kuracak, zaman gün geçtikçe daralıyor.
Fransız çift İspanyolcalarını köylülerle aynı dilde konuşabilecek kadar geliştiriyor, ama aralarında iletişim kurmak tek başına dille sağlanacak kadar basit değil. Ekonomik çıkarlar, yabancı ve öteki olmaları düşmanlığı körüklüyor.
Yönetmen, kamerasını köye yerleşen Fransız aile ile yerli halkın çatışmasında tarafsız bir noktaya yerleştiriyor. Herkes bir yanıyla haklı, seyirci olarak bir tarafı suçlamak zor. Ancak devleti, otoriteyi, iktidarı temsilen filmde boy gösteren iki polis, yabancı aileye, yer yer Fransız diye ötekileştirilen, tacize maruz kalan karı kocaya karşı tarafsız davranmıyor. Olga’nın sabırla, sükunetle, kararlılıkla kocasını arayışı her şeye rağmen film boyunca sürüyor.
Filmin görünen bir yüzü taşra, köy, doğa ve doğayla iç içe bir yaşam ama geri planda, kamera arkasında anne kız arasındaki gerilim filmin ikinci yarısında gün yüzüne çıkıyor. Paris’ten annesini ziyarete gelen Marie’nin, geçmişte annesiyle yaşadığı, ama üstü kapatılan sırların gün yüzüne çıkmasıyla ilişkileri farklı bir boyuta taşınıyor.
Sanki annenin de babanın da Paris’ten uzağa yeni bir hayat kurmak için değil de birilerinden kaçmak için oraya geldiklerini düşünüyoruz. Babasının inatçı, sert, baskın tavırları karşısında annesini itaatkar, pasif bir karakter olarak düşünüyordu, ta ki babasının film boyunca kendilerini taciz eden köylüleri kaydettiği kamera kaydını bir delil bulmak umuduyla izlediğinde, ebeveynleri arasındaki sevgiye dayanan sağlam ilişkiyi fark ediyor ve yanıldığını anlıyor.
Filmde seyirciye yansıyan gerçeklik duygusu ötekine farklı bir gözle bakmamızı, empati duygumuzu yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor. Benzer konuların daha sert, acımasız halleri bu topraklarda, Anadolu’da yaşanıyor. Yasalar çoğunlukla güçlüden, kendini otoritenin belirlediği üst kimlik kabul edenlerden yana işliyor.
Ayrıca Olga’nın (Marina Fois) asil duruşu, cesareti, kocasının geride bıraktığı yaşamı her şeye rağmen devam ettirmesi ve pes etmeden sonuna kadar gitmesi, içindeki savaşçı, güçlü yanı da ortaya koyuyor.
Taşraya yerleşmek isteyenler filmi izledikten sonra bir kez daha düşünecek, her şeyden önce, taşranın kendi içerisinde geçmişten gelen katı kuralları olduğunu hatırlayacak.
Her ne kadar bu kurallar son yıllarda yaşanan hızlı değişimin toplumu dönüştüren argümanlarıyla, sosyal medya, güncel iletişim araçlarıyla esnetilse de bir yabancıya karşı insanların acımasız olabileceğini unutmamak gerekiyor.
Senaryosu İsabel Pena ve aynı zamanda filmin yönetmen Rodrigo Sorogoyen tarafından kaleme alınan filmde diyaloglar çarpıcı ve her sahne, üzerine özenle çalışılmış, her cümle geri planında çoklu anlamlar barındırıyor. Antoine’nin ortadan kaybolmadan önce köylülerle kurmaya çalıştığı iletişim, gücünü güçlü diyaloglardan alan senaryosuyla benzerlerinden ayrılan bir yapıt.
Bir filmde de kurmaca bir eserde de diyaloglar hem zor hem de eserin gücünü ortaya koyan en önemli unsurlardır. Mümkün olduğunca az sözcükle çok şey anlatmak, anlatıma dayalı değil de yaşamın canlı yanını göstermeye dayalı bir film ya da kurmaca eser ortaya koymak her zaman seyircisini, okurunu cezbetmiştir.
Yönetmen: Rodrigo Sorogoyen
Senaryo: Rodrigo Sorogoyen ve İsabel Pena
Oyuncular: Marina Fois, Denis Monochet, Luis Zahera, Diego Anido