'The Bear'... Şefin menüsü: Hayaller, geçmiş ve anksiyete
Can ÖKTEMER
The Bear’ın yeni sezonu arayı soğutmadan yeniden izleyicinin önüne servis edildi. Geçtiğimiz yıl sinir krizi eşiğinde yeni lokantanın açılışı için çabalarken bıraktığımız 'The Bear' ekibi kaldığı yerden anksiyete atakları yaşayıp karşılıklı “canın cehenneme” replikleri eşliğinde menüyü hazırlamaya çalışıyor.
Dizinin ilk sezonu ünlü ve başarılı bir şef olmak için New York’a giden Carmen “Carmy” Berzatto’nun, abisinin ölümü üzerine onun işlettiği The Beef adlı lokantanın işletmeciliğini üstlenmek üzere Chicago’ya dönmesini anlatıyordu. İkinci sezon ise sıvaları dökülen, menüsünde sandviç dışında başka bir şey olmayan The Beef’in havalı menüsü, aydınlatması ve ambalajlanmış dış görüntüsüyle The Bear’e dönüşmesini anlatıyordu. Dizinin üçüncü sezonu ise mutfağın buzdolabında kilitli kalıp, geçirdiği anksiyete krizi sonucu “Kuzen” Richie’ye ve sevgilisi Claire’ye demediğini bırakmayan Carmen’in The Bear’de yaşadıklarını merkeze alıyor. Elbette mutfak ekibinin her bir ferdinin ayrı bir derdi, mental sorunu ve yas süreci var.
'The Bear’ın kâğıt üstünde son derece basit bir hikâye örgüsü var. Serinin dikkat çekici yanı iyi yazılmış karakterler, kaotik mutfak dünyasını neredeyse belgesel gerçekliğiyle anlatmasıydı. Bununla beraber dizi günümüz ekonomi politik gerçekliğine de değiniyor, Covid-19 sonrası yaşaması mucizelere kalmış küçük işletmecilerin durumunu ve emekçilerin bu zorluklarla nasıl başa başa kaldığını sloganik olmayan bir dille anlatıyordu. Dizinin bu anlamda gerçekçi bir mutfak dünyasından insan manzaraları sunduğunu söyleyebiliriz. Bu da diziyi anlatısal olarak güçlü kılıyordu.
Peki, yeni sezonda neler oluyor? Claire’yle ayrılan, “kuzen” Richie’yle arası bozulan ve anksiyete ataklarıyla boğuşan Carmen, kumandasına geçtiği 'The Bear’a itibarlı lokanta yıldızı almak için hırsla mücadele ediyor. Richie, eski eşinin yeniden evlenmesi süreciyle sulh sağlamaya diğer taraftan hayatını toparlamaya ve kızıyla olan ilişkisini düzeltmeye, Sydney mental sorunlarıyla ve iyi bir şef olmak için çabalamakla, Marcus ise toparlaması zorlu bir yas sürecini tamamlamaya ve hayatını devam ettirmeye çalışıyor. Carmen’in ablası Natalie ise hamile ve lokanta işletmeciliğinin gerginliğinin tam ortasında.
Görüldüğü gibi 'The Bear' ekibi yine gergin, yine kendisine bir yol arıyor ve geçmiş onların peşini bırakmayan kötü bir hikâye gibi her kapı başında gülümsüyor. Geçtiğimiz sezonda basketbol takımı metaforu üzerinden birlik olmanın ve dayanışmanın önemiyle sorunlar aşılmaya çalışıyordu. Yeni sezonda ise herkes dağınıklık içinde. Bunda da mutfağın kumandasındaki Carmen’in liderlik özelliklerinin ve mental sorunlarının ekibi bir araya getirmekten uzak oluşu. Dolayısıyla yaşanan en ufak kriz, yanardağ patlamasına dönüşüyor.
The Bear’in yeni sezonun en büyük açmazı ise hikâyenin geldiği nokta. Neticede ilk iki sezondaki ana motivasyon 'The Bear’in açılması, işlerin bir nebze düzelmesi ve yas sürecinin tamamlanmasıydı. Nihai hedefe yara bere içinde de olsa ulaşan ekibin hikâyesinin seyrinin geldiği noktada ise yeni bir şeyle karşılaşmıyoruz kanımca. Mutfak kaosu kaldığı yerden devam ediyor. The Beef ne kadar işçi sınıfı dostu mutfağı ve tasarımıyla o dünyadan izler taşıyorsa 'The Bear' da bir o kadar ambalajlı, şık ve üst sınıflara hitap ediyor. Dolayısıyla ortam farklı dünyaların insanlarına dönüşmüş durumda.
Carmen’in kişisel hırsları, geçmişteki yaraları, mental sorunlarına da yanıt buluyoruz lakin ilk iki sezondaki çarpıcılık bu sefer pek hissedilmiyor. Hikâye akışında bir tür aceleye gelmişlik hissi her bölüm ufak da olsa hissediliyor. Bununla beraber bir meslek dünyası olarak şeflerin yaşadığı sıkıntılar, mağlubiyetler ve mental sorunlar da başarılı bir şekilde anlatılmış. Günümüzde birer Rock Star muamelesi yapılan mutfak şeflerinin aslında nasıl yıpratıcı bir meslekle uğraştığı çarpıcı bir şekilde anlatılmış. Yine de geçmiş, gelecek ve şimdiyi birbirine bağlayan çok iyi yazılmış ve çok iyi çekilmiş harika bir ilk bölüm var elimizde. 'The Bear’ı dizi dünyasında ayrı tutan da bu sanırım. Mutfak ekibinden Tina’nın hikâyesinin anlatıldığı, 30 yaş üstü işsizlik ve çaresizlik halinde kapı kapı dolaşıp iş aramanın zorluklarının anlatıldığı bölüm ise bu sezonun en iyilerinden olmuş bana kalırsa.
'The Bear', ‘sıradan’ insan hikâyelerinden maharetli drama anlatmayı çok iyi beceriyor bu kabul ama esas büyük hikâyenin geldiği ve geleceği noktada ise biraz kafa karışıklığı var gibi geliyor. Yeni sezonun en büyük açmazlarından biri bu olmuş. 'The Bear' ekibi geçmiş ve gelecek arasından kendini sıyıramamış görünüyor.
Geçtiğimiz yıl 'The Bear’ın ikinci sezonu hakkındaki yazımı şu şekilde bitirmiştim. İzninizle yine aynı şekilde bu yazıyı bitirmek istiyorum çünkü yol devam ediyor:
Bazen her şey üst üste gelebilir, geçmiş ayakkabıya yapışan sakız gibi peşimize takılabilir, yaralar kapanmayabilir, zaman mengene gibi sıkıştırabilir, işler çıkmaza girebilir ama geleceğin ihtimallere açık, sarhoş edici belirsizliği devam etme gücü verir. Bu da bazen çok şey demek… Çünkü yolun kendisi aynı manzaraya sıkışmaktan daha iyidir.
The Bear: Yenisini açan eski yaralar…