Yeni bir dünya, Yeni bir tahayyül: Güçlü Öztekin’in “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”sı
Abdullah EZİK
Güçlü Öztekin’in Dirimart Pera’da izleyicilerle buluşan yeni kişisel sergisi “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”, sanatçının kraft kâğıt üzerine resimleri, yeni tuval çalışmaları ve defterlerinden oluşan iki farklı dünyayı izleyicilerle buluşturuyor.
“Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”, öncelikle ilk bakışta sanatçının farklı yüzeyler üzerine akrilik ile çalıştığı işleri üzerinden dikkat çekiyor. Tuval, defter veya kartal üzerine akrilik ve karışık teknik ile çalışan Öztekin, malzeme değişse de benzer ruh hâllerinin ön plana çıktığı, birbirini takip eden ve bir noktada bütünleyen bir dünya geliştirmeye özen gösteriyor. Renkleri, tonları, figürleriyle kendi dünyasını kendi içerisinde barındıran bu işler, nihayetinde izleyicilere bir yandan “yeni bir cesur dünya” vaadinde bulunurken öte yandan onlara Öztekin’e dair de birçok şey imliyor. Sanatçının çizgileri, onun iç içe geçmiş ve birbirinden ayrılamaz derecede bütünleşmiş figürleri kaosun ortasında farklı bir medeniyetin, medeniyet arayışının işaretlerini veriyor.
Kitaplar, kitapların kitaplarla ve sınırların çok daha ötesine geçerek başka türden işlerle, üretimlerle, sanat eserleriyle bağı her zaman beraberinde yeni karşılaşmaları, yeni anlam ve imgeleri sürüklemiştir.
Umberto Eco’nun Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ı bir noktada bunun, bu düşüncenin üzerine kurulmuştur. Benzer şekilde Güçlü Öztekin de kitap ve metinlerle bağ kuran, sanatını bu şekilde genişleten bir sanatçı olarak düşünülebilir. Sözgelimi her şeyin başlangıç noktasında serginin başlığı, kişiye doğrudan bir kitabı çağrıştırır: Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı. Aynı kökten çıksa da iki farklı dünya geliştirmiş; özgür ama aynı oranda sefalet ve kötülükle kuşatılmış Vahşi Dünya ile kısıtlı ama aynı oranda mutlu ve kontrol edilebilir bir yer olan Cesur Yeni Dünya arasındaki karşıtlık üzerinden geliştirilen roman, okura değerler, algı ve alımlanmaya dair farklı türden bir hikâye sunar. Güçlü Öztekin de serginin başlığında vurguladığına benzer bir ilişkiyi eserlerinde de ortaya koyar. Vahşi Dünya’daki çatışmalar, kötülük, karmaşa ve iç içelik, bir şekilde kendisini onun işlerinde görünür kılar. Dolayısıyla “vahşi insanlar”ın dünyası, burada hayat bulur.
Defterler, Güçlü Öztekin’in sergisinde özel bir yerde durur. Kitapların, metinlerin ve dolayısıyla sözün varlığı bu işlerde kendisini görünür kılar. Ondan vazgeçmek, yazı çiziden uzaklaşmak mümkün değildir. Böylesi bir dünya “düşünülesi” de değildir. Dolayısıyla Öztekin’in Defterler’inin bu yönüyle daha da anlam kazandığı, her biri farklı bir dünyayı imleyen bu işlerin onun için farklı anlamlara geldiğini söylemek mümkündür. Bu meselenin izleri, Güçlü Öztekin’in 2017 yılında Dirimart tarafından yayımlanan Kaplankadilak - Kipat başlıklı sanatçı kitabında sürmek de mümkün.
Kaplankadilak - Kipat, gerek bir sanatçı kitabı olarak gerekse Güçlü Öztekin’in sanata dair düşüncelerine dair bir referans oluşturması bakımından özel bir eser olarak kabul edilebilir. Bu noktada özellikle “Kaplankadilak Güçlü Öztekin’e Karşı” başlıklı metin/diyalog, sanatçının kendisini nasıl konumlandırıp anlamlandırdığına işaret etmesi bakımından önemlidir. Öztekin’in alter-egosu Kaplankadilak ile aralarında geçen, monologla diyalog arasında gidip gelen bir metin olan bu yazı, sanatçının “estetik”, “yeni(lik)”, “yüzey”, “resim”, “anlam”, “sanat” gibi birçok başlık ve konudaki kişisel arayışlarını barındırır. Yer yer Kaplankadilak’ın Öztekin’i, yer yer tam tersine Öztekin’in Kaplankadilak’ı belirli konularda sıkıştırması, sanatçının kendisi, kendi benliği ve alter-egosu ile baş başa kalması, metni giderek farklı yönlerde açar, geliştirir.
Estetik, şüphesiz sanat tarihi tartışmaları bakımından geçmişten günümüze üzerinde en çok durulan başlıklardan birisi olarak değerlendirilebilir. Sanat eserinin estetik değeri, estetik ile bugün arasındaki ilişki, estetizmin günümüz dünyasındaki yeri gibi birçok mesele, Güçlü Öztekin’in alter-egosu ile arasındaki tartışmada da gün yüzüne çıkar. Sözgelimi Öztekin, “estetiği iki şekilde kavradığını” söyler ve ekler: “Estetiği iki şekilde kavrıyorum. İlki, tekrar tekrar bir şeye dönme, onu tekrar etme arzusu. Tekrar tekrar aynı şeye bakmayı, dinlemeyi istemek. Diğeriyse, başkalarıyla
nedenini bilmeksizin ortaklaştığımız, gündelik ilişkilerimizin ötesinde buluştuğumuz şey.” (Öztekin, 2017: 10) Bu sözlerin izini “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”da sürmek de mümkündür. 2017’de yayımlanan kitapta estetiğe yaklaşımını açık bir şekilde dile getiren Öztekin, böylelikle kendi sanat pratiği içerisinde de bu meselenin izini sürmeye devam eder. Eserlerinin estetik boyutu, estetik ile kurduğu ilişki, ortaklık ve ayrım, sanatçının Yeni Cesur Dünya, Bayan Çissik, Obsesif Kompost gibi işlerinde kendisini gösterir.
Yüzey meselesi, Güçlü Öztekin’in işlerinde geçmişten bugüne uzanan bir tartışma konusu, bir devamlılık örneği olarak kabul edilebilir. “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”da yakın dönem işlerini bir araya getiren Öztekin, kraft kâğıt, tuval ve karton gibi birçok farklı zeminden/yüzeyden yararlanır. Dolayısıyla yüzey konusundaki araştırmasını, bu kez daha önceki işlerinde görülmeyen tuvali de bünyesine ekleyerek sürdürür: “Yüzeyi, özgürce hayallere daldığın bir şey olarak tarif etmek isterdim ama böyle değil. Şöyle diyelim; karşılıklı durduğun, herhangi bir temasta bulunduğun herhangi bir şeyden sana doğru en hızlı, en önce ulaşan taraftır yüzey. Az önce söylediğin cümleyi tekrar edelim, ‘Anlam arkadan gelir,’. Bu cümle yanlış ama yanlışlığı güzel. Açıklayayım, burada aslında anlam ve bakış denen kavramları konuşuyoruz. Bakışın bir tarafı anlamla ilgili; bakarız, çünkü anlamak isteriz. Buna, kendini bu dünyada konumlandırma çabası da diyebilirsin.” (Öztekin, 2017: 9) Anlam her zaman arkadan gelmez, bazen o varması gereken yere çoktan varıp sanatçının/yazarın/kişinin o noktaya gelmesini bekler. Öztekin’in yakın dönem işlerinde de benzer bir durumun söz konusu olduğunu, sanatçının yüzey konusundaki araştırmasının anlamsal katmanlarını giderek arttırarak yoluna devam ettiğini söyleyebiliriz.
Son olarak “sanat”, her zaman her şeyin merkezinde yer alan büyük bir anlamsal boşluk/doluluk olarak üzerine tartışılabilecek/konuşulabilecek bir başlık olarak değerlendirilebilir. Sanatın anlamı, sanatçı için değeri, sanatçının nasıl bir sanat anlayışının peşinden gittiği, onu ve yolunu aydınlatan en önemli konulardan biridir. Öte taraftan hemen her zaman “yeni edebiyat”, “yeni sinema”, “yeni tiyatro” gibi “yeni sanat” da üzerine sıkça düşünülmesi gereken bir başlıktır. Güçlü Öztekin, kendi sanatını sorgular, onun üzerine metinsel bir açılım yaparken Kaplankadilak - Kipat’ta bu meseleyi de gündemine alır.
Yeninin ne olduğu, neyin neyi yeni yaptığı, yeninin nasıl tanımlanması gerektiği kadar yeninin muhtevası da netleştirilmesi gereken bir konudur. Bu noktada Öztekin de kendisi için bir yol açar, kendi arayışını dile getirir: “Evet, sanat için yeni dediğimiz, hiç de bundan önce olmamış, hiç görmediğimiz bir şeyin ortaya çıkışıyla ilgili değildir. Yeninin gerçek karşılığı şu cümlede saklı: Yeni, kendine rağmen olandır.” (Öztekin, 2017: 11) Dolayısıyla yeninin mücadelesi eskiyle değil, bizatihi kendisiyledir. Sanatçının “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”da benzer bir arayış ile hareket ettiği, kendi yenisinin izini sürdüğü söylenebilir. Denediği yeni teknik ve yüzeyler, en azından bu tür bir arayışın habercisi olarak kabul edilebilir.
Güçlü Öztekin’in yeni kişisel sergisi “Ben, Bir Yeni Cesur Dünya”, Dirimart Pera’da 10 Aralık’a kadar görülebilir.