‘Yeni Kötü Günler’: Güncel sanat ve eleştiri
İlker Cihan BİNER
Bir yazıya başlarken konulara dair soruları sıralayıp ardından onun yanıtlarını verememe hayli sorunlu gibi görünüyor. Fakat yaşadığımız coğrafya kanayan yaraysa problemleri konuşup görünür kılma adına bazı şeyleri yazabilmenin değerli olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde sanat eleştirisi dünyanın gidişatıyla ilişkili olarak adalet, eşitlik, demokrasi gibi önemli sorunlara dair bizlere bir şeyler söyleyebilir mi?
Çok fazla söz, ses, görüntü kirliliğinin var olduğu bir çağda yaşıyoruz. İşte bu yüzden sanat eleştirisinin de konumu sallantılı. Hal Foster’ın Ferit Burak Aydar çevirisiyle Koç Üniversitesi Yayınlarından çıkan ‘Yeni Kötü Günler’ kitabının ‘Post-eleştirel’ bölümü tümüyle sanat eleştirisinin geldiği etkisiz, amacından sapmış ve kuru gürültüye karışmış pozisyonunu özetliyor. Eleştiri Foster’a göre gücünü yitirdiği için ‘post-eleştirel’ bir hale gelir. Üniversite ve müze gibi kurumlarda sansürün kol gezmesi, şirket sponsorluklarına bağlı sergilerin sermayeye bağlı olması eleştirel fikirleri beslemezken yaratıcı tartışmaları üzerini siler. Teori çoğunlukla aptallık olarak görülür. Yazara göre post-eleştirellik tüm bu durumların sonucunda ortaya çıkar.
Foster şöyle sorar: 2000’li yıllara özgü konformist, sinik akla yenik düşmüş sanat eleştirisi nasıl yeniden güçlü bir hale gelebilir?
Sayfalar ilerledikçe eleştirinin tarihsel dönemeçleri irdelenerek yazar iki farklı eleştiri biçimine değinir. İlk olarak son yirmi-otuz yılda sanat eleştirmeninin konumuyla ilgili değişimler yaşandığını ve onun siyasal otoritesinin ayrıcalığının reddedildiğini belirtir. Diğer eleştiri ise ilkinden zıt yönde gelişir. Foster bir kısım eleştirmenleri işaret ederek postyapısalcı kuram tarafından geliştirilen temsil, hakikat eleştirisinin siyasi nihilizme ve ahlaki kayıtsızlığa kapı açtığını savunanları işaret eder. Ardından Brian Latour ve Jacques Ranciere’e yönelik eleştiriler gelir.
Latour eleştirinin fetişe dönüştüğünü söylerken Ranciere ise seyircinin/izleyicinin estetik pratikler karşısında pasif konuma düştüğünü iddia eder. Foster ise Latour’un eleştirisinin retorikte kaldığını çünkü eleştirel teoride gizli anlamlar sorgulamanın Foucault, Barthes gibi filozoflarla aşıldığını belirtir.
Ranciere’e geldiğimizde filozof, bilinç fikrinin ötesine geçen ve seyirciyi pasif bir projeksiyondan kurtaran düşünceleri savunur ama izleyiciyi yine pasif varsaymasından dolayı kendi kazdığı kuyuya düşer. Metnin sonuna geldiğimizde farklı eleştiri biçimlerinin doğması gerektiği belirtilir. Foster bilhassa kamusal alanın ve sosyal bağların çöktüğünün altını çizerken şu soruyu ortaya atar: Ulus-ötesi şirketlerin hegemonyasının güçlendiği, daraltılmış iletişim kanallarıyla demokrasinin hızla eridiği bir dünyada yeni yurttaşlık tarifleri oluşabilir mi? Böyle bir oluşuma çağdaş sanatın nasıl bir katkısı olabilir?
SANAT ELEŞTİRİSİNE DÖNEMSEL BAKIŞ
Hal Foster’ın formülü çağdaş sanat ile politikayı karşı karşıya getirir fakat yazarın eleştiriye dair yazdıklarının Amerika ve Avrupa eksenli olduğunu unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye’deki sanat eleştirisi ile toplumsal muhalefet alanları arasındaki ilişkiyi incelemek için Foster’ın çizdiği olgulardan ayrılmak gerekiyor.
Sanat eleştirisinin Türkiye’deki seyri bu yazıya sığamayacağı için günümüzde geldiğimiz noktaya değinebilirim. Yaklaşık 12-13 yıl önce memlekette üretilen kimi sanat pratikleri kamusal muhalefetlerle ilişki içindeydi. Depo’da gerçekleştirilen bir sergi dönemin en büyük politik sergisi olarak anıldı. 2011 yılında Türkiye İnsan Hakları Vakfının 20. Yılı için düzenlenen Depo’daki ‘Ateşin Düştüğü Yer’ (2011) sergisinde çağdaş sanatta sık kullanılan arşiv, envanter, tanıklık ve belge kullanımları siyaset ve sanatın karşılaşmasının bir örneğiydi.
Öte yandan sanat kurumlarının uzlaşımlarını yıkmaya çalışan kamusalı gözeten sanat anlayışları da ön plandaydı. Bu tarz hareketliliklerin veya eylemlerin olduğu mekânlar sokak araları, sıradan apartman daireleriydi. Sanat-hayat ilişkisinin irdelendiği ve kurumların da ötesine geçebilecek biçimde farklı estetik pratiklerin gelişimi gözlemlenebiliyordu. Çevre, toplumsal cinsiyet, kentsel dönüşüm, ırkçılık, ifade özgürlüğü gibi konulara dair yoğun estetik eylem ve pratikler ön plandaydı. Emek Sineması’nın yıkımına karşı düzenlenen eylemler, etkinlikler ve kurulan insiyatifler sanat ve siyaset arasındaki disipline ayrımı eritmeye devam etti. Gezi direnişinin patlak vermesiyle birlikte estetik, politika ve eylem ilişkisine dair daha fazla tartışma gündeme geldi. (1)
Sanat eleştirisi ise dönemsel olarak tüm bu olaylarla bağlantılı kısmen de olsa etkinlik kazanabildi. Gezi direnişi bir eylem mi yoksa sanat mı soruları, duran adam protestosu, hayal gücü iktidara sloganının içerdiği estetik fikirler hem ana-akım medyada hem de alternatif platformlarda sıkça analiz edildi. Verili kamusal alanın reddi ve kolektif eylemlerle yeni kamusallıklar yaratma, eserin özerkliği gibi konular o dönem çokça işlendi. Sanat eleştirisinin hız kazandığı bu dönemlerin verimli olduğunu söyleyebiliriz.
Son on yılı aşkındır iktidarın baskı mekanizmalarını daha artırmasıyla birlikte Gezi direnişi ve onun öncesindeki verimli eleştirel süreç gücünü yitirdi. Zaten bu topraklarda sanat pratiklerinin, eleştirinin baskı ortamında sansüre maruz kalması gelenek haline geldiği için kapatılan dergiler, ürettiği eleştirel eserlerden dolayı hakkında davalar açılan sanatçılar veya yazdığı kurumda sansüre maruz kalan yazarlar/gazeteciler hep olagelmiştir. Üstelik son yaşanan İKSV krizi (2), sanat kurumlarında yaşanan çeşitli adaletsizlikleri ortaya koyuyor.
NE YAPMALI?
Hal Foster’ın eleştirmenin temsili konumda mı yoksa tekil mi kalması gerektiği ya da izleyiciyi yönlendirmesi gibi konular bu coğrafyada bizlere lüks gibi gelebilir.
Şimdi ise politik süreçlerin baskısı altında ‘Ne yapmalı?’ sorusu yanı başımızda bekliyor.
Geçtiğimiz ay Artı Gerçek için yaptığım güncel sanat dosyasında (3) sanat yazarı ve akademisyen Osman Erden böyle zor bir soruya şöyle cevap veriyor: Eleştiri var olan gerçekleri görünür kılmaya, açıklamaya yönelik olmalı. Şüphesiz ki ne kadar nesnel olmaya yönelik bir çaba içine girseniz de hayata yönelik değer yargılarınız eleştirel tavrınızda belirleyici oluyor. Günümüz Türkiye’sinde sanat eleştirisinin önemli bir görevi bulunuyor.
Sanat eserine eleştirel yaklaşım bir kenara sanat alanına karşı bir eleştirel tavır gerekli. Herkesin kulaktan kulağa konuştuğu fakat açıkça dile getirmediği, kamuoyunda tartışılmayan olayları, olguları gündeme getirmek. Sanatla aklama, sanatta emek sömürüsü, taciz vs. gibi konular… Erden’in verdiği yanıt değerli olmakla birlikte ‘Sanatla aklama’ ifadesinin altını özenle çizmek gerekiyor çünkü yazar ifadeyi şu konumdan açıklıyor: "Art washing ifadesi için Türkçe olarak ne kullanabiliriz diye düşünürken bunu Twitter'da tartışmaya açmaya karar vermiştim. Birçok öneri geldi. Bana en uygun görünen Beral Madra’nın ‘sanatla aklamak’ önerisiydi. Kalyon İnşaat’ın kamuoyundaki prestijini kurtarmak için Kalyon Kültür isimli bir sanat kurumunu devreye sokması ve LİMAK’ın bir orkestra kurması sanatla aklamaya çok uygun örnekler olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul’a karşı işlenmiş en keskin kent suçlarından biri olan Tersane İstanbul’da düzenlenen Contemporary Istanbul Sanat Fuarı da tam bir sanatla aklama örneğidir. Neredeyse önde gelen bütün sanat galerilerinin üstüne para vererek, binlerce sanat meraklısının bilet alarak bu aklamanın gönüllü destekçileri olduğunu görüyoruz. ‘Sanatla aklamak’tan kastım bu örneklerdir." O halde geniş ölçekte Erden’in ifade ettiği gibi ‘sanatla aklamak’ gibi bir iktidar pratiğinin ortaya çıkması beraberinde eleştirel dinamiklerin derinleştiğinin bir göstergesi.
Sanat eleştirmeni, küratör ve akademisyen Derya Yücel ise dosyanın başka bir bölümünde konuğumdu.(4) O da bahsedilen çerçeveyi biraz daha genişletip politik ortam, sanat kurumlarının eleştirisi, dayanışma ilgili olarak önemli bir saptama yapıyor: "2013 Gezi döneminde parlayan ve belki de tarihte ilk kez sanat ortamında çok sesli bir dayanışmanın olasılığını hissettik ancak sanatçı birliği buluşmaları gittikçe zayıflayarak yine ortak bir dayanışma formülü bulunamadan eriyip yok oldu. Körler ülkesinde güneşin doğuşunu anlatmak mümkün müdür? Öncelikle var olan gerçekliği görmezden gelmeden, anlamak gerekiyor, bunun için de hayalperest ve romantik değil gerçekçi ve dirençli bir enerjiye ihtiyaç var."
Osman Erden ve Derya Yücel’in açıklamalarını Hal Foster’ın kitabının alt başlıklarıyla ilişkilendirmek gerekiyor. Yazar alt başlıklar olarak üç cümleyi ana eksene koyar: ‘Sanat, Eleştiri, Acil Durum’. Bu üç cümle bugün Türkiye için daha anlamlı gözüküyor çünkü ‘acil durum’ olarak gördüğümüz sanat eleştirisi daha da güçlenmeyi bekliyor.
1)Ezgi Bakçay ile Begüm Özden Fırat’ın kaleme aldığı Çağdaş Sanattan Radikal Siyasete, Estetik-Politik Eylem adlı yazı bu anlamda önemli: https://www.e-skop.com/skopbulten/cagdas-sanattan-radikal-siyasete-estetik-politik-eylem/1384
2)Yaşanan İKSV krizi: https://artigercek.com/kultur-sanat/bienal-krizi-sonrasi-iksv-yonetmelik-degistirdi-268015h
3)Artı Gerçek için yaptığım güncel sanat dosyasında konuklarımdan biri Osman Erden idi. Söyleşiyi okumak için: https://artigercek.com/kultur-sanat/osman-erden-sanat-alanina-karsi-bir-elestirel-tavir-gerekli-264510h
4)Güncel sanat dosyasında AICA üyeleri de vardı. Derya Yücel ve Sinan Eren Erk’in söyleşisi: https://artigercek.com/kultur-sanat/sinan-eren-erk-ve-derya-yucel-seffaflik-ancak-gercekci-ve-direncli-266768h
3)Artı Gerçek için yaptığım güncel sanat dosyasında konuklarımdan biri Osman Erden idi. Söyleşiyi okumak için: https://artigercek.com/kultur-sanat/osman-erden-sanat-alanina-karsi-bir-elestirel-tavir-gerekli-264510h
4)Güncel sanat dosyasında AICA üyeleri de vardı. Derya Yücel ve Sinan Eren Erk’in söyleşisi: https://artigercek.com/kultur-sanat/sinan-eren-erk-ve-derya-yucel-seffaflik-ancak-gercekci-ve-direncli-266768h