Yönetmen Demirci: Geçmişle yüzleşmedikçe geleceği kuramıyoruz
Yönetmen Nejla Demirci'nin "Yüzleşme" belgeseli 7'nci FilmAmed Belgesel Festivali kapsamında Diyarbakırlı izleyiciyle buluştu. Yönetmen Demirci, bu filmiyle çağımızın en yaygın hastalıklarından biri olan meme kanserine eğiliyor. Filmde ana karakter olan Ebru'nun hastalıkla birlikte hayatında yaşanan değişimler, buna karşı mücadelesi, yine aynı dertten mustarip insanların dayanışmasını ortaya konuyor.
Belgeseli ve festivali yönetmen Nejla Demirci ile konuştuk. Böylesi bir belgesel yapmadan önce meme kanserine ilişkin araştırmaları incelediğini ve bunun üzerine böylesi bir filmi çektiğini ifade eden Demirci, "Meme kanserinin araştırmalarına baktığımız zaman en üst 2 başlık benim çok dikkatimi çekti. Bir tanesi çeşitli çalışmalara göre; kadınların duygusal bir travmadan sonra meme kanseri yaşayabiliyor. Bu da beni meme üzerinden kadın sorunlarına götürdü, kadının bu toplumda yaşadığı travmaları düşündürttü. 2'ncisi ise bu endüstriyel kirliliğin gıda zinciri içinde yarattığı tehlikeler. Bunu Onur Hamzaoğlu gibi bilim insanlarının açıkladığında başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz. Bu gıda zincirinin yarattığı olumsuzluklar öncelikle kadın bedenini etkiliyor. Bir de meme kanseri çevremizde çok yaygın" dedi.
'KADINLAR CİNSİYETLERİNE SALDIRI OLARAK GÖRÜYOR'
Kadınların meme kanserini bir hastalık gibi değil de cinsiyetlerine yönelik bir saldırı olarak ele aldıklarını ve böyle yaşadıklarına da şahitlik ettiğini dile getiren Demirci, tüm bunların da böylesi bir filmi yapmasına neden olduğunu belirtti.
'GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDİKÇE GELECEĞİ KURAMIYORUZ'
Yüzleşme isminin zamanla film içerisinde ortaya çıktığını ve aslında filmin kendi adını koyduğunu vurgulayan Demirci, yüzleşmenin önemini şu sözlerle anlattı; "Yüzleşmek kişisel tarihimiz için de çok değerli bir şey. Bu toplumda yaşadığımız sorunların en önemli sebeplerinden bir tanesi kendimizle yüzleşemememiz. Geçmişimizle hesaplaşamadığımız için geleceğimizi de sağlıklı kuramıyoruz. Dolayısıyla kişisel tarihimiz için de aynı şey geçerli. Bu hastalığın travması çok büyük. Çünkü bir beden kaybı yaşıyorsunuz, iş hayatınız sekteye uğruyor, eş kaybı yaşıyorsunuz- böyle bir dönemde kadınların yüzde 95'i partnerleri tarafından terk ediliyor- bütün bu ağır bir süreci yaşamış kadın bunun içinden ancak ve ancak yüzleşerek, hesaplaşarak kendisini tedavi edebilir ve geleceğini yeniden kurabilir. Yeniden kuşanabilir, kendisini var edebilir o yüzden de yüzleşme önemli. Tabi film kendi adını koydu. Filmde ana karakter (Ebru) saçları döküleceği zaman başka zamanlarda bu hastalığı yaşaya kadınlar da bir ayin gibi yaşayıp saçlarını kazıdılar. Bunu hem ortak bir duygu yaşamak hem geçmişle yüzleşmek hem Ebru'ya destek vermek, hem bütün olumsuzlukları doğaya bırakmak, sarılmak diye tanımlayabiliriz. Deneyim akdarımı da denebilir buna. Biz kadınlar için deneyim aktarımı çok önemli. Buradaki karakterler için de önemli."
'ONLARLA BİRLİKTE YAŞADIK'
Belgeseli çekerken bir taraftan da gözlem yaptığını, karakterlere müdahale etmediğini doğal bir çekim yaptığını dile getiren Demirci, "Onlara müdahale etmeden, soru sormadan, onların duygularını bana anlatmasını istemeden onlarla birlikte bir beraberlik yaşadık. Ben onları takip ettim. Böylelikle hem onlarla daha fazla zaman geçirmiş oldum hem de duygusu daha fazla birleşti, daha fazla hayatlarına girdim ve stil olarak yapmak istediğim belgesel buydu. Yalnız daha fazla zaman harcamış oldum" diye belitti.
'İNSAN İNSANA DAYANIR'
Belgeselde öne çıkan bir diğer durumun da dayanışma olduğunu vurgulayan Demirci, dayanışmanın hayatın her alanı için önemli olduğunu söyleyerek, "Dayanışma her şey için önemli. İnsan insana dayanır, insan insana tutunabilir. Bu hem toplumsal anlamda, kişisel yaşamımızda da bu böyledir. Dayanmak, destek almak, empati kurmak, bir başkasının sorunu için sokağa çıkmak. Bunlar aslında yaşamın kendisi. Ben de dayanışmaya çok önem veriyorum. Bu benim hayatımla ilgili bir şey" ifadesinde bulundu.
'BEYAZ TÜLBENT BU FESTİVALİN SİMGESİ OLMALI'
Festivalde dağıtılan beyaz tülbenti boynuna taktığını ve bunun bir dayanışma biçimi olduğunu da aktaran Demirci şunları dile getirdi: "Diyarbakır'da kadınların sesi yükseliyor. Bir isyan gibi geliyor. Ben İstanbul'dan bunu böyle duyuyorum. Diyarbakır kadınlarıyla gündeme gelen bir kent. Kadınların sesinin, kadın dayanışmasının, kadın birlikteliğinin yükseldiği bir kent. Bunu ben yaşadığım şehirden görüyorum. Bir kadın dayanışmasının, kadın hastalığının olduğu bir belgesel film. Böyle bir filmle buraya gelmiş olmayı, bunun Diyarbakırlı kadınlarla buluşmasından dolayı çok mutluyum. Barış Annelerini, Leyla Güven'i takip ediyorum. Dolayısıyla buraya geldiğimde de bu festivalde de beyaz tülbentle karşılaşmak bana çok iyi gelen bir şey oldu. Hem Barış Annelerini görmek hem Leyla Güven'i ziyaret etmek bana çok iyi geldi. Belki bu tülbent FilmAmed'in bundan sonra önemli simgesi olacak. Bu bana çok iyi geldi, herkese de öyle. Bundan sonra bu festivale her geldiğimde bu beyaz tülbendi takmak istiyorum."
'BU FESTİVALİ KARDELEN GİBİ KORUMALIYIZ'
FilmAmed Belgesel Festivali'nin önemli bir mecra olduğun ve her şeye rağmen sürdürülmesi gerektiğini ifade eden Demirci, koşullar üzerine çok şey söyleyebileceğini ama bunun yakınmaktan öteye gitmeyeceğini dile getirerek, "Eğer bu topraklarda kardelen çiçeklerinin rengini, kokusunu biliyorsak. Kardelenin yeşerişine tanıklık ediyorsak bu topraklarda bir festivali bir kardelen çiçeği gibi büyüteceğiz. Bu festivali diğer festivallerden farklı görüyorum. Çok mütevazi, samimi, candan. Evimde gibi hissediyorum. Bu festival için gelmiş bir yönetmen gibi değil de bu festival için ne yapabilirim diye düşünüyorum. Bu da bu festivalin gücünü gösteriyor. Burada yaşayan, festivaldeki insanların samimiyetini gösteriyor. Hem filmlere olan ilgi hem festivalin coşkusu beni çok mutlu etti" dedi. (Mezopotamya Ajansı / Dicle Müftüoğlu - Lezgin Akdeniz)