Akşener'den 'sansür yasası'na tepki: 'AKbook, Saray Kuşu ve ŞahsımTube mu gelecek?'

Akşener'den 'sansür yasası'na tepki: 'AKbook, Saray Kuşu ve ŞahsımTube mu gelecek?'
İyi Parti Genel Başkanı Akşener, iktidarın hazırladığı 'sansür yasası'na tepki gösterdi. Grup toplantısında konuşan Akşener, "Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, “AKbook” mu gelecek? Twitter yerine “Saray Kuşu” mu gelecek?" dedi.

Artı Gerçek - İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada müzisyen Onur Şener'in Ankara'da öldürülmesi üzerinden iktidara yüklendi. "Türkiye artık bu gerilimi taşıyamıyor" diyen Akşener, "Geçtiğimiz hafta, Ankara’da bir eğlence mekanında yaşananlar bu gerilimin sonucudur. Sanata ve sanatçıya düşman bir iktidarın yönettiği ülkemizde, sırtını iktidara yaslayan herkes kendini her şeyin sahibi zannediyor" ifadelerini kullandı.

Akşener, kamuoyunda 'Sansür Yasası' olarak bilinen Sosyal Medya Yasası'na da eleştiriler yöneltti. İYİ Parti lideri, "Yalanı kim ayırt edecek? Doğru nasıl bilinecek? Dezenformasyonu hangi kurum denetleyecek? Hiçbiri belli değil…Mesela yalanları; havuz medyasının bir alt birimi gibi çalışan, RTÜK mü ayırt edecek? Mesela doğruyu; ENAG’ın, yüzde 186 olarak açıkladığı enflasyon rakamının karşısında, kendi çalışanlarını bile, zar zor ikna edip, enflasyonu, yüzde 83,45 açıklayan, TÜİK mi bilecek?" diye sordu.

'AKbook, SARAY KUŞU VE ŞAHSIMTUBE MU GELECEK?'

"Mesela, şu meşhur dezenformasyonu; trollerin efendisi, iftiraların prensi, algıların bekçisi, İletişim Başkanlığı mı denetleyecek?" diyen Akşener, sözlerine şöyle devam etti: Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, "AKbook” mu gelecek? Twitter gidecek, yerine "Saray Kuşu” mu gelecek? YouTube gidecek, yerine "ŞahsımTube” mu gelecek? İktidar her zaman olduğu gibi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor."

Akşener, İran'da 'ahlak polisi' tarafından saçının teli göründüğü gerekçesiyle işkenceyle öldürülen Mahsa Amini için eylemlerini sürdüren kadınları da selamladı. "Dualarımız özgür ve mutlu bir İran içindir" diyen Akşener, "Bu idealimizi baskıcı yöntemler kullanarak, kadını bir eşya gibi gören ucube bir anlayışla gerçekleştiremeyiz. Bağımsızlığın yolu saçı görünen kadınları katletmek değildir. Bağımsızlığın yolu baskıyla milletini sindirmek de değildir" ifadelerini kullandı.

'İRAN'DA BASKIYA BAŞKALDIRAN KADINLARI SELAMLIYORUM'

Akşener, "Tek bir kadının bile sesini duyurmak için ayağa kalkması aslında tüm kadınlar için ayağa kalkıştır. Canları pahasına bu barbarlığa karşı, hukuksuzluğu protesto eden İran’ın cesur evlatlarının elbette ki yanındayız. İran’da özgürlükleri için sokaklara dökülen ve baskıya başkaldıran kadınları bir kez daha tüm kalbimle selamlıyorum" dedi.


Akşener'in konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

"Ak Parti iktidarı yüzünden, memleketimizin bereketi de, güzellikleri de soluyor. Balık baştan kokar derler… En tepedeki şımarıklık, acımasızlık, toplumun tamamına yayılıyor. Oysa ülkeyi yöneten kişi, her tavrıyla örnek olmalıdır. Ama, iyi örnek olmalıdır.

Beğenmediği herkese saldıran, hakareti ve iftirayı kendine hak sayan, ülkeye, nifak tohumları eken bir zihniyetin, neden olduğu toplumsal gerilim, artık tehlikeli bir seviyeye ulaştı. Türkiye, bu gerilimi, artık taşıyamıyor. Geçtiğimiz hafta, Ankara’daki bir eğlence mekanında yaşananlar, işte tam olarak, bu gerilimin sonucudur.

Sanata ve sanatçıya düşman bir iktidarın yönettiği ülkemizde, sırtını iktidara yaslayan herkes, kendini her şeyin sahibi zannediyor. Bize de katledilen bir sanatçının ardından, üzülmek düşüyor. Onur Şener’e Allah’tan rahmet, ailesine ve sanat camiamıza başsağlığı diliyorum. Kendisini dev aynasında görenlerin, şiddete sığınan acizliğine lanet olsun. İnsanlıktan nasibini alamayanların, evlere, ocaklara, yüreklere düşürdüğü yangınlara, lanet olsun."

Hayat, iyilerle kötüler arasında, bitmek bilmeyen bir mücadelenin özetidir. Tarih, kötü işler yapanları nefretle, iyi işler yapanları da minnetle not eder. İnsanın yaratılışından bu yana, kötülüğü rehber edinenler, hep oldu. Ölümler, katliamlar, soykırımlar, işgaller, kötülerin hayata verdikleri hasarlardır. Bugün bile, değişime ayak uyduramayan yönetimlerin, âdeta insanlığa meydan okuyan uygulamalarına, şahit oluyoruz. Bugün bile, ne yazık ki; Soğuk Savaş zihniyetinin yıkıntılarına sığınan, "Sıfır Toplamlı Oyunların” hesabını yapan, en temel toplumsal sözleşmeleri bile, kendi çıkarlarına uydurmaya çalışan kirli zihniyetlerin, sebep olduğu acılara şahit oluyoruz.

Rusya’nın, 24 Şubat tarihinde, Ukrayna’ya yönelik, "Özel Askeri Operasyon” adı altında başlattığı, haksız işgalin üzerinden, 7 ay geçti. Güya Başkent Kiev, bir haftada alınacaktı değil mi? Peki ne oldu? Rus ordusu, Ukrayna topraklarında çamura saplandı. Putin ise, çizilen karizmasını toparlamak için, son çareyi; Herson, Zaporijya, Luhansk ve Donetsk’i, askeri işgal altında yapılan, sopalı referandumlar sonucunda, ilhak etmekte buldu. Biz bu filmi, daha önce Kırım’da da izledik.

Dolayısıyla; nasıl ki o gün, Rusya’nın işgalini ve ilhakını tanımadıysak, bugün de tanımıyoruz. Çünkü; Putin’in çarlık rüyaları peşinde attığı adımlar; uluslararası hukuka da, Rusya’nın taraf olduğu anlaşmalara da, aykırıdır. Üstelik, Putin’in ilan ettiği, kısmi seferberlik çerçevesinde, askere alınacakların, yurt dışına kaçmalarından da gördüğümüz üzere, Rusya’nın, uluslararası toplum tarafından kınanan, bu saldırganlığını, Rus halkı da desteklemiyor.

Peki şimdi ne olacak? Rusya, ilhak ettiği Ukrayna topraklarını, ana vatan sayarak, "her türlü imkân ile” koruyacağını söyledi. Yani gerekirse, nükleer silah da kullanmakla tehdit etti. Bu tehdit, sadece Ukrayna için değil, Ülkemiz ve dünya için de kabul edilemez bir tehdittir. Uluslararası toplum, bu çılgınlığa karşı, artık daha somut ve net adımlar atmalıdır. Çünkü Kırım’ın ilhakına yeterince ses çıkarmayan dünya, Putin’in artan cüretkarlığında ve bugün gelinen noktada yaşananlarda, önemli bir paya sahiptir.

Diğer taraftan, önümüzdeki seçime, Putin’in desteğiyle girmeye niyetlenen, Sayın Erdoğan’ın da, bu ciddi tehdit karşısında alacağı tavrı, merakla bekliyoruz. Dileriz ki bu tavır, geçtiğimiz günlerdeki televizyon yayınında, Kırım için, pısırıkça ifade ettiği gibi; "Attığınız bu adım doğru değil.” demekten öteye geçebilir. Çünkü devletin esas görevi; bütün dengeler karşısında, kendi menfaatleri çerçevesinde bir denge oluşturabilmektir. Dış politikayı, iç siyasete cirolama peşinde koşup, seçim hesapları kovalayarak, devlet yönetilmez.

Biz, tahıl koridoru konusundaki adımları, elbette takdirle karşılıyoruz. Ancak, Rusya-Ukrayna savaşında, bir komşu ülke olarak alacağımız pozisyonda, "Liderlerin ahbaplıkları değil, ülkemizin menfaatleri esas alınmalıdır” diyoruz.

Rusya’nın, Ukrayna topraklarındaki sözde referandumunu, tanımamak da, elbette doğru bir politikadır. Ancak yeterli değildir. Arabuluculuk kisvesi altında, Putin’in sırtını sıvazlayan bir diplomasi, Cumhuriyet Türkiye’sine yakışmaz. Bu konuda çok daha net olmak, uluslararası hukuka ve egemenlik haklarına saygının bir gereğidir. Türk Milleti, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı gibi; Bugün de; Rus emperyalizminin yanına yedeklenecek, bir algı malzemesi değildir, olamaz. Ve asla olmayacak.

Çünkü biz, bu filmi daha önce gördük, yaşadık. Çünkü aynı kibir; Dün, bizim de toprağımıza asker çıkarmıştı. Çünkü aynı cüretkarlık; Dün, bizim de canımıza, malımıza, namusumuza göz koymuştu. Çünkü aynı zihniyet; Dün, bizim de, onurumuzu, gururumuzu ve haysiyetimizi, ayaklar altına almaya çalışmıştı. Ve bugün; Putin’in, çarlık rüyaları peşinde, örnek aldıkları, yani, 93 Harbi’nde, Mehmetçiğimizin kutsal kanını dökenler, o kara günlerde, İstanbul’umuzun göbeğine, Yeşilköy’ümüze, Rus işgal kuvvetlerinin hatırasını yaşatmak için, bir utanç anıtı dikmişti.

Sayın Erdoğan; Biz bunların hiçbirini unutmadık. O yüzden, şimdi beni çok iyi dinle. Bu millet, yıllarca o utanç anıtına bakmak zorunda kaldı. Ne zamana kadar biliyor musun? Ta ki, inatçı ve asil bir ruh, Mahmut Şevket Paşa, millî davamızı başarıya ulaştırmak için, harekete geçen kadar. Ta ki, koca yürekli Bahri Teğmen, karşısına çıkan tüm engellere rağmen, o utanç anıtını, aziz Türk Milleti’nin huzurunda, yerle bir edene kadar.

Sana neden bunu anlattığıma gelirsek; Biz bugün, senin yüzünden yine aynı utancın eşiğindeyiz. O gün; Milletimizin haysiyetine, Ayestefanos anıtıyla vurulan pranga, bugün; Senin 2024’e ötelemeye çalıştığın doğal gaz borcuyla canlanıyor. O gün; bu vatanının asil evlatlarının, boyunduruk altına girebileceğini sananlar, bugün; senin adeta bir devlet politikası hâline getirdiğin, Putin hayranlığınla ve beceriksiz yönetim anlayışınla, yeniden cesaret buluyor. O gün; topraklarımıza dikilen utanç anıtı, bugün; senin mahvettiğin ekonomimiz üzerinden, hain bir oyun olarak, yeniden karşımıza çıkıyor. Ama şunu asla unutma: Bahri Teğmen’in, Rus anıtına döşediği dinamit; aslında; milletimizi utanca, devletimizi dara, varlığımızı da, meçhule düşürmek isteyen, kirli bir zihniyete ve o zihniyete boyun eğen acizliğe döşenen dinamitti. İşte o yüzden, bugün de; Yeşilköy’e Rus anıtı dikenlerin ve dikilmesine izin verenlerin, bugünkü temsilcilerinin karşısında, tıpkı Mahmut Şevket Paşa gibi, tıpkı Bahri Teğmen gibi, aynı basiretle, aynı hamiyetle, aynı cesaretle dimdik duracağız. Türk Milleti’nin haysiyetini, aynı inançla koruyacağız. Çünkü bu bizim tarihsel görevimizdir. Bunu böyle bilesin.

Çağdaş değerlerden nasibini alamamış rejimlerin, kendi düzenlerinin devamı için, nelere kalkışabileceklerinin, bir diğer acı örneği de, maalesef, İran’da yaşanıyor. Tarihin, en köklü medeniyetlerinden biri olan İran’da, çağ dışı baskı ve zulüm manzaraları görmek, hepimizi derinden üzüyor.

22 yaşındaki Mahsa Amini’nin, baş örtüsünden saçı çıktı diye, Ahlak Polisi tarafından acımasızca öldürülmesinin; ne yüce dinimizde, ne devlet yönetiminde, ne de insan haklarında yeri vardır. Geçmişte ilimin merkezlerinden olmuş bir medeniyet, nasıl olur da, ilimden, bilimden bu kadar uzağa savrulabilir? Dünyanın en eski uygarlıklarından biri, nasıl olur da, kadınlara bu denli şiddet uygulayabilir? Gerçekten utanç verici.

Bizim için bu konu, dini veya siyasi bir tartışma değildir. Bu konu, bir ülkenin iç işlerine karışmak da değildir. Bizim için bu konu, vahşetin karşısında, mağdurun yanında durmaktır!

Biz, komşumuz İran’ın, güçlü olmasını istiyoruz. İran’ın mutlu ve huzurlu bir ülke olmasını istiyoruz. İran’ın zengin bir ülke olmasını istiyoruz. Ve biz İran’ı, bağımsız bir ülke olarak görmek istiyoruz. Emperyalist rüyalar peşinde hırpalanan Ortadoğu’nun, özgürleşmesi için, İran’la iş birliği yapmak istiyoruz. Herkes şunu bilmelidir ki; Dualarımız, özgür ve mutlu bir İran içindir.

Ancak bu idealimizi, baskıcı yöntemler kullanarak gerçekleştiremeyiz. Bu idealimizi, kadını bir eşya gibi gören, ucube bir anlayışla gerçekleştiremeyiz. Bağımsızlığın yolu, saçı görünen kadınları katletmek değildir. Bağımsızlığın yolu, baskıyla milletini sindirmek de değildir. Tek bir kadının bile, sesini duyurmak için ayağa kalkması, aslında tüm kadınlar için bir ayağa kalkıştır. Canları pahasına, bu barbarlığı, bu hukuksuzluğu protesto eden, İran’ın cesur evlatlarının yanındayız. Engizisyon vahşeti nasıl son bulduysa, İran’daki bu zulüm de, yok olmaya mahkumdur. Tarih bunun, nice örnekleriyle doludur. Bu vesileyle, İran’da özgürlükleri için sokaklara dökülen ve baskıya başkaldıran kadınları, bir kez daha, tüm kalbimle selamlıyorum!

Biliyorsunuz Sayın Erdoğan, geçtiğimiz Şubat ayında; "Yaz aylarıyla birlikte, enflasyonu kontrol altına alacağız” diyordu… Yaz gelip geçti, artık kış kapıya dayandı. Enflasyon kontrol altına alındı mı? Alınamadı. Baktı, olmuyor, bu sefer de;"Yıl başından sonra, enflasyonun düşeceğine inanıyorum.” dedi.
Dikkat edin, artık söz de veremiyor; kendisi de, epistemolojik bir kopuş yaşadığından olsa gerek, sadece "inanıyor”…

Kıştan yaza, yazdan kışa ertelenen, bu mevsimsel sabır döngüsünde olan da, tabii ki yine, milletimize oluyor. İktidarın, fantastik ekonomi modelinin üzerinden, 10 ay geçti; Yılın ilk 8 ayında; İhracat, sadece yüzde 18 artarken, İthalat yüzde 41, Dış ticaret açığı ise, yüzde 146 oranında, rekor bir artış gösterdi. Sadece Ağustos ayında, 11,2 milyar dolarla, tarihin en yüksek seviyesine ulaşan, dış ticaret açığımız; Yılın ilk 8 ayında, toplam 73 milyar doları buldu. Gelelim kur ve enflasyona…

Eylül 2021 sonunda, 8,8 lira olan dolar kuru, bugün 18 buçuk lirayı geçti. Yani, paramız 1 yılda, yarı yarıya değer kaybetti. Üstelik Merkez Bankası’nın, kayıp 128 milyar dolarına da bu yıl, 75 milyar dolar ilave oldu.

Böylece, nereye gittiği ve nasıl gittiği belli olmayan, rezervlerimizde olması gereken, ama nedense olamayan döviz miktarı, 203 milyar dolara yükseldi. Enflasyon ise, 2021 yılının Eylül ayında yüzde 19,58 iken, 2022 yılının Eylül ayında, TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile, yüzde 83,45’e ulaştı. Yani, geçtiğimiz 1 yılda, enflasyon, 4 kattan fazla arttı. Kamuoyunda sadece tüketici fiyatları konuşuluyor. Oysa, tüketici fiyatlarındaki artış, diğer fiyat artışlarının, en düşüğü…

Mesela son 1 yılda; üretici fiyatlarındaki artış, yüzde 151 buçuk, tarımda üretici fiyatlarındaki artış, yüzde 142,4, konut fiyatlarındaki artış ise, yüzde 173,8 oldu. Tüm bu rakamların gösterdiği çerçevede, bugün ne yazık ki, dünyada en yüksek enflasyona sahip, 5’inci ülkeyiz. Listede bizden sonra gelen ülkeler ise; Lübnan, Suriye, Venezuela ve Sudan. Maşallah her biri, birer istikrar abidesi…

Düşünün ki; Savaşın ortasındaki Ukrayna’nın enflasyonu, yüzde 23,8. İşgalci Putin’in Rusya’sının ise, yüzde 14,3. Ne var ki; içinde bulunduğumuz tablo, böylesine ibretlik bir durumdayken; milletimiz, enflasyonun, hayat pahalılığının, geçim darlığının yükünden, nefes dahi alamazken; Sayın Erdoğan, buram buram cehalet kokan bir rahatlıkla, gününü gün etmeye, devam ediyor. Çünkü Bay Kriz’e göre, Türkiye’de aslında her şey yolunda. Biliyorsunuz ona göre, insanımız şükretmeyi bilmiyor. Diyor ki; Asıl yokluk Amerika’daymış. Avrupa’da fukaralık diz boyuymuş. Market rafları boşmuş, Amerikalılar, Almanlar, açlıktan kırılıyormuş... Vah, vah… Güler misin, ağlar mısın?

Almanya’da ortalama ücret, bizim paramızla 75 bin lira. Yani bir Alman vatandaşı, ayda ortalama 75 bin lira maaş alıyor. Yani, Sayın Erdoğan aslında diyor ki; Ayda 5500 liraya çalışan Türk vatandaşlarının keyfi yerinde. Ama, ayda 75 bin lira kazanan Alman vatandaşı, zor durumda... Hatırlıyor musunuz, Rahmetli Münir Özkul, Neşeli Günler’de, Şener Şen’e ne diyordu?

"Ufak at Ziyaaa…” Ufak at Sayın Erdoğan, ufak at! Bizzat kendi eserin olan yoksulluğu, yalanlarla örtemezsin. Kaşıkla verdiğini, kepçeyle geri alan, abartılı müjdelerinle, günü kurtaramazsın. Boş vaatlerle, milletin derdini çözemezsin. Hakikat güneşini, hamaset balçığıyla sıvayamazsın. Hiç boşuna uğraşma.

Ak Parti iktidarı, ülkemizi yönetemiyor! Bu gerçek, artık gün gibi ortada. İşte o nedenle; onlar, kendileri çalıp, kendileri söyledikleri yalanlara inanırken; biz, utanıyoruz! Onlar, saçma sapan açıklamalarla, gündem değiştirmeye çalışırken, biz utanıyoruz!

Onlar, abuk sabuk tavsiyelerle, milletimizi oyalamaya çalışırken; biz, utanıyoruz! Hani başkası adına utanırsınız ya… İşte öyle utanıyoruz. Niye biliyor musunuz? Çünkü, onlar unutmuş olsalar da eskiden bu devletin, bir ciddiyeti vardı. Bu devletin; bir aklı, sağ duyusu ve itibarı vardı. Ancak bugün ne yazık ki; sağduyunun yerini, kibirin, aklın yerini, keyfiyetin, itibarın yerini, hoyratlığın, ciddiyetin yeriniyse, şaklabanlığın aldığı, bir garip yönetim anlayışıyla, karşı karşıyayız. Nitekim; Bay Kriz’in tutum ve davranışlarından, feyz alan bu anlayışın izleri, hemen her gün, bir başka saray mensubunun yaptığı açıklamalarda, zuhur ediyor.

Mesela; bu ülkede, "atanamayan öğretmen” diye bir gerçek olduğu için, utanması gereken bir Milli Eğitim Bakanı; bırakın utanmayı, bir de üstene çıkıp, şuursuzca "Mühendisler de atanamıyor, ama böyle ağlamıyorlar” dedi. Mesela; Yaz partileriyle meşhur, Turizm Bakanı çıkıp; Kışın, fiyatların düşük olduğunu, bu yüzden, kışın gezmemizi tavsiye etti. Yani, bu fevkalade parlak arkadaş, yaz tatiline, kışın çıkmamızı önerdi… Mesela; "Kışın kombi derecesini indirin, yazın klima derecesini yükseltin” diyerek, akıl dolu önerilerde bulunan Enerji Bakanı, son olarak; "Aklınla Verimli Yaşa” isimli, bir tasarruf kitapçığı yayınladı. Bu kitapçığa göre; Duş alırken, banyoya kum saati koyacakmışız. Kışın, fırını kullandıktan sonra, kapağını açık bırakıp, ortamı ısıtacakmışız. Saçlarımızı da, kurutma makinesiyle değil, havlu ile kurulayacakmışız. Şu üstün akla, şu olağanüstü ferasete bakar mısınız? Fikir vermek gibi olmasın ama önümüzdeki kış, güncellenmesini beklediğimiz kitapçığın, yeni baskısında, çorba içerek ısınmamızı ve ayda bir yıkanmamızı tavsiye ederlerse şaşırmayın… İşin asıl ibretlik olan tarafı da ne biliyor musunuz? Biz tüm bunları yaparken onlar sarayda günlük, 10 milyon lira harcayacaklar. Zevki sefa içinde, günlerini gün edecekler. Torpilli maaşlarla, ballı ihalelerle, servetlerini büyütmeye devam edecekler. Buradan, Saray’daki tavsiye meraklısı, ahkâmseverlere seslenmek istiyorum; Siz hiç merak etmeyin. Kendinizi de, hiç boşuna yormayın. Milletimiz ne yapacağını, çoook iyi biliyor. Sizin aklınıza da, üstün fikirlerinize de, hiç mi hiç ihtiyacı yok. O sandık geldiğinde, milletimiz tasarrufun şahını yapacak. O gün geldiğinde, bir şey değişecek, her şey değişecek. Gereksiz yanan ampul sönecek, memleketimizin kaynakları hepimize yetecek. Hiç merak etmeyin, çok az kaldı.

Tabii bir de, iktidarın göz bebeği, Nebati Bakan var… Saray bürokrasisi saçmalama yarışına girer de ışıltılı gözler hiç geri kalır mı? O da, kılıf aramaya doyamadıkları sözde ekonomi modelini, tarif etmek için; adeta, yeni öğrendiği tüm kelimeleri, aynı cümle içinde kullanmaya çalışan, çocuklar gibi; "Neo-liberal ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden, heterodoks yaklaşım” dedi. Sonuna da ekledi: "Günümüzde, giderek ön plana çıkan, davranışsal ekonomi ve nöro-ekonomi ile, daha fazla önem kazanmakta…” Gelin ben size tercüme edeyim: Üstad, siyaset tarihimize geçecek, bu ibretlik cümle ile, aslında diyor ki; "Biz bilgiden ve bilimden koptuk. Dünyada uygulanan, tüm ekonomi metotlarını da reddediyoruz. Bizi artık ekonomistler değil, nörologlar ve davranış bilimciler değerlendirsin.” Yahu niye bu kadar uğraşıyorsunuz? Çıkın, mertçe; "Biz ekonomiyi böyle yürütüyoruz. Çünkü Sayın Erdoğan böyle istiyor” deyin. Çıkın; "Biz bir şey bilmeyiz. Sayın Erdoğan’ın içine doğmuş; enflasyon böyle düşecekmiş” deyin.

Çıkın; "Bay Kriz hazretleri, rüyasında görmüş, ekonomi böyle düzelirmiş” deyin. Allah’ın bildiğini, niye kuldan saklamaya çalışıyorsunuz? Dürüstçe çıkın, gerçeği söyleyin. Saçma sapan açıklamalarınızla da, çilekeş milletimizi daha fazla yormayın, kendinizi de daha fazla rezil etmeyin. Ayıptır. Buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum. Ekonomiyi batırdığın gerçeğini, Milletimizi fakirleştirdiğin gerçeğini, abuk sabuk yalanlarla mı örteceksin? Milletin parasını, yandaşlarına yedirdiğin gerçeğini, Beş para etmezlere, 5-10-15 maaş verdiğin gerçeğini, Merkez Bankası’nın bile, kasasını boşalttığın gerçeğini, Lügatlara sığınarak mı örteceksin? Lügat demişken; Bir yanda bakanları, bürokratları, saçmalamaya devam ederken; diğer yanda ise, Sayın Erdoğan, artık millete hakaret etmekte, yeni yöntemler deniyor. Eskiden dümdüz hakaret ederdi. Artık lügatlı sövüyor… Geçen hafta, memleketten umudunu kesmek zorunda bıraktığı, gençlerimizi hedef aldı. Dedi ki: "Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi, süfli heveslerle, ellerin, yani başka ülkelerin, başka toplumların, kapısına varanlara acıyarak bakıyorum."

Bu vesileyle, Sayın Erdoğan’ın gözünde, çapulculuktan, süfliliğe terfi eden gençlerimizi kutluyorum. Henüz biz kadınların seviyesine gelemediniz ama yakında onu da başaracağınıza eminim… Özetle, Sayın Erdoğan diyor ki; gençlerimizin daha iyi bir hayat sürmeyi istemeleri, "süfli bir hevesmiş”. Yani, "aşağılık” bir hevesmiş...Yanlış duymadınız. Üstelik bunu söyleyen, bu ülkeni Cumhurbaşkanı. Kadınlara "sürtük” diyebilen bir zihniyetten, elbette zarafet beklemiyorum ama, gencine "aşağılık” demeye, hiç mi utanmıyorsun Sayın Erdoğan? Ayıptır, günahtır. Gençlere analarının ak sütü gibi helal olan, iyi ve haysiyetli yaşama arzusu, süfli bir hevesmiş…

Daha iyi bir hayat istemek, huzur istemek, mutluluk istemek, aşağılık bir hevesmiş. Hayallerini gerçekleştirebilmeyi, torpilsiz, mülakatsız, işe girmeyi istemek, aşağılık bir hevesmiş…Peki bu beyefendiye göre, süfli olmayan hevesler nedir, biliyor musunuz? Mesela, Sayın Erdoğan için; ihale kovalamak, süfli değil, bilakis son derece asil bir heves. Mesela; bol maaşlı, atanmış hayatlar peşinden koşmak, süfli değil, bilakis fevkalade asil bir heves. Hele de, lüks arabalar içinde pudra şekeri koklamak; hiç süfli değil, tam tersine müthiş asil bir heves. Sayın Erdoğan; Bu kadar hakaret, yalan, iftira, bir Cumhurbaşkanına, hiç yakışmıyor. Ülkesinin kadınına sürtük, gencine aşağılık, çiftçisine terörist demek, bir Cumhurbaşkanına, hiç yakışmıyor. Çünkü bu devletin başına, laubalilik değil, ciddiyet yakışıyor. Çünkü bu aziz millet, zorbalığı değil, şefkati hak ediyor. Çünkü Türkiye, süfli bir zihniyetle değil, asaletle yönetilmeyi hak ediyor! Sen her ne kadar, yolun sonuna geldiğini, fark etmesen de artık milletimiz iftira atmayan, yalan söylemeyen, bahane üretmeyen, başarılı, basiretli ve becerikli bir yönetim istiyor! Milletimiz; hırsıza, yolsuza, arsıza göz açtırmayan, bölmeyen, ayırmayan, ayrıştırmayan bir yönetim istiyor! Milletimiz; İradesine, sesine, derdine kulak veren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışır bir anlayışla yönetilmek istiyor! İşte biz, aziz milletimizin, bu asil talebini karşılamaya talibiz! Bu yüzden ülkemizi, her şeyden önce, bu ucube sistemden kurtaracak, Cumhuriyet değerlerimizle, kadim devlet geleneklerimizle ve 21’inci yüzyılın ruhuyla, Milletimizi hak ettiği gibi, asaletle yöneteceğiz! Ne kadar çirkinleşirsen çirkinleş artık nafile. İYİ Parti iktidarına artık çok az kaldı.

Biliyorsunuz, 1 Ekim itibariyle, iktidarın, "Dezenformasyonla Mücadele” adı altında çıkardığı, Sosyal Medya Yasası yürürlüğe girdi. Yeni yasama yılının başlangıcında meclis gündeminde yer alan ilk düzenleme, iktidarın yüksek standartlarına göre bile, ucubelikte adeta bir başyapıt oldu. Sözüm ona, internetteki yalan haberleri durdurmak amacıyla çıkartılan, bu yasada; en çok merak ettiğimiz konu ise, yasanın nasıl işleyeceği…

Yalanı kim ayırt edecek? Doğru nasıl bilinecek? Dezenformasyonu hangi kurum denetleyecek? Hiçbiri belli değil… Mesela yalanları; havuz medyasının bir alt birimi gibi çalışan, RTÜK mü ayırt edecek? Mesela doğruyu; ENAG’ın, yüzde 186 olarak açıkladığı enflasyon rakamının karşısında, kendi çalışanlarını bile, zar zor ikna edip, enflasyonu, yüzde 83,45 açıklayan, TÜİK mi bilecek? Mesela, şu meşhur dezenformasyonu; trollerin efendisi, iftiraların prensi, algıların bekçisi, İletişim Başkanlığı mı denetleyecek? Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, "AKbook” mu gelecek? Twitter gidecek, yerine "Saray Kuşu” mu gelecek? YouTube gidecek, yerine "ŞahsımTube” mu gelecek? Aziz milletim; iktidar her zaman olduğu gbi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası. Oyun ise: hak ve hürriyetlerimize, pranga vurmak. Yani dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane… Giydiğimiz kıyafete, Ettiğimiz ibadete, dinlediğimiz müziğe, sevdiğimiz yemeğe bile, karıştıkları yetmedi; şimdi de doğruları öğrenmemizi istemiyorlar. Çünkü; doğrulardan en çok onlar korkuyor. Çünkü; eğip bükemedikleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü; fikri hür, vicdanı hür nesillerimizden korkuyorlar. Hatırlayın, bu arkadaşlar nasıl iş başına gelmişlerdi? "Okuduğu şiirler, düşündüğü fikirler, söylediği sözler yüzünden, hapse girmeyen insanların ülkesini” vaat etmişlerdi, değil mi? Vesayet bitecek, yasaklar son bulacaktı değil mi? Aynı Ak Parti, bugün, ülkemizi bir açık hava hapishanesine çevirmeye, hatta "düşünen her canlı bir gün ceza infaz kurumlarımızı tadacaktır” düsturuyla, vatandaşlarımıza, korku üzerinden hükmetmeye çalışıyor. Şu ironiye bakar mısınız? Elinizden geleni ardınıza koymayın! Biz sizi, çok iyi biliyoruz! Türk Devleti’nin gücünü kötüye kullanarak; millete dindarlık, demokratlık ve milliyetçilik nutukları atan bezirgânların,esas hesabının, kendi banka hesaplarına, yeni sıfırlar eklemek olduğunu, biz çok iyi biliyoruz!

Cumhuriyetimizin; Türk Milleti’nin egemenliğini, hakkını, hukukunu, vicdanını ve hürriyetini korumayı esas alan, kerim devlet anlayışından, nasibini bir türlü alamayan Ak Parti iktidarının, korkuyla, baskıyla, yasaklarla ve cezalarla hüküm kurmaya çalışarak artık son kalesine sığındığını, biz çok iyi biliyoruz! Vatandaşına her daim şefkat eli uzatan, koskoca Türk Devleti’ni; ucube bir sistem getirip, kuruluş değerlerinden koparmaya, "vatandaşa korku, yandaşa güven” verme aparatı olarak kullanmaya, kendi siyasi çıkarları için, bir baskı aygıtı hâline getirmeye çalışanların, esasında, totaliter bir parti devleti kurma arzusunu, biz çok ama, çok iyi biliyoruz! Ama şimdiden söyleyeyim; çok beklersiniz. Umutları öldürdünüz! Adaleti öldürdünüz! Vicdanı öldürdünüz! Ama hakikati öldüremeyeceksiniz! Uğruna canla, başla, kanla mücadele verdiğimiz; haklarımızı öldüremeyeceksiniz! Hürriyetimizi öldüremeyeceksiniz! Devletimizin kerim anlayışını öldüremeyeceksiniz! Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün de söylediği gibi; "Biz Türkler; bütün tarihimiz boyunca, hürriyete ve istiklale, timsal olmuş bir milletiz” Cumhuriyetimizin kodlarında var olan, bu hürriyetperver anlayışa göre; devlet, vatandaşının yerine geçen değil, yanında olandır. Devletin esas görevi; her bir ferdinin, haysiyetli bir yaşam sürebilmesini sağlamaktır. Bu haysiyetin temelini ise, hak ve hürriyetlere karşı takınılan, tutum belirler. İşte tam da bu yüzden; ferdin, hakkı, özgürlüğü, bilgiye erişimi ve gelişimine koyulan her türlü engel, milletin haysiyetine vurulan, bir darbe demektir. Ez cümle; hürriyet ve demokrasi, kimsenin lütfu değil, Türk Devleti’nin kutlu mirası, Türk Milleti’nin en halis hakkıdır! Karşımıza kim dikilirse dikilsin, yolumuza hangi engeller konulursa konulsun, hangi yasaklar çıkartılırsa çıkartılsın; bizi susturmaya, bastırmaya, sindirmeye çalışanlara, Türk Milleti’ni, tanımamakta direten zavallılara, hürriyet şairimiz, Namık Kemal’in dizelerini hatırlatmak, bizim boynumuzun borcudur: "Zalim ne kadar pervasız olursa olsun, yine zulmün tahtını, biz yıkarız.

Gittiğimiz her yerde görüyoruz ki; daha önce, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, milletimiz bizi çağırıyor. Az Kaldı. Türkiye’yi hakla, hakikatle yöneteceğiz. Az Kaldı. Türkiye’yi akıl ve bilimin ışığında, liyakatle yöneteceğiz. Az Kaldı. Türkiye’yi vizyonumuzla, kadrolarımızla, hak ettiği ciddiyetle yöneteceğiz. Az kaldı. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile millet iradesini yeniden hakim kılacağız. Az kaldı. Devleti, tek bir adamın kaprislerinden kurtarıp, gerçek sahibinin, milletin hizmetine sunacağız. Az Kaldı. "Yeter Söz Milletindir” deyip, millet iradesinin üzerinde hiçbir gücün olamayacağını, 72 yıl sonra, bir kez daha hatırlatacağız. Emin olun, çok az kaldı."

Öne Çıkanlar