Bahçeli: Kılıçdaroğlu'nun toplanan deprem vergileriyle yeni tartışma başlatması sürpriz olmamalı

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında deprem sonrası meydana gelen yıkım nedeniyle AKP'yi eleştirenleri eleştirdi.

Bahçeli: Kılıçdaroğlu'nun toplanan deprem vergileriyle yeni tartışma başlatması sürpriz olmamalı

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Konuşmasında AKP'li Burhan Kuzu, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş'u anan Bahçeli, "Ne yazık ki depremin ağır faturasını mazlumlar ödemiş, suçu günahı olmayan insanlarımızın üzerini beton bloklar örtmüş ve kapatmıştır. Ölüm bu kadar ucuz olmamalıdır. Geliyorum diyen felakete bu denli sessiz ve hareketsiz kalmak akıl karı değildir" dedi.

"2020 yılının bitmesi ortak arzumuz" diyen Bahçeli, depremin ardından kente giden CHP Genel Başkanı'nı siyaset yapmakla suçadı.

'ÖLÜM BU KADAR UCUZ OLMAMALIDIR'

Bahçeli'nin açıklamalarından satır başları şu şekilde:

Çöken binaların depreme uygun olup olmadığı yıllar önce kontrol edilseydi. Ölüm bu kadar ucuz olmamalıdır, geliyorum diyen felakete bu denli sessiz kalmak akıl karı değildir. Öncelikle yapılması gereken gündeme odaklanmaktır. Hiçbir insanımız açıkta bırakılmayacaktır. Devletimizin tüm imkanları seferber edilmiştir. Hayatları söndüren deprem değil tedbirsizliktir. Dayanışmayla engelleri aşacağız.

İzmir’imize gâvur benzetmesi yapanlar, depremle ilgili şerefsiz yorum getirenler bu vatana, bu millete, bu ülkeye kast etmiş hainlerdir. Depremin merkezi Gölcük olur, müptezeller işbaşı yapıp akla hayale gelmeyen iftiraları sıralarlar. Sosyal medya mahzenine saklandığını zanneden alçaklar her fırsatta kötülük saçarlar, zehir aşılarlar. Felaket başını Van’dan, Elâzığ’dan, Malatya’dan kaldırır, kardeşliğimize, milli birliğimize en ağır saldırılar, en kötü yakıştırmalar yapılır.

Nedir bu insanlık artıklarından, din ve millet düşmanlarından çektiklerimiz? Şahit olduğumuz kara kampanya günah değil midir? Rezalet değil midir?

Tedavisi imkansız bu hastalıklı ruhların tezviratlarına, ahlaksız tertiplerine tahammül imkansızdır. Yakalanan Türkiye düşmanları hakkında gerekli her türlü cezai işlem yapılmalı, bunlar demir parmaklıkların ardında çürümeye terk edilmelidir.

'DEVLET VATANDAŞLARININ CANINI NASIL KORUYACAK SORUSUNU SORMAK UTANÇ VERİCİ'

Bunun yanında, CHP Genel Sekreteri’nin çadırlar üzerinden İzmir Belediyesi’ni övüp AFAD’ı kötülemesi, bir başka CHP’linin, "Kendi binalarının güvenliğini sağlayamayan devlet kendi vatandaşlarının canını nasıl koruyacak" sorusunu sorması hakikaten utanç vesikasıdır.

İzmir’de 4 ayrı merkezde bin 40 çadır kurulmuşken, bin 430’nun kurulum çalışması devam ederken, üstelik hiç kimseye evinin hasarlı olup olmadığı sorulmazken, bu CHP’lilerin asılsız ve temelsiz sözlerinin maksadı nedir?

Siyasi provokatörlerin, yalanları ve saptırmaları isabetle tekzip edilip gerçekler ortaya çıkınca anında araziye uymaları, sessizliğe gömülmeleri milletimizin gözünden de kaçmamıştır.

Devleti suçlamakla, mücadeleyi sulandırmakla amaçlanan nedir?

Mesnetsiz iddialar, melun ifadeler deprem mağduru olan vatandaşlarımıza haksızlık değil midir? Kirli niyet sahipleri hayasız değil midir?

CHP yönetimine soruyorum, sizde hiç mi izan, hiç mi insaf, hiç mi vicdan kalmadı? Bu kadar mı küçüldünüz? Bu kadar mı düştünüz? Bir diğer asıl ve ana sorun ise elbette Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumudur.

'KILIÇDAROĞLU İSTİSMARIN DİBİNİ BOYLAMIŞTIR'

CHP Genel Başkanı'nın depremden bir gün sonra afet alanına gidip siyaseti propagandaya heves etmesi gafillik, ahlaki çarpıklık ve siyaset ayıbıdır. İzmir feryat ederken partizanlık yapmak Kılıçdaroğlu'na ne kazandırmıştır? Başı göğe mi ermiştir? Bu nasıl bir sorumsuz üsluptur? İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nın üstüne düşen görevleri yapması lütuf mudur? Merkezi yönetimler ile yerel yönetimler arasında ayrım varmış gibi yapmak neyi amaçlamaktadır? Kılıçdaroğlu ve yakın çevresi istismarın dibini boylamıştır.

Toplanan deprem vergileriyle yeni bir tartışma başlatması kimse açısından sürpriz olmamalıdır. CHP demek karanlık demektir, uçurum, kibir saltanatı, yalan makinesi demektir.

'ŞIMARIK BİR ŞEKİLDE HASTALIĞI BULAŞTIRMAK CİNAYET OLMAYACAK MIDIR?

İnsanlık tercüme edemediği yeni bir durumla yüz yüze kalmıştır. Tarihin hiçbir dönemde bu kadar bebek katledilmedi. İnsanlar yerlerinden yurtlarından edildi. Kadınlara kıyıldı yaşlı insanlara sırt dönüldü. Biri yerken diğeri baktı, biri aç kaldı. Küresel sefalet insani değerleri eritti. Husumet cephesi genişledi.

Toplumsal güveni ayakta tutmak varken kuşkuya yaslanmak ahmaklık işaretidir. Coronavirus’le mücadelede tedbirlere uyarsak cephemiz yıkılmayacak, varlığımız zarar görmeyecektir. Maske, mesafe, temizlik şartlarına bağlılık devamlı vurgulanırken Boğaz’a nazır mekânlarda Cadılar Bayramı’nı düzenleyip, vur patlasın çal oynasın demek en hafif tabirle pespayeliktir. Cadı olmak için bayrama ihtiyaç yoktur. Şımarık bir şekilde hastalığı bulaştırmak cinayet olmayacak mıdır?"

Felaketlerle mücadele eden Türkiye’miz bir yandan da vahim bir salgına karşı direniş göstermektedir. COVİD-19 salgını dünya genelinde tekrar tırmanışa geçmiştir. Anlaşılan önümüzde meşakkat dolu bir süreç vardır. Ülkeler yeniden kısıtlama tedbirlerini devreye almışlardır. Dünya genelinde vaka sayısı 47 milyona yaklaşmış, ölüm sayısı da 1 milyonu aşmıştır. Yeni tip Koronavirüs salgını belirsiz bir dünyanın kapılarını açmıştır. İnsanlık tecrübe etmediği yeni bir durumla yüz yüze kalmıştır. Salgın hastalıklara tarih boyunca sık sık tesadüf edilmiştir. Her salgın dönemini müteakiben köklü değişimler yaşanmıştır.

Fikir, düşünce, sanat, felsefe, ekonomi, ticaret alanlarıyla birlikte, dünyayı ve hayatı yorumlama biçimlerinde kategorik dönüşümler gözlemlenmiştir.

COVİD-19’un nasıl bir dünya kavrayışına, nasıl bir beşeriyet anlayışına zemin ve saha olacağını bugünden öngörmek zor ve zahmetli bir tefekkür hamulesidir.

Aslında muhatabı olduğumuz insanlık dönemi meşhur bir romanın girişinde ifade edildiği gibidir:

"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu."

Sisli, puslu ve buzlu zamanların telafisi büyülü namelerle, dokunaklı cümlelerle, yürekleri alevlendiren sözlerle, ayakları yere basmayan, başı Kaf Dağı’na uzanmış hayali kavramlarla değil, fikirle, inançla, şuurla, geçmiş ve gelecek kucaklaşmasıyla yapılabilecektir.

Bildiklerimizin dışında, deneyimlerimizin uzağında yeni baştan tesis edilen bir dünya tablosunu anlamlandırma sürecinin ilk durağında; teferruatla ve tutarlılıkla çatısı örülmüş bir iç muhasebe, bir insanlık analizi elzemdir.

Biz meselelere bakarken fikriyatımızın ilkelerinden, inançlarımızın muazzam ikramından istifade etmek zorundayız.

'TARİHİN HİÇ BİR DÖNEMİNDE BUGÜNKÜ KADAR BEBEK KATLEDİLMEDİ'

Altını kalın bir şekilde çizerek ifade ediyorum ki, belki de tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar bebek katledilmedi.

Modern dünyanın ayak oyunları, şiddet sahneleri, cinayet vakaları, akan gözyaşları, mazlumların imdat çağrıları, masumların feryat figan sesleri ilkel dönemleri bile mumla aratır hale geldi. İnsan hakları diyenler, insanlara zalimce saldırdılar. Söz ile eylem çatıştı, düşünce ile duruş çarpıştı, beşeriyet esasen hepten çuvalladı. Demokrasi, barış ve medeniyet kavramları işgal ve istilaların saklandığı dikenli kılıfa çevrildi. İnsanlar yerlerinden yurtlarından edildi, İzmir’de 3 yaşındaki Elif’in minik eliyle tuttuğu cesur el gibi şefkat ve merhamet elleri arandı, ama bir türlü bulunamadı.

Kadınlara kıyıldı, yaşlı insanlara sırt dönüldü, haksızlıklar sivrildi, hukuksuzluklar serpildi. Biri yerken diğeri baktı, biri doyarken diğeri aç kaldı, biri sıcakta yaşarken diğeri soğuğa bırakıldı. Küresel sefalet insani değerleri eritti, yoksulluk ve muhtaçlık coğrafyaları aştı, kıtalardan taştı.

Husumet cephesi genişledi, terörizm beslendi, hegemonya mücadeleleri sertleşti, hakimiyet ve bölüşüm kavgaları yerküreyi zulmün, hüznün acıklı kampı haline getirdi. 1990’lı yıllarda tarihin sonu geldi dediler, oysaki mazlumların sonunu getirmek için kanlı ve kalleş senaryolar hazırladılar.

Medeniyetler çatışması dediler, kitaplar, makaleler yazdılar, elbette istedikleri kandı, candı, topraktı, enerji kaynaklarına çöreklenmekti. Müslümanları birbirlerine kırdılar, Türk ve İslam düşmanlığında uçuşa geçtiler, sonra da dönüp Avrupa değerlerini, Tanzimat’tan bu tarafa duyduğumuz hep aynı masalı anlattılar.

Terör olup evlatlarımızı yaktılar.Bölücülüğü taltif edip canileri kucakladılar. 25 sene önce Srebrenitsa'da, üstelik Avrupa’nın orta yerinde soykırım yaptılar, 8 bin 372 Boşnak kardeşimizi katlettiler. Peygamberimize hakaret edip düşünce özgürlüğüne atıf yaptılar, müşrikliğin ve nefretin mürekkebiyle çizilmiş iğrenç karikatürleri savunup adına özgür yayıncılık dediler.

Mesela Fransa’nın Nice kentinde bulunan bir Kilise’nin yakınlarında, son derece manidar bir zamanlamayla 3 kişiyi bıçakla katleden Tunuslu bir cani üzerinden düşmanlıklarını bilediler, tezgahlarını kurdular, kendi insanlarını kandırdılar, uluslararası toplumu manipüle etmeye kalkıştılar. Sahillere vuran küçücük bedenlerin arkasında bu kanlı emel sahipleri vardır.

Sabilerin iç çekişlerinden, masumların titreyen bedenlerinden, kan çanağına dönen gözlerinden yer inledi, gök inledi, ne var ki onlar dinlemedi, onlara işlemedi. Mondros Mütarekesi’nden sonra işgal edilen ilk vatan toprağı olan İskenderun’a Amanoslar üzerinden Kanada yapımı paramotorlarla teröristlerini sızdırmaya çalıştılar. Ormanlarımızı yaktırdılar, geleceğimizi karartmak için uğraştılar. Peşe peşe sabotaj yaptırdılar, hassasiyetlerimizi kaşıdılar, milli varlığımıza suikasta yeltendiler.

Ünlü Avusturyalı bir düşünür geçtiğimiz 20’inci yüzyılda demişti ki:

"Emperyalizm, Batı elitlerinin şovenizminin bir yansımasıdır." Irkçıydılar, acımasızdılar, katildiler, bencildiler, bozguncuydular, Türk ve İslam’a öteden beri hasımdılar. Ne insana saygı duydular ne de yaşam hakkına riayet ettiler.

Türklüğü önce Avrupa’dan, sonra Balkanlardan atmayı, ardından da Anadolu coğrafyasında boğarak buradan kovmayı her zaman bir proje olarak kanserli kafalarında taşıdılar. Adına da Büyük Şark Meselesi dediler.

Saymakla bitiremeyeceğim kadar haksızlık, hainlik, hukuksuzluk, usulsüzlük, trajedi, skandal ve vahşet tüm insanlığın gözleri önünde gerçekleşmiş ve sübut bulmuştur.

İşte Korona musibetini ele alırken bu gerçekleri manevi olarak mülahaza ve mütalaa etmek, kaldı ki bir yoruma ulaşmak kanaatimce şarttır. Nefretin veba gibi yayıldığı bir ortamda Çin’in Vuhan kentinde nasıl çıktığı, nasıl ürediği hala muammalı olan bir virüs kısa süre içinde insanlığı kuşatmıştır. Onlar ne yapar bilemem, ama biz bu virüsü inşallah yeneceğiz.

Bu virüse boyun eğmeyeceğiz. Ancak bizim de düşünmemiz, sorgulamamız, gerekirse özeleştiri yapmamız gereken pek çok şey olduğu açıktır.

Sahte içkiden ölümlere bakınız, ihtilafların derinleşmesine, terör saldırılarına, cinayet, tecavüz ve taciz haberlerinin sıradanlaşmasına lütfen dikkat ediniz. Bunları normal karşılamak hiç mümkün mü? Hadi insanı geçtik de, kötülüğü ve günahkarlığı Allah hiç affeder mi? İnsanı insanda tanımak, bir canlıyı insan yapmak her şeyden önce bizim elimizdedir.

'FAİZ DERSENİZ ONUNDA BELİ BÜKÜLÜR'

Bugünler geçer, döviz iner çıkar, enflasyon düşer kalkar, faiz derseniz onun da beli bükülür, ama birbirimizi kaybedersek, birbirimize çatık kaşlarla bakarsak, sıkılı yumruklarla mukabele edersek, coğrafyayı vatan yapan ruhumuzu emin olunuz kaybederiz.

Devlet kurmakla övünelim, ama geride yıkılan 16 Türk devletinden de ders alalım, sonuç çıkartalım. Misafiri olduğumuz bu dünyada birbirimizin külüne bile muhtacız. Mutabakat varken münakaşa ayrık otudur. İttifak varken ihtilafa düşmek akıl noksanlığıdır. Toplumsal güveni ayakta tutmak varken kuşku ve kuruntuya yaslanmak ahmaklık işaretidir. Siyaset demokratik bir rekabettir. Nezaket ister, samimiyet ister, mertlik ister, adamlık ister, hadim ve halim bir şahsiyet ister, hepsinden önemlisi de vatan ve millet sevgisini vazgeçilmez değer addeder. Bunlardan mahrum olanların siyasetleri ise çürük tahtaya çivi çakmaktan farksızdır.

'VİRÜSÜ EZER GEÇERİZ'

KOVİD-19’la mücadeleye hep birlikte katılırsak, kurallara aynen uyarsak, tedbirlere azami ölçüde riayet edersek cephemiz yıkılmayacak, varlığımız zarar görmeyecektir. Maske-mesafe-temizlik şartlarına bağlılık devamlı vurgulanırken, boğaza nazır mekânlarda cadılar bayramı düzenleyip vur patlasın çal oynasın demek en hafif tabirle pespayeliktir.

Cadı olmak için bayrama falan ihtiyaç yoktur. İnsan ve toplum sağlığını riske atmak en vahim cadılık ve canilik değil midir? Bir insanının vebaline ortak olmanın izahı nasıl yapılacaktır? Şımarık bir şekilde davranarak hastalığı bulaştırmak cinayet olmayacak mıdır?

Maskeyi vicdana değil yüze takmak, mesafeyi ahlaki duyarlılıklara değil karşımızdaki insanlara geçici olarak koymak hepimizin görevidir. İnancımıza göre, temizlik imandandır, insan yaratılmışların en şereflisidir. O halde, biz bu KOVİD’i alt ederiz, Boyun eğmeyeceğiz, bu virüsü kesinlikle ezer geçeriz. Aşıysa inşallah buluruz, olmuyorsa bulanlardan alırız, gene de KOVİD’e tamam demeyiz.

Salgın döneminde kurumuş yaprak gibi savrulan, kendi insanlarını ölüme havale eden Batılı ülkelerin ne yaptığı, ne yapacağı, hangi önlemleri alacağı bizim meselemizden ziyade, kendilerinin bileceği bir şeydir.

Biz Müslüman Türk milleti olarak manevi ve milli emanetlerimizin tarihin içinden seslenen yüksek iradesiyle her müdahaleyi yapacağız, her mücadeleyi göstereceğiz, el hak bu çamurlu selin içinden, bu karanlık tünelden en az hasarla çıkacağız.

'KARABAĞ PAZARLIK KONUSU YAPILMAMALI'

Azerbaycan’ın haklı ve inanmış mücadelesi hamd olsun günbegün sonuç almaktadır. Dağlık Karabağ işgalin zincirlerinden hızla azat edilmektedir. Terör devleti Ermenistan yine sivillere misket bombalarıyla, füzelerle saldırarak kansızlığının ve katilliğinin gereğini yapmaktadır. Ne yapsalar boşunadır, Dağlık Karabağ Türk’tür, Türk kalacaktır. Neye başvursalar beyhudedir, Azerbaycan Türklüğü teröristleri kaçtıkları yere kadar kovalayacaktır. Azerbaycan ordusu tüm cephe hattında kahramanlık destanıyla zafere koşmaktadır. Çatışmalar ağırlıklı olarak Ağdere, Hocavend ve Gubatlı ekseninde devam etmektedir. Paşinyan’ın Putin’e mektup yazması, yardım dilenmesi, Putin’in ise çatışma alanının Ermenistan sınırlarının haricinde olduğunu ifade etmesi oldukça dikkat çekici gelişmeler arasındadır. Putin’in Dağlık Karabağ sorunuyla ilgili müzakere arayışlarının içinde Türkiye’nin de olmasına vurgu yapması bir başka önemli gelişmedir. İsviçre’nin Cenevre şehrinde, Dağlık Karabağ ihtilafında ara bulucu rolündeki AGİT Minsk Grubu’nun üç eşbaşkanı temsilcileriyle, Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesi masada çözüm arayışlarının eseridir. Çözüm olur mu olmaz mı bilemeyiz, ama bize göre kesin çözüm askeri başarıdan sonra siyasi ve diplomatik müzakerelerle sağlanacaktır.

Geçtiğimiz Nevruz Günü’nde PKK’lılarla halay çeken Paşinyan’ın sonu yaklaşmaktadır ve akıbeti terörist yoldaşlarıyla birlikte aynı karanlık dehlizdir. Karabağ Türk’tür, Azerbaycan’dır, emanettir, ecdadın yadigârıdır. Pazarlık konusu yapılmamalı, Türk milletinin fedakârlıklarıyla hak sahibine geçmelidir. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

mhp deprem devlet bahçeli vergi