Hatimoğulları: Adım atma sırası devlette, CHP sürecin parçası olmalı
Kürt sorununun çözümü için adım atma sırasının devlette ve iktidarda olduğunu söyleyen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, "CHP de daha ciddi bir plan ve programla bu sürece öncülük etmeli. Bu sürecin bir parçası olmalıdır" dedi.
Artı Gerçek- Kürt sorununun çözümüne dair tartışmalar uzun bir süredir ülkenin temel gündemi. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, 28 Aralık'ta İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Abdullah Öcalan'ın hem Kürt sorununun çözümü hem de ülkenin demokratikleşmesine dair 7 maddelik mesajı kamuoyuyla paylaşıldı. DEM Parti İmralı Heyeti'nin siyasi parti liderleriyle yaptıkları görüşmelerin de olumlu geçtiği açıklandı. Heyetin bugün yeni bir başvuru yaparak, kısa bir süre içerisinde İmralı'ya yeniden gitmesi bekleniyor.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın mesajları, iktidar ve muhalefetin Kürt sorununun çözümüne dair tutumu ile bölgedeki gelişmeleri değerlendirdi.
'ÖCALAN GENEL VE TOPLUMSAL MUTABAKAT ARAYIŞI İÇİNDE'
-Yaklaşık 4 yıl boyunca mutlak tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, 28 Aralık’ta görüştüğü heyet aracılığıyla çözüm ve demokratikleşme noktasında önemli mesajlar verdi. Verilen mesajları siz nasıl değerlendirdiniz?
Sayın Öcalan, uzun yıllardır çözüm ve barış için muhatap arıyor. Uzun bir muhataplık arayışının ardından bu görüşmeyi önemli buluyoruz. Bütün dünyanın bildiği üzere Sayın Öcalan, uzun bir süredir ağırlaştırılmış tecrit altında. Bu ziyareti, tecridin kaldırılması yönünde bir adım olarak değerlendirdik. Aynı zamanda Sayın Öcalan’ın konuşması halinde barışa bir kapı aralayabileceğine dair inancımız her daim yüksek olmuştur. Sayın Öcalan iletmiş olduğu mesajda, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için önemli bir siyasal süreçten geçtiğini vurgulamış ve özellikle Suriye’deki ve Ortadoğu’daki gelişmeleri bu bağlamda değerlendirmiştir.
Yapılan değerlendirmelerden de görüleceği üzere Sayın Öcalan, Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki yakıcı gelişmeler üzerine derinlikli bir yoğunlaşmada bulunmuş, sahayı da iyi bildiğinden değerli okumalar yapmış. Kamuoyuyla paylaştığı mesajda, Türkiye’deki iktidar ve muhalefet partileri ile tüm toplumsal kesimlerin bu süreci sahiplenmesi ve bu görüşmelerin barış sürecine evrilmesi için herkesin çaba göstermesi gerektiğini ifade etmiştir. Buradaki vurgu oldukça önemlidir. Sayın Öcalan, genel ve toplumsal bir mutabakat arayışı içerisindedir. Bu mutabakatın önemine binaen, DEM Parti İmralı Heyetimiz bu önemli mesajı hayata geçirmek üzere siyasi partilerle kapsamlı bir görüşme trafiği gerçekleştirdi.
'TÜM SİYASİ PARTİLER VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ ORTAK BİR TAVIR SERGİLEMELİ'
- Abdullah Öcalan, çözüm ve demokratikleşme noktasında daha önce olduğu gibi son mesajında da Meclis'e önemli bir rol atfetti. Kürt sorununun çözümü noktasında Meclis neden bu kadar önemli bir noktada?
Sayın Öcalan, bu konuda bir adım atılacaksa mutlaka yasal bir düzenlemeye tabi olması gerektiğini ısrarla belirtiyor. Bu çok önemli bir vurgu. Çünkü bazı süreçler vardır ki konuşulur, tartışılır ve sonra suya yazılmış gibi olur; sanki hiç konuşulmamış ve tartışılmamış gibi bir duruma sebep olabilir. Bu nedenle, bu süreçlerin belgelenmesi ve yasal güvence altına alınması son derece önemlidir.
Parlamentoda temsili bulunan tüm siyasi partilerin sürece dahil olmasını sağlamak büyük önem taşımaktadır. Parlamentoda ortak bir mutabakatın oluşturulması, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için kritik bir adımdır.
İkinci bir husus ise Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesini garanti altına alacak olan şey, parlamentonun bu konuda doğrudan rol üstlenmesidir. Meclis’in doğrudan rol üstlenmesi gerektiğini Sayın Öcalan da altını çizerek vurguladı. Bu, aynı zamanda parlamentoda temsili bulunan tüm siyasi partilerin ve dolayısıyla temsil ettikleri en geniş toplumsal kesimin sürece dahil olmasını sağlamak bakımından da büyük önem taşımaktadır. Parlamentoda ortak bir mutabakatın oluşturulması, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için kritik bir adımdır.
Bir diğer önemli nokta ise, en geniş toplumsal mutabakatın sağlanmasıdır. Yine biraz önce bahsettiğimiz bu yasal güvence zeminine kavuşulmasının ardından, demokratik zeminde olumlu bir yol alınması durumunda, tüm bunların anayasal güvence altına alınarak taçlandırılması, Türkiye halkları için çok önemli fayda ve katkılar sağlayacaktır.
Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi, Türkiye’deki antidemokratik uygulamaların tersine çevrilmesi bakımından da oldukça önemlidir. Bu nedenle Kürt sorununun çözümü sadece Sayın Öcalan’ın ya da yalnızca Kürt halkının omuzlarına bırakılacak bir mesele değildir. Türkiye’deki tüm siyasi partilerin, toplumsal dinamiklerin ve demokrasi güçlerinin bu konuda ortak bir tavır sergilemesi, bu anlamda çok önemli ve kıymetli bir zemin oluşturacak, aynı zamanda demokratik değişim ve dönüşüm sürecine de katkı verecektir.
'SOPA-HAVUÇ DENKLEMİ ÇÖZÜM TARTIŞMALARINI ENFEKTE ETME RİSKİ DOĞURUR'
- İktidar yetkilileri, 'yeni süreç' tartışmalarının başından bu yana tüm kesimleri hedefe koyan, tehditkar ve olumsuz bir dil kullanıyor. Bu çözüme hizmet eden bir dil mi?
Bu sürecin havuç-sopa denklemiyle götürülüyor olması çözüm tartışmalarını enfekte etme riskini doğurur. İktidar ve iktidara yakın medyanın DEM Parti, Kürt halkına ve değerlerine yönelik kullandığı tehdit dili oldukça rencide edici ve yıpratıcı. Kürt halkıyla ilgili kullandıkları dil, hakikaten kabul edilebilir bir dil değildir. Bir yandan Kürt sorunu yok deniyor, diğer yandan bir sorun çözülmeye çalışılıyor. Şimdi bir sorun çözülmeye çalışılıyorsa, o sorun var demektir. Dolayısıyla öncelikle mevcut olan iktidar ve devlet anlayışı şunu kabul etmelidir. Evet, bir Kürt sorunu vardır ve Kürt sorunu özellikle son iki yüzyıldan bu yana günceldir. Kürt sorunu bağlamı sadece Türkiye’de de değil, Irak’ta, Suriye’de, İran’da da vardır. Bu halk oralarda hem statü, dil ve kimlik sorunu yaşamaktadır hem de demokratik zeminde ortak yurttaş kabul edilmeleri ile ilgili kimi problemler vardır. Bunu kabul etmek gerekiyor.
1 Ekim'de Meclis’teki selamlaşma ile başlayan gelişmelerden bugüne kadar değerlendirdiğimizde, özetle süreci şöyle görüyoruz; Evet, Bahçeli’nin atmış olduğu adım önemli bir adımdır. Bugüne kadar bu adımın arkasında durduğunu her fırsatta ifade etti. Biz DEM Parti olarak bunu önemli ve kıymetli buluyoruz. Ancak öte yandan başta Erdoğan olmak üzere hükümetten ve bu ülkeyi yöneten iktidardan doğru henüz somut bir açıklama yapılmamıştır. Ne yapmak istediklerine dair bizde bir bilgi yoktur. Kürt sorununun çözümüyle ilgili kafalarından veya akıllarından geçen bir plan var mıdır? Bu plan nedir? Buna dair bizim ve kamuoyunun bir bilgisi yok.
Ama zaman zaman cumhurbaşkanı, zaman zaman AKP sözcüleri, zaman zaman yandaş medya tarafından tehdit ve bir zehirli dil kullanıldığı aşikâr. Kürt sorununu yok sayan, Kürt halkının siyasi öznelerine dönük kullanılan, en son Sayın Öcalan üzerinde itibar suikastı olarak niteleyebileceğimiz dili kabul etmek mümkün değildir. Bu dilin derhal değişmesi gerekir. Barışla ilgili bir yol alınacaksa eğer bu değişmelidir. Fikir ve zikir birliği denen bir şey vardır.
Mesele sadece dil midir? Tabii ki değildir. Aynı zamanda dikkat ederseniz, 1 Ekim’den bu yana çok sayıda kayyım atamaları gerçekleşti. En son Akdeniz Belediyesi eşbaşkanlarımız ve meclis üyelerimiz tutuklandı. Ardından belediyeye kayyım atandı. Bir yandan siz barış diyeceksiniz, öte yandan tutuklamalar, gözaltılar, kayyım atamaları yapacaksınız. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bunları normal olarak kabul etmiyoruz ve etmeyiz de.
'KÜRT SİYASETİNE 'KADİFE ELDİVEN İÇİNDE DEMİR YUMRUK VAR' MESAJI VERİLMEYE ÇALIŞILIYOR'
- İktidar çözüm tartışmalarının yürütüldüğü bir süreçte böylesi bir dili neden tercih ediyor?
Hem sopa hem havuç gösteriyorlar. DEM Parti'ye ve Kürt siyasetine ‘Bizim kadife eldivenimizin içinde demir yumruk var’ mesajı verilmeye çalışılıyor. Bu barış sürecinin gelişmesine aykırı bir yaklaşımdır. Bunun tersine dönmesi gerekiyor. Önümüzdeki süreçte barışın inşa edilmesine ilişkin bir yol alınacaksa, gerçekten olması gereken en önemli noktalardan biri, kayyım atamasından vazgeçilmesidir. Kayyım atanmış bütün belediyelerimizde, belediye eşbaşkanlarımızın görevlerine hızla iade edilmesi gerekir. Aynı zamanda gözaltılar, tutuklamalar, hapishanelerdeki hasta tutsaklar ve cezaevi koşullarıyla ilgili çok ciddi iyileştirmeler yapılmalıdır. İnfazını tamamlamış birçok tutsak bırakılmıyor. Bu demokratik değildir, insani değildir. Anayasa çiğnenmektedir. Yine bununla ilgili çok hızlı iyileştirmelerin yapılması gerekiyor. Bu adımlar atıldığında, ben inanıyorum ki barışa giden yolun taşları daha sağlıklı ve ciddi bir biçimde döşenmiş olur.
'ÖCALAN'A YÖNELİK TECRİT KALDIRILMALI, DIŞARIYLA İLETİŞİM KANALLARI AÇIK HALE GETİRİLMELİ'
-Çözüme dair henüz iktidardan bir adım atılmadığını sık sık vurguluyorsunuz. Ne gibi adımlar atılmalı?
Bu süreç şayet Sayın Öcalan ile yürütülecekse -ki devlet böyle götüreceğini söylüyor, biz de DEM Parti olarak böyle gitmesi gerektiğini savunuyoruz- yapılması gereken ilk şey Sayın Öcalan’ın hem özgürlüğü hem de çalışma koşullarıyla ilgili somut adımların atılmasıdır. Somut olarak sırasıyla ortaya koyacak olursak; birinci adım Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması ve bu sürece aktif ve sağlıklı bir şekilde katılabilmesi, sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve dışarıyla iletişim kanallarının açık hale getirilmesidir.
Sonraki bazı adımları yine özetle geçecek olursam; kayyım atamaları durdurulmalıdır. Mevcut atanmış kayyımların yerine seçilmiş belediye eşbaşkanları ve meclis üyelerinin görevlerine iade edilmesi gerekir. Ayrıca cezaevlerinde yaşanan sorunlara derhal müdahale edilmeli ve özellikle fikir ve düşüncelerinden, siyasi faaliyetlerinden dolayı cezaevlerinde tutulan insanlarla ilgili somut adımlar atılmalıdır. En acil olanı ise hasta tutsaklarla ilgili bir çözüm bulunmasıdır. Hasta tutsaklar için adımların acilen atılması gerekmektedir. Dolayısıyla, bu adımlar atıldığında iklimin çok daha olumlu bir hâl alacağına ve mevcut görüşmelerin barışla taçlanmasının yolunun açılacağına inanıyorum.
'KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ YIPRATILMAK İSTENMEKTE'
-Mesajlarının tümünde çözüm ve demokratikleşme vurgusu yapan Abdullah Öcalan’a yönelik asılsız haberler ya da 'itibarsızlaştırma' girişimlerinin altında yatan neden nedir? Öcalan’ın çözüm gücünün hedef alındığını söyleyebilir miyiz?
Belirli bir kesim tarafından sistematik gerçekleştirilen bu saldırılarla esasen Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesi yıpratılmak istenmekte. Yani Kürt halkının yürüttüğü özgürlük mücadelesi, eşitlik mücadelesi ve anadil mücadelesinde gedikler açılabilir mi? Bir iç ayrışma yaratılabilir mi? Hedeflenen de budur. Bu durum üzerinden de aslında barış-çözüm çabalarına darbe vurmak istenmektedir. Şunu da eklemek gerekir ki aynı zamanda DEM Parti üzerinde de çok ciddi bir yıpratma dili kullanılmaktadır. Sanki DEM Parti’nin içinde çözüm isteyenler ve istemeyenler gibi bir ayrıştırma yapılmak isteniyor. Ancak böyle bir şey yoktur. DEM Parti, bütün organlarıyla çözümün arkasındadır. DEM Parti, Sayın Öcalan’ın ilk görüşmede ifade ettiği ve görüşlerinin özetlendiği 7 maddelik görüşlerin tamamen arkasındadır ve bunu her fırsatta ifade etmektedir.
Ayrıca şunu da söylemek gerekir; iktidar, mevcut ekonomik politikaları ve herhangi bir yaklaşımının eleştirilemez olmasını istemektedir. Oysa biz bir muhalefet partisiyiz. DEM Parti olarak, kesinlikle şu anda en konsantre olduğumuz şey, bu sürecin barış sürecine evrilmesidir. Buna çok konsantreyiz, bunun altını özellikle çiziyorum. DEM Parti hem müzakere hem de mücadele partisidir. Ancak aynı zamanda Türkiye’de her gün bir kadın cinayeti işleniyor, insanlar yoksulluktan intihar ediyor, asgari ücretin geldiği durum ortada, enflasyonun geldiği durum ortada, 50 milyona yakın insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor, insanlar geçinemiyor. Biz Türkiye’deki işçilerin, emekçilerin, yoksulların, kadınların ve gençlerin sorunlarını elbette dile getireceğiz. Bu sorunların çözümü noktasında ısrarcı olacağız. Bu konuyla ilgili atılmış adımlarla ilgili kalkıp dolambaçlı bir biçimde bağlantılar kurarak, “Bunlar çözüm istemiyor” demek kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.
Biz, elbette Türkiye’nin topyekûn demokratik bir değişim ve dönüşüm yaşaması gerektiğine canı gönülden inanıyoruz. Parti programımız da bunun için mücadele eder ve programımız bize bu yol haritasını gösterir. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesinin, diğer sorunlar için çözüm kapılarını açacağına yürekten inanmaktayız. O nedenle Kürt sorununun çözümüne odaklıyız.
Bazı kesimler ister itibar suikastı yapmaya kalksın, isterse Kürt halkının verdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesinde gedikler yaratmaya kalksın, bu konuda sonuç alamazlar. Geçmiş dönemdeki pratikle ve deneyimle bu sabittir. Sonuç alamayacakları kesindir.
'KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE PRENSİPTE UZLAŞI VE ORTAK KABUL BİZE UMUT VEREN EN ÖNEMLİ NOKTA'
-İmralı Heyeti, hafta içinde siyasi partileri ve tutsak siyasetçilerle bir araya geldi. Görüşmelerin 'samimi ve umut verici düzeyde' geçtiği açıklandı. Partiler Kürt sorununun çözümü noktasında ne düşünüyor?
Bu süreç geçmiş dönemdeki süreçlerden farklıdır ve bu yönüyle umut vericidir. DEM Parti İmralı Heyeti, parlamentoda temsili bulunan bütün partilerle görüşmeler yaptı. Aynı zamanda Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ile de bir görüşme gerçekleştirdi. Bundan önce de Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan ve heyetimizle birlikte biz de bu siyasi partileri ziyaret etmiştik. Orada gördüklerim, İmralı Heyeti’nin bizlere aktarımında yer alan içerikle paralellik arz etmektedir.
Bu görüşmelerde bizlere umut veren en önemli nokta, Kürt sorununun çözümünde genel anlamda prensipte bir uzlaşı ve ortak bir kabulün olmasıdır. Bu çok önemlidir. Bugün, Kürt sorununun çözümünde Sayın Öcalan’ın da işaret ettiği gibi hem iktidarın hem de muhalefetteki tüm kesimlerin ortak paydada buluşması çok kritik bir öneme sahiptir. Çünkü Kürt sorunu ve çözümü, DEM Parti dahil hiçbir siyasi parti tarafından dar çıkarlar uğruna kurban edilmemelidir. Biz dar hesapları değil, toplumun tümünü düşünüyoruz. Bu, Türkiye’nin geleceğidir. Bu, cumhuriyetin ikinci yüzyılını şekillendirecek bir meseledir. Türkiye’nin geleceğini belirleyecek çok önemli ve tarihi bir adımdır.
Bu görüşmelerde bizlere umut veren en önemli nokta, Kürt sorununun çözümünde genel anlamda prensipte bir uzlaşı ve ortak bir kabulün olmasıdır. Şu an adım atma sırası devlette ve iktidardadır. Toplum da buna hazırdır.
Siyasi partilerin hepsinin bu süreci ele alması umut vericidir ve Türkiye’nin geleceğine, demokratik dönüşümüne büyük katkı sağlayacaktır. Geçmiş dönemle farkı da budur. Kürt sorununun çözümüyle ilgili olarak bugün muhalefetten yapılan açıklamalar, daha pozitif bir zeminde yer almaktadır. Geçmiş dönemle kıyaslandığında, bu önemli ve tarihsel bir anlam taşımaktadır.
Kürt sorunu, geçtiğimiz gün Kars kongresinde gerçekleştirdiğim konuşmamda da ifade ettiğim gibi, şu an bütün siyasi partilerin pozitif bir şekilde yaklaştığı, en geniş toplumsal kesimlerin 'Evet, Kürt sorunu çözülmelidir' dediği bir aşamaya gelmiştir. Bu noktada, devletin ve iktidarın üzerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Çünkü şu an adım atma sırası devlette ve iktidardadır. Toplum buna hazırdır. Eğer bu sürecin barışla taçlandırılması isteniyorsa, bunun sorumluluğu artık devlete aittir. Mevcut iktidar ve devletin, bu konuda çözüm odaklı ve ilerleyici bir yerde durması, tüm toplum tarafından beklenmektedir.
'CHP DAHA CİDDİ BİR PLAN VE PROGRAMLA SÜRECE ÖNCÜLÜK ETMELİ'
-CHP, bu süreçte çözüme destek olacağını açıkladı. Ancak çözüme dair bir plan ve programının olmadığı görülüyor. CHP'nin bu pozisyonunu yeterli görüyor musunuz?
Kürt sorununun çözümü, siyasi partilerce bir seçime kurban edilebilecek bir sorun değil. Özellikle son yüzyılda, özelde de son 50 yılda, Kürt sorununun Türkiye’de barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmemiş olmasından kaynaklı neler çektiğimizi hepimiz biliyoruz. Ülkede çok ciddi antidemokratik uygulamalar devreye konuldu, bir rejim değişikliği oldu. Bu rejim değişikliğinde bir ‘terör' parantezi oluşturularak, bütün muhalefet bu parantezin içine alındı. İşçilerin, emekçilerin boğazından kesilen lokmalar, silaha ve mermiye gitti. Biz bu kötü sürecin değişmesini istiyoruz. Analar ağlamasın istiyoruz. Bugün de ne bir gerilla annesi ne de bir asker annesi ağlamasın istiyoruz. Türk bir anneyle, Kürt bir annenin el ele tutuşarak, birbirinin gözünün içine bakarak empati kurmasını istiyoruz. Bu büyük bir değişimle mümkündür.
Dolayısıyla başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet partilerinin elbette kaygılarını anlamakla beraber, o kaygıları değiştirip dönüştürebileceği bir süreç olarak da değerlendirmemiz gerektiğini düşünmekteyim. Bu süreç demokratik bir zeminde ilerlerse ve ülkemizde barış inşa edilirse, emin olalım ki bunun en büyük kazananı muhalefet olacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Muhalefet de kazanacaktır, Türkiye toplumunun tamamı da kazanacaktır. Muhalefet, Türkiye toplumunun kazanımını kendi kazanımı olarak da görmelidir. CHP de daha ciddi bir plan ve programla bu sürece öncülük etmeli. Bu sürecin bir parçası olmalıdır. Bu süreç Türkiye’nin demokratikleşmesi ve dönüşmesi bakımından büyük katkı sağlayacaktır.
'KÜRT SORUNU ÇÖZÜLÜRSE DEMOKRATİKLEŞMENİN KAPILARI ARDINDA KADAR ARALANIR'
- Kürt sorununun çözümüne dair tartışmaların ete kemiğe bürünmesi ya da çözüme doğru yol alınması Türkiye'ye nasıl yansır?
Kürt sorununun çözümünün Türkiye’ye sağlayacağı çok önemli katkılar var. Hem Türkiye halklarına hem de bölge halklarına büyük katkılar sağlayacaktır. Öncelikle Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin Ortadoğu, Suriye, Lübnan ve Filistin konularındaki barış çağrılarının daha somut bir karşılığı olur. Çünkü kendi pratiğiyle ilgili bir sorunu çözmüş olan bir ülkenin çağrılarının karşılığı çok daha somut olacaktır.
Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin iç siyasette atacağı adımlar ve yaşayacağı dönüşüm önemlidir. Türkiye, demokratikleşmenin kapılarını ardına kadar açmış olur. Demokratik cumhuriyet tezi çok daha güçlenmiş olur. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümü sağlandıktan sonra, bugüne kadar Kürt sorunuyla ilgili devletin özel güvenlikçi politikalarına ve özel harp yöntemlerine ayırdığı bütçe, silaha, mermiye, İHA’lara ve SİHA’lara ayırdığı bütçe, Türkiye’deki işçilere, emekçilere ve asgari ücretlilere pozitif olarak dönecektir. Bu devasa bir bütçedir. Mesela çetelere aktarılan devasa paralar, maaşlar bizlerin cebinden gitmektedir.
Dolayısıyla bu bütçenin tamamı işçilerin, emekçilerin ve asgari ücretlilerin yaşam standartlarını yükseltmek için kullanılabilir. Bu bakımdan da Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’yi önemsemekteyiz. Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’de ne Kürt annesi ne de Türk annesi ağlayacak, gözyaşı dökmeyecek. Artık birbirlerinin gözlerine daha çok bakacak, daha çok el ele tutuşacak ve daha çok empati kuracaklardır.
Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye, demokratikleşme ile ilgili yaşanan sorunları daha somut bir şekilde, 'terör parantezi'ne almadan tartışabilecektir. Burada kastettiğim şudur; işçilerin ve emekçilerin yaşadığı sorunlar, örgütlenme problemleri, kadın cinayetleri, kadına karşı işlenen suçlar, kadına yönelik şiddetle mücadele ve ekolojik kırıma karşı güçlü bir mücadelenin önü çok daha güçlü bir biçimde açılacaktır.
Özellikle bu sürecin, sol ve sosyalistlerin daha doğru bir biçimde okumaları gerektiğine de işaret etmek isterim. Kürt sorununu çözmüş Türkiye’de, bu sorunlarla birlikte diğer toplumsal sorunların da gündemleşmesi ve çözüm odaklı bir mücadelenin yürütülmesi ciddi bir biçimde mümkün olacaktır.
'SURİYE'DE KÜRT HALKININ STATÜSÜ TANINMALI'
-Ortadoğu'da ve özelde Suriye'de yaşanan gelişmeler de Kürt sorununu doğrudan etkileyen bir noktada. Esad rejiminin yıkılması, Heyet Tahrir el-Şam'ın ülke yönetimine getirilmesi, uluslararası güçlerin art arda Şam'ı ziyaret etmesi... Suriye'nin geleceği nasıl şekillendiriliyor?
HTŞ’nin geldiği odakları hepimiz biliyoruz. Nasıl bir tarihe sahip olduğunu çok iyi biliyoruz. Bugün Şam’da bir hükümet kurmaya çalışıyorlar ancak henüz ciddi bir kurumsallaşma yaşanmış değil. Çünkü orada, çözüm bekleyen çok önemli sorunlar bulunuyor. Birincisi, Rojava bölgesinin durumu ve statüsünün ne olacağı, ortada duran en temel sorulardan biridir. Bu soruya sağlıklı bir yanıt üretilmesi halinde gerçekten Suriye’de bir düzen sağlanabilir.
İkinci sorun, Lazkiye, Hama ve Humus çevresinde, Halep ve Şam’da bir kesimin yaşadığı Arap Alevilerinin durumudur. Bütün bunlar elbette Suriye’nin geleceğini ve kaderini belirleyecek çok önemli etmenlerdir. HTŞ’nin Şam yönetimine gelir gelmez attığı adımlara bakalım. Burada farklı halklardan ve inançlardan olan kesimlere yönelik bir baskı ve zulüm politikası var. Alevilere dönük katliamlar, Dürzilere ve Hristiyanlara dönük saldırılar, yine Alevilerin ve Hristiyanların inanç merkezlerine yapılan saldırılar mevcuttur. Bunlar tüm dünya kamuoyunun gözü önünde gerçekleşiyor. Aynı şekilde kadınların kılık kıyafetlerine müdahale edilmesi ve yeni kılık kıyafet yönetmelikleri yayınlanması gibi bir durum da söz konusudur. Hatta en son yanılmıyorsam 2 kadının apaçık bir şekilde (geçmişe ait), herkesin gözünün önünde ve yeni atanan Adalet Bakanının nezaretinde alenen katledildiği görüntüler ortaya çıktı.
Tabii ki böyle bir gidişat Suriye’nin geleceği için iyi bir işaret değildir. Suriye, Ortadoğu toplumunun en seküler ülkesidir. Oradaki Arap Sünniler, bölgedeki Arap Sünniler içindeki en seküler kesimi oluşturur. Bu yüzden, oranın sosyolojik ve toplumsal yapısını çok iyi okumak gerekiyor. Dolayısıyla Suriye’nin geleceği şekillendirilirken, dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır.
Oradaki Kürt sorununun ciddiyetle ele alınması, Kuzey ve Doğu Suriye’de oluşmuş olan öz yönetimin varlığının kabul edilmesidir. Kürt halkının statüsünün tanınması çok önemlidir. İkinci olarak da orada yaşayan bütün farklı halkların ve inançların kendi dillerini konuşabilecekleri ve inançlarını özgürce yaşayabilecekleri demokratik bir anayasanın inşa edilmesi gerektiği açıktır. Bunlar sağlanmadığı takdirde Suriye’nin istikrarlı ve parlak bir geleceğe sahip olmasından bahsetmek mümkün değildir.
Gidişata baktığımızda şu an bu konuda somut ve pozitif bir ilerleme kaydedilmiş değildir. Burada Türkiye’nin rolüne de değinmek gerekiyor. Türkiye’nin çok önemli bir rolü vardır. Bugün mevcut olan iktidar, Suriye’deki gelişmeleri iç siyaseti dizayn etmek için kullanmaya çalışıyor. Bu tehlikelidir ve sağlıklı bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım ne Türkiye halklarının ne de Türkiye’nin yararına bir yaklaşımdır. Aynı şekilde bu politika, Suriye’ye ve Suriye halklarına da oldukça olumsuz yansır.
Bugün Suriye Milli Ordusu (SMO) herkesçe bilinen ve Türkiye tarafından eğitilip donatılarak Suriye’ye gönderilen bir güçtür. Hem SMO hem de onlara bağlı ya da onların etkisindeki bazı çetelerin özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürt halkına yönelik ve oradaki özyönetime dönük saldırıları kabul edilemez. En son Tişrîn Barajı’nda bütün dünyanın gözü önünde defalarca sivillere saldırı gerçekleşti. Bu açık bir uluslararası savaş suçudur. Kendi toprağımdayım, kendi evimdeyim diyen insanlar dünyanın gözü önünde bombalarla katlediliyor. Önceki gün de yine orada siviller katledildi. Bu süreç nihayete ermediği takdirde başta SMO gibi güçler olmak üzere, dışarıdan yapılan müdahaleler Suriye’nin demokratikleşmesine engel olur ve Suriye’nin geleceğini daha büyük bir karanlığa sürükler. O nedenle bu tür müdahalelerden vazgeçilmelidir. Özet olarak ifade edersek; Bütün farklı halkları ve inançları kapsayan, Kürt halkının özyönetimini gören ve tanıyan demokratik bir anayasanın oluşturulması gerekiyor. Bu konuda da bütün çevrelerin pozitif yönde katkı sağlaması gerektiğini düşünüyoruz.
'SURİYE'DE ALEVİLERE DÖNÜK KATLİAMA KARŞI HERKES TAŞIN ALTINA ELİNİ KOYMALI'
-Saldırı altındaki Alevilerin durumu nasıl güvence altına alınabilir?
Hatay Samandağ’a bir heyetle gittik ve oradaki kanaat önderlerinden birisi gelişmeleri çok iyi özetleyerek şunu söyledi: "Suriye’de herkes yanılgılı bir analiz içindedir. Orada Baas rejimi vardı, bir Alevi yönetimi yoktu. Esad dışındaki hükümetin neredeyse tamamı Sünnilerden oluşmaktaydı. Bu herkesçe bilinen ve bilinmesi gereken bir gerçekliktir. Fakat bazı kesimler orada bir Alevi devleti ve yönetimi varmış gibi bir algı yaratmak istiyor. Oysa Aleviler Suriye’deki nüfusun yüzde 15’ini oluşturmaktadır. Geriye kalan nüfus ise ağırlıklı olarak Sünni Araplar, Kürtler ve diğer halklar ve inançlardan oluşmaktadır.”
Bir kere bu bilginin tüm Türkiye ve dünya kamuoyunca düzeltilmesi gerekiyor. Hatta aynı kanaat önderi şunu da söyledi: "İnsanlara 'Sen rejim yanlısı mısın?' diye sormuyorlar, 'Alevi misin?' diye sorup ona göre zulmediyorlar' dedi. 'Bu katliamlar ve zulümler, rejim taraftarlarına yönelik değil, Alevilere yöneliktir' diye ekledi. Bu vurgular gerçekten çok önemliydi. Ben de burada sizler aracılığıyla bunları yeniden duyurmak isterim.
İkinci bir husus ise, Alevilere dönük orada gerçekleşen katliama karşı tüm dünyanın sessiz kalmasıdır. Türkiye’deki ve Avrupa’daki Alevi hareketi bu konuda çok önemli mesajlar verdi, bu çok kıymetliydi. Hep birlikte, orada yaşanan insanlık dramına, katliamlara, zulme ve alenen yapılan işkencelere karşı hem Türkiye’deki demokrasi güçlerinin hem Türkiye’nin hem de uluslararası güçlerin çok güçlü bir ses çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Aleviler, Suriye toplumunun kadim inançlarındandır ve hiç kimse inancından dolayı yargılanmamalıdır ve cezalandırılmamalıdır. İşkence ve zulüm görmemelidir. Bunun önüne geçmek için herkesin elini taşın altına koyması gerekir.
'ONURLU BARIŞI DEMOKRATİK ZEMİNDE GÜÇLENDİRELİM VE BÜYÜTELİM'
-Küresel güçlerin son yıllardaki müdahale ve karşılıklı hamlelerini de göz önünde bulundurursak eğer, Ortadoğu coğrafyası bu savaş ve çatışma girdabından nasıl kurtulur?
Ortadoğu coğrafyasının her şeyden çok barışa ve huzura ihtiyacı vardır. 200 yılı aşkındır süregelen çatışmalar, savaşlar, göçler, ölümler… Bu coğrafya artık bunları kaldıramaz bir seviyeye gelmiş durumdadır. Şu anda küresel sistemin kendini yeniden dizayn ettiği bir dönemdeyiz. Çin ekonomisine karşı başını ABD’nin çektiği batı bloğuyla ciddi çatışmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu çatışmaların en önemli sahnelerinden biri de Ortadoğu'da yaşanıyor. Ortadoğu’da 7 Ekim’de başlayan yeni bir süreç var. 7 Ekim’den bu yana Ortadoğu’da çok büyük değişimler ve dönüşümler yaşandı, bu süreç halen devam ediyor. Lübnan’da yaşananlar, Hizbullah’a dönük gelişmeler, Suriye ve Irak’taki gelişmeler, Yemen’e sıçrayan gelişmeler… Bütün bunlar, bölgenin yeniden dizayn edildiğini gösteriyor.
Emperyalist güçlerin küresel sistemi yeniden şekillendirdiği bir dönemde daha büyük çatışmalara ve savaşlara gebe olduğumuz bir evreden geçiyoruz. Ancak bunu tersine çevirmek bizim elimizde. Bütün bu küresel gelişmelerin içinde halkların verdiği mücadele çok kıymetli ve çok önemlidir. En önemli ve örnek teşkil eden mücadeleyi bugün başta Rojava olmak üzere Kürt halkı vermektedir. Kürt halkının verdiği mücadele, bütün özgürlük talebinde bulunan ve bölgenin barışını isteyen halkların ortak talebine dönüşmesi, örnek teşkil etmesi çok önemli ve anlamlıdır.
Bugün Rojava’da çok önemli bir toplumsal sözleşme vardır. Bu sözleşmenin içinde yer alan farklı halkların ve inançların, bütün yönetimlerde ortak bir şekilde temsil edilmesi son derece önemlidir. Kadınların özgürlüğü, kadınların siyasette ve kamusal alanda yer alması çok kıymetlidir. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet sistemi, Rojava’da hayat bulmuş ve toplumsal sözleşmenin en temel parçası olmuştur. Bunlar çok önemli gelişmelerdir.
Bütün bunların Ortadoğu’ya örnek teşkil etmesi ve bölgenin geleceği açısından çok faydalı olacağı açıktır. Bu fotoğrafın içinde Türkiye’de, Sayın Öcalan’ın sürece dahil olmasıyla birlikte olası bir barış sürecinin inşa edilmesi de tarihsel bir anlam ve önem taşımaktadır. Bu bakımdan buradan sizler aracılığıyla Türkiye’deki bütün muhalif kesimlere, demokrasi güçlerine ve devlet aklına seslenmek istiyorum; Bu süreci hiçbirimiz heba edemeyiz. Bu süreçte demokratik değişim ve dönüşümün önünü açalım. Türkiye’de onurlu bir barışı, demokratik zeminde güçlendirelim ve büyütelim. Büyütelim ki Ortadoğu’nun karanlığa sürüklenme ihtimali olan bir evreden geçerken, bölgenin demokratik dönüşümüne ve barışına bizler öncülük edebilelim.
(MA)