HEDEP Sözcüsü Ayşegül Doğan: Siyasi darbe yedi yıldır hız kesmeden devam ediyor
Artı Gerçek - Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Sözcüsü Ayşegül Doğan, HDP Genel Merkezi'nde gündeme dair basın toplantısı düzenledi. Doğan, konuşmasına yarının 4 Kasım 2016’da eski HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, parti yöneticileri ve milletvekillerine yönelik tutuklamaların yıl dönümü olduğunu hatırlatarak başladı.
Doğan, “Yarın 4 Kasım. O kadar çok tarih var ki, bizi buluşturma nedeni olan. 4 Kasım işte o tarihlerden biri. 4 Kasım 2016 tarihinde hepimizin malumu olduğu üzere hatırlatmak ve unutturmamak ve bir daha vurgulamak için düzenledik bu basın toplantısını. Bir gece yarısı operasyonuyla partimizin Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, grup başkanvekillerin ve milletvekillerin de olduğu 12 vekil gözaltına alındı, sonra 10 vekil tutuklandı. Daha sonra tutuklu HDP vekil sayısı arttı, 15’e çıktı" dedi.
‘SİYASETÇİLERİMİZ UZUN TUTUKLULUK SÜRELERİNE RAĞMEN HALA HAPİSTELER’
Doğan, önce halkların iradesinin gasp edildiğini, ardından bir dava kurgulandığını belirterek, bu davanın HDP’nin kapatılmasına bir gerekçe yapıldığını söyledi. Doğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu gayretin hala sürmekte olduğunu görüyoruz. Kurgulanmış bu dava üzerinden neden hala sürmekte olduğunu görüyoruz. Çünkü birkaç gün önce önceki dönem milletvekillerimizden Hüda Kaya’da gözaltına alınıp tutuklandı. Hüda Kaya ile bir gazeteci olarak söyleşi yaptığımızda, 28 Şubat’ta yaşadığı mağduriyeti anlatıyordu. Umutluydu, heyecanlıydı çünkü bu mağduriyetlerle yüzleşilebileceğine inanıyordu. Ama bugün geldiğimiz noktada en son 28 Şubat darbecileri tarafından hapsedilen Hüda Kaya, bugün o günleri değiştireceği iddiasıyla iktidar yolculuğuna çıkan, iktidar tarafından tekrar hapsedildi.
Yalnızca bu bile bu davanın neden ve nasıl kurgulandığını anlatmak için önemli. Yedi yıldır hız kesmeden devam eden siyasi bir darbeden bahsediyoruz. Bir partiyi yok etme, çökertme operasyonundan bahsediyoruz. Bu nedenle de Kobanê davasına, Kobanê Kumpas Davası diyoruz. Siyasetçilerimiz uzun tutukluluk sürelerine rağmen hala hapisteler. Yani AİHM kararları, AYM kararları tanınmıyor. Bu artık yalnızca HDP’lilere ya da HDP’de siyaset yapmış veya yapmak isteyenlere yönelik bir operasyon dalgası olmaktan da çıktı. Bir kartopu gibi büyüyor ve ülkenin her yerine, her yanına yayılıyor.
‘2013 ÇÖZÜM SÜRECİNİ VE 7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİNİN ÖZELLİKLE ALTINI ÇİZMEK GEREKİYOR’
Peki ne olmuştu 4 Kasım 2016’dan önce? Kimler HDP’den neden bu kadar rahatsız oldu? Ve bu iklim nasıl oluştu? Biraz bunu hatırlatmakta da fayda var. Burada tabi 2013 çözüm sürecini ve 7 Haziran 2015 seçimlerinin özellikle altını çizmek gerekiyor. Çünkü önemli iki kırılma noktası tarihinden bahsediyoruz. 2013’ü çok uzun konuşabiliriz ama bugün gündemimiz, daha çok 4 Kasım 2016’dır. Kısaca şöyle hatırlatmak gerekirse 2013’te Türkiye’de belki ilk defa Kürt meselesinin çözümünde çok aktörlü, asıl muhataplar dikkate alınarak ve onlarla görüşülerek bir diyalog zemini oluşturulmaya çalışılmıştır. Ve bu zemin 7 Haziran 2915 seçimlerinde HDP’nin de yüzde 13’leri aşan bir oy potansiyelini ortaya çıkartmıştı. Yani o oy potansiyelini ortaya çıkarmıştı derken şunu söylemek istiyoruz. Mevcut olan bir şey oylara yansıdı. O mevcut olan şey de şuydu; bu ülkede demokrasi, özgürlük, eşitlik, hakikat, adalet için mücadele edenler, 7 Haziran 2015’de çok önemli bir şeye imza attılar.
‘AÇIK BİR KAYYIM REJİMİNE GEÇİLDİ’
Yıllarca Kürtler ve demokrasi güçleri ve onların temsiliyeti parlamentoda yer almasın diye bu ülkede dünyanın en yüksek barajı uygulandı. Ve o baraj alaşağı edildi. Şimdi tam böyle bir iklimde iktidar çoğunluğu kaybedince ne oldu? 7 Haziran seçim sürecini ve seçim sonuçlarını tanımadı. Yeniden bir seçim yapıldı, çözüm süreci cumhurbaşkanının deyimiyle ‘buzdolabına kaldırıldı’, DBP’li 102 belediyeden 94’üne kayyım atandı, açık bir kayyım rejimine geçildi, kentlerde aylarca süren sokağa çıkma yasakları ilan edildi, yüzlerce parti çalışanı ve siyasetçi tutuklandı, ülkedeki bütün dernekler, bütün sivil toplum kuruluşları neredeyse potansiyel bir hedef haline getirildi, çocuk ve kadın dernekleri dahil olmak üzere gazeteler, radyolar, televizyonlar kapatıldı.
‘BUGÜN YAŞADIĞIMIZ OTORİTERLEŞME ZEMİNİ OLUŞTURULDU’
Akademisyenler ihraç edildi, siyasetçiler ve gazeteciler hapsedildi. Bütün bunlar neyin göstergesi; çok ciddi bir savaş konsepti yeniden güncellendi ve bütün ülke adeta yeniden bir ateşe atıldı, çatışma ortamına sürüklendi, savaş siyaseti tekrar temel bir siyaset haline getirildi. Suruç, Diyarbakır ve Ankara 10 Ekim katliamlarıyla ülke demokrasinin, özgürlüklerin ve hukukun askıya alındığı yeni sürece girdi. 4 Kasım siyasi darbesini takiben Kobanê Kumpas Davası ve HDP’nin kapatma davası ile en açık ve net bir ifade ile söylemek gerekirse bugün yaşadığımız otoriterleşme zemini oluşturuldu. Seçilmişler başta olmak üzere yüzlerce arkadaşımızın hala rehin tutulduğu bu darbe bir yanıyla da yüz yıllık Kürt sorununun çözümünde ısrarın sembollerinden biri haline geldi.”
‘HALKLARIN İRADESİ İLE SEÇİLMİŞ VEKİLLERİMİZ HAPSEDİLDİ’
Demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenlerin, 1990’lardan bu yana yaratılan karanlıktan beslenmeyi tercih edenler olduğuna dikkat çeken Doğan, şunları kaydetti:
“Demokratik siyaset, diyalog, müzakere ve Kürt sorununda barışçıl çözüm istedikleri için. Eşit, özgür, adil, demokratik bir ülkede onurlu yurttaşlar olarak yaşamak istediğimiz için. Bunlardan dolayı partilerimiz kapatıldı, halkların iradesi ile seçilmiş vekillerimiz hapsedildi, sürgün edildi, hala daha diyebiliriz ki dışarıda yani sürgünde bir HDP, hapiste bir HDP ve bugün alanlarda, meydanlarda, parlamentoda bir Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi var, HEDEP var. Bu ülkede neredeyse yarım asır boyunca Kürtler ve demokrasi güçleri işte bu parlamentoya giremesinler, seslerini büyütemesinler, çoğaltamasınlar diye umudumuzu, güvenimizi ve dayanışma duygumuzu çalmaya çalıştılar. Bununla beraber pek çoğumuzun hayatına da kastedildi. Büyük bedeller ödeyerek bin bir emekle demokratik siyasetin önüne konulan bu engeller tek tek aşıldı ve bir tarih yazıldı.”
‘HALKLARIMIZ YEREL YÖNETİMLERDE SÖZ, YETKİ VE KARAR SAHİBİ OLDU’
“Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak siyasetimizin özeti vazgeçmemektir, inattır, kararlı mücadeledir” diyen Doğan, şöyle konuştu:
“4 Kasım 2016’nın yarın 7’nci yılını geride bırakacağız. Yıldönümü vesilesiyle bir kez daha vazgeçmeyeceğimizi, inadımızı sürdüreceğimize, bu kararlı mücadele ve duruşla geride bıraktığımız yüzyılda tüm engellere rağmen, kapatılan partilere, değişen iktidarlara, değişen savaş yöntemlerine rağmen, bu vazgeçmeyişin hikayesini sizlerle paylaşmak istedik. Bizler acısını çekerek çok iyi biliyoruz ki Türkiye'nin yüzyılına damga vuran en önemli olan biri de demokratik siyaset konusudur. Başka bir deyimle ifade etmek gerekirse, bu korku yüzyıldır öteki olarak gördüğü, kabul ettiği herkesi, siyaset dışında tutmak için adeta bir kurum olarak canla başla çalışıyor. Korku yalnızca konuşmamızı engellemiyor, dayanışma duygumuzu ve bir araya gelişimizi de uzak tutmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu durumun en açık biçiminin görüldüğü alan da Kürt korkusudur.
‘KÜRT SORUNU TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMEME SORUNUDUR’
Devlet tüm kriz anlarında tırnak içerisinde söylüyorum kendi normalini hissetmek için bu korkuyu devreye koyuyor. Kürtleri ve Kürtlerle birlikte Türkiye demokrasi güçlerine sürekli iç düşman olarak yaftalayıp onları siyasal alanın dışına itmeye çalışıyor. Kitleleri düşmanlığı etrafında toplayarak vaziyet almaya çalışıyor. Hemen bir seferberliği yeniden devreye koymaya çalışıyor. Kürt siyasetinin barışa yönelik bütün çabalarını çıkmaza sürerek bununla da kalmayıp cezalandırarak bu seferberlik diline tutunarak tırnak içinde kendi bekasını korumaya çalıştığını iddia ediyor.
Şimdi yeniden hatırlatmaz mı ki Kürt sorunu Türkiye'de demokrasinin turnusol kağıdıdır ve en azından 30 yıl bize bunu çok açık ve net bir şekilde göstermiştir. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye'nin demokratikleşmesi imkânsız bir hale gelmiştir artık. Yani esasında Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmeme sorunudur. Görmezden gelinerek çözülemeyeceği de bunca yaşanmışlıktan sonra hala anlaşılmamış olabilir mi, olamaz. Dolayısıyla demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenler, rahatsız olanlar ısrarlı bir biçimde hala bu savaş konseptinden beslenmek istiyorlar.”(MA)