Kürt sorununun demokratik çözümü ve TBMM’nin rolü

600 vekilin bulunduğu Meclis’te sadece DEM Parti Kürt Sorununun demokratik çözümü doğrultusunda çalışmakta ve meseleyi gündeme taşımaktadır. Öteki partiler ise ya sorunu reddetmekte ya zamana yayarak ertelemekte ya da konuşmamayı tercih etmektedir.

Kürt sorununun demokratik çözümü ve TBMM’nin rolü

Azat AKTAY

Türkiye siyasi tarihi açısından hiç olmadığı kadar önemli günlerden geçtiğimiz aşikâr. Bu günlerin tarihi bir öneme sahip olmasının nedeni ise PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta İmralı Heyeti aracılığıyla yapmış olduğu “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı.” Bu çağrıdan hemen sonra bizzat sürecin yürütücüleri olan devlet yetkilileri ve siyasetçiler, yine bu süreci yakından takip etmeye çalışan gazeteciler ve birçok sivil toplum örgütü çağrının önemine vurgu yaparken, neredeyse bütün anaakım ve muhalif medya kanalları bu açıklamayı “Tarihi Çağrı” altyazısıyla ekranlara getirdi[1]. Televizyon ekranlarında, kahvehanelerde, meydanlarda uzun uzun tartışıldı, analiz edildi, yorumlandı ve yorumlanmaya devam ediliyor. Toplumun farklı sınıflarının ve kimliklerinin bu çağrıya göstermiş olduğu ilgiye baktığımızda sanırım çağrının toplumun geniş bir bölümünde yankı bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. (Bu yankının ne zaman somut bir barış ve demokratik toplum arayışına ve inşasına dönüşeceği başka bir tartışma konusu olarak şimdilik burada parantez içinde kalsın.) Tabi bu çağrıya “tarihi” niteliğini kazandıran sadece yankısının sınırları aşan niteliği değildir[2], aynı zamanda barış ve demokrasi açısından Türkiye siyasal yapısında köklü değişim ve dönüşümlere yol açabilecek bir niteliğe sahip olmasıdır.

Yukarıdaki paragrafı okuyunca sürecin selametle yoluna devam ettiğini düşünebilirsiniz. Zira, tarihi bir çağrı yapılmış, toplumun farklı kesimleri bu çağrıya kulak vermiş: Halk, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları, medya … Daha ne olsun diye sorabilirsiniz. Fakat sürecin selameti açısından oldukça önem arz eden bir şey eksik bu resimde: TBMM.

Bilindiği üzere gerek AKP/MHP iktidarı gerek muhalif partiler Kürt Sorununun çözüm yerinin başından beri Meclis olduğunu ifade etmekte. Aynı şekilde Abdullah Öcalan da yaptığı tarihi çağrıyla Meclis'i çözüm yeri olarak işaret etmekte. Lakin tarihi çağrının yapıldığı günden sonra Meclis’in meseleyi ne ölçüde tartıştığını anlamak için tutanaklara göz attığınızda ufak çaplı bir şokla karşılaşabilirsiniz. Her kesim tarafından tarihi olarak adlandırılan bu çağrı Meclis'te neredeyse hiç tartışılmamış. Çağrı metninin halka okunduğu günden sonra 4 ve 5 Mart’ta yapılan toplam 12 Meclis oturumu (62. ve 63. Birleşim) hızlıca bir içerik analizine tabi tutulunca karşımıza şu sonuçlar çıkmaktadır:

4 Mart'taki oturumlarda 17 kere, 5 Mart'ta ise 22 kere “çağrı” ifadesinin ve yine aynı anlama gelecek şekilde 3 kere de “mektup (veya mektubu)” ifadelerinin geçtiğini görülmektedir.

* “Çağrı” kelimesini çoğunlukla DEM Partili vekiller kullanmış, mesela Sezai Temelli 4 Mart'taki oturumda yaptığı bir konuşmada tam 10 kere “çağrı” ifadesini kullanmış. 27 Şubat’ta yapılan çağrıya Meclis’in kulak vermesi gerektiğini şöyle belirtmiş: “27 Şubat bir demokratik uzlaşı çağrısıdır, bu uzlaşıya herkesi davet etmektedir dolayısıyla da Meclis'i işaret etmektedir. … Demokratikleşmenin yolu Meclis'ten geçiyorsa Meclis sorumluluğunu üzerine almalı, gereğini tam burada yapmalıdır.”

* Meclis tutanaklarında 5 kez “mektup” ifadesini kullanarak çağrıyı kasteden İYİ Parti vekili Buğra Kavuncu ise çağrının PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından yapmasını eleştiriyor ve DEM Parti'yi kastederek “Meclis'teki bir siyasi parti çağrı yaptı da biz mi duymadık?” diyerek enteresan bir tepki göstermiştir.

* Sürecin yürütücülerinden olan AKP’den ise sadece bir vekil bu ifadeyi kullanmış: Leyla Şahin Usta. Usta da bu çağrı açıklandıktan sonra “dünyanın en önemli gündem maddesi” olduğunu belirtiyor ve soyut bir kardeşlikten dem vuruyordu.

* 5 Mart’taki Meclis tutanaklarında ise yine ağırlıklı DEM Partili vekiller “çağrı” ifadesiyle (17 kere) çağrı metnini tartışmaya açmışlardır.

* Geriye kalan 5 ifadeden birini Demokrat Parti vekili ve 4’ünü ise İYİ Parti vekilleri Adnan Şefik Çirkin ve Turan Yaldır kullanmışlardır. DEM Partili vekiller çağrıyı barış için bir şans olarak görmekteyken, Demokrat Partili ve İYİ Partili vekiller ise Abdullah Öcalan’ın PKK’nin feshine yönelik yaptığı çağrıyı eleştirmişlerdir.

Çağrıyı yapan Abdullah Öcalan (Apo) bağlamında herhangi bir tartışma yürütülmüş mü diye “Öcalan” veya “Apo” ifadesinin Meclis tutanaklarında kaç kere geçtiğine bakıldığında;

* “Öcalan” ifadesinin 4 Mart'ta DEM Parti vekili Meral Danış Beştaş tarafından 2 kere ve “Apo” ifadesi de 1 kere İYİ Parti vekili Buğra Kavuncu tarafından kullanılmıştır.

* 5 Mart'ta yapılan oturumlarda ise 6 kere “Öcalan” ifadesi ve 1 kere de “Apo” ifadesi kullanılmış ve “Öcalan” ifadesini kullananların hepsi de DEM Partili vekiller (2 Cengiz Çandar, 1 Ali Bozan, 1 Ferit Şenyaşar, 2 Sinan Çiftyürek), “Apo” ifadesini ise bir İYİ Parti vekili kullanmış.

* “Öcalan” (pozitif anlamda) veya “Apo” (pejoratif anlamda) ifadelerinin kullanıldığı bağlam “çağrı” ve “mektup” ifadelerinin bağlamıyla hemen hemen aynıdır[3].

Peki Kürt Sorununun/Meselesinin tanınması bağlamında bir tartışma yapılmış mı diye “Kürt sorunu” ifadesi aratıldığında:

* 4 Mart’ta yapılan oturumlarda sadece 2 kere bu ifadenin Meclis tutanaklarında geçtiği görülmektedir. Bu ifadelerden biri DEM Partili Sezai Temelli tarafından ve ilginç bir şekilde bir diğerini de DSP Genel Başkanı Mehmet Önder Aksakal kullanılmıştır. Tabii Temelli’den farklı olarak ne yazık ki Aksakal “Kürt Sorunu” ifadesini bu sorunu inkâr eden bir bağlamda kullanmaktadır: “Bunların dışında, mektupta ortaya konulan ‘Ayrı ulus devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır’ görüşüyle de aslında bugüne kadar çiğnedikleri sözde Kürt sorunu sakızının da çürüdüğü resmen ortaya konmuştur.”

* 5 Mart’ta yapılan oturumlarda ise bu ifade Meclis tutanaklarında 26 kere geçmiştir. Bu sayı bir heyecan gerekçesi olabilir, lakin tutanağı okudukça umutlar yerini olağan bir halin dışavurumuna bırakmaktadır. Çünkü bu ifadelerden 23’ü zaten DEM Partili Sinan Çiftyürek tarafından kullanılmıştır.

* Diğer üç ifade ise şu sıra ve bağlamda kullanılmıştır. İlk olarak; CHP vekili İnan Akgün Alp bu ifadeyi Kürt Sorununu kabul eden ama bazı adımlar “zaman içinde” atılacaktır diyerek meseleyi zamana yayarak erteleyen bir bağlam içinde kullanmaktaydı: “Kürt Sorununun barışçıl yollarla çözümüne yönelik çabalar geliştiriliyor. Bu çabaların başarıya ulaşabilmesi ve toplumsal bütünleşmemizin sağlanabilmesi için elbette bazı adımlar atılacaktır zaman içinde.”

* İkinci olarak; İYİ Parti vekili Turan Yaldır tarafından bu ifade kullanılmaktaydı. Yaldır devlet kanallarında “tarihi çağrı” veya “tarihi mektup” olarak yayınlanan çağrının kendisini “kirli bir oyun” olarak adlandırmakta ve sonrasında Kürt Sorununu inkâr edeceği şu ifadeleri kullanmaktaydı: “Kürt vatandaşlarımız Türkiye Cumhuriyeti için bir sorun değildir, onlar cumhuriyetin eşit vatandaşlarıdır. En büyük bölücülük onları ‘Kürt Sorunu’ olarak tanımlamaktadır.”

* Üçüncü ve son olarak; DEM Parti vekili Güldüren Varlı “Kürt Sorunu” ifadesini sorunun çözüm yolunu işaret edecek bir bağlamda kullanarak bir nevi kendisinden önceki vekillere cevap vermekteydi: “Unutmayalım ki Kürt Sorununun demokratik çözümünün tek yolu müzakere, diyalog ve demokratik siyasettir. İşte, tarihi fırsat elimizde.”

Bu bilgiler doğrultusunda “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını” tarihi olarak adlandıran siyasilerin Meclis'te bu çağrıyı sahiplenmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 600 vekilin bulunduğu Meclis’te sadece DEM Parti Kürt Sorununun demokratik çözümü doğrultusunda çalışmakta ve meseleyi gündeme taşımaktadır. Öteki partiler ise ya sorunu reddetmekte ya zamana yayarak ertelemekte ya da konuşmamayı tercih etmektedir. Kürt Sorunu özelinde Ortadoğu yapısal değişim ve dönüşümlerin hızlandığı bir süreçten geçerken Meclis’te İYİ Parti hâlâ neredeyse bir asırdır devam eden inkâr politikasında ısrar ediyor. DSP ve DP gibi önceden “yüzlerine bakılmayan” ama seçim yasasındaki değişiklikle birlikte kendilerine siyasal temsil fırsatı doğan partiler de Kürt Sorunu konusunda Meclis’te İYİ Partiyle aynı siyasal çizgide yer alıyorlar. Öte taraftan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Kürt Sorununun varlığını kabul ettiğini ifade etmesi ve Kürtlere bir devlet vaadinde bulunması CHP’nin Kürt Sorununa yaklaşımında belli bir eşikten geçtiğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır. Lakin CHP’nin Meclis'te Kürt Sorununun çözümü noktasında göstermiş olduğu zayıf çaba ve zamana yayma anlayışı sorunun ciddiyetini ve aciliyetini kavramaktan uzak olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra CHP’nin sorunu “ötelemeye dönük zayıf çabası” (her ne kadar Özgür Özel “Biz konjonktürel bakmıyoruz” dese de) Özel’in Kürt sorununa siyaseten yaklaştığı algısını güçlendirmektedir. Bu durum ise önemli bir samimiyet ve ciddiyet sorununa işaret etmektedir. AKP/MHP ise şimdiye değin sürecin yürütücüsü olan iki temel aktör olarak Kürt Sorununun çözümünden ziyade meseleye PKK odaklı bakmakta ve Meclis’te diğer partiler gibi meseleyi gündeme getirmekten uzak durmaktadır.

“Türk tipi başkanlık sisteminde” yürütmenin (Cumhurbaşkanın yetkilerinin genişletilmesiyle) yasamanın -TBMM- üstüne ve önüne konulduğu üzerine bazı tartışmalar yapıldı. Zaten Başkanlık sistemiyle birlikte Cumhurbaşkanı’nın Meclis’ten yetki almadan KHK çıkarabilmesinin yasamanın belli bir ölçüde şahsileşmesine yol açtığı; Cumhurbaşkanı’nın “beğenmediği” bir kanunu Meclis’e geri göndermesi halinde salt çoğunluk tarafından kabul edilmesi gerektiği gibi durumlar bunun örnekleri olarak okunabilir. Bu ise yürütme organının (Cumhurbaşkanı) yasama organının (Meclis) işini yokuşa sürmesi anlamına geliyor. Muhalefet partilerinin Kürt Sorununa yönelik sunacakları tek bir yasa tasarısı karşı olageldikleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin bu halini rahatlıkla gözler önüne serebilecekken muhalefet partileri Kürt Sorununa sorunlu yaklaşımlarından dolayı bu siyasal konjonktürün sağlamış olduğu fırsatları ellerinin tersiyle itmeyi seçmektedirler. Halbuki Kürt Sorunu, bu tür temsili demokratik kurum ve mekanizmaları tekrar tartışmaya açmak, Meclis ekseninde asgari “liberal demokratik standartları” tekrar hatırlatmak için önemli bir fırsattır.

Lakin bunu yaparken, ODTÜ’den sevgili hocam Necmi Erdoğan’ın başka bir tartışma bağlamında işaret ettiği bir noktayı[4] Kürt Sorununun demokratik çözümü noktasında tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Sol/Sosyalist tüm çevrelerin Kürt Sorununun çözümü açısından radikal demokrasiyi merkezine alan bir hattı inşa etmesinin en temel sorumluluklardan biri olduğunu vurgulamalıyız. Cumhuriyet ile demokrasinin bağı da ancak bu devrimci hattın inşasıyla kurabilir ve demokrasiye “Cumhuriyetçi töz[5]”ünü tekrar kazandırabiliriz.

Esasen, hükümet sistemi tartışmalarının yapıldığı günlerde Başkanlık sistemiyle birlikte Meclis'in işlevsizleştirileceği ve böylece devlet işleyişinin "şahsi" bir nitelik kazanacağı az söylenmedi. Lakin eğer Kürt Sorununun demokratik çözümünden bahsediyorsak sürecin sadece başlatanlarla sınırlı kalmasından ziyade kurumlara ve kamusal alana doğru genişleyerek toplumsallaşması gerekmektedir. Belli bir siyasal grubun veya zümrenin tekeline ve insafına bırakılmamalıdır. Demokrasi eğer ki, Hamit Bozarslan’ın ifadesiyle, “üstünlüklerden feragat rejimi[6]” ise “eşit kardeşliğe” giden yolda “eşit söz hakkının” sağlanması, kamusal alanın çeşitlenmesi ve bir monolog mekânı olmaktan çıkıp diyalog mekânına dönüşmesi gerekir.

Tekrar Meclis’e dönecek olursak, Meclis’te DEM Parti'nin yanı sıra diğer siyasal partilerin de “sürece” dair yürütülen tartışmalara katılması gerekirken; ne yazık ki ekim ayının başında Bahçeli'nin Meclis'te DEM Partili vekillerin elini sıkarak sembolik anlamda başlattığı “süreç” o günden sonra bir daha Meclis'e uğramamış gözüküyor (kamuya/basına kapalı parti görüşmeleri ve haftalık grup toplantılarında yapılan soyut açıklamaları saymazsak eğer). 27 Kasım 2024 tarihli Sırrı Sakık’ın aralarında bulunduğu ve ilk imza sahibi olduğu 21 DEM Parti milletvekili “toplumsal barışın sağlanması için demokratik yol ve yöntemlerin belirlenmesi” amacıyla “10/2090” esas nolu bir Meclis araştırma önergesi vermişlerdi. Şu an TBMM sitesinde bu araştırma önergesinin son durumu “Gündemde” olarak gözükmekte ama Meclis'te bu önerge için nasıl bir ilerleme sağlandı bilmiyorum. Yukarıdaki verileri ve Meclis'in şimdiye kadar ki tutumunu göz önüne alacak olursak bu önerge doğrultusunda bir şeyler yapılacağını ummak için elimizde ne yazık ki pek güçlü nedenler olmadığını söyleyebiliriz.

Bitirirken sözü adalet ve barışın güçlü bir arayıcısı olan DEM Parti vekili Ferit Şenyaşar’a bırakalım: “Bu süreçte adalet ve barış talep etmek dünyanın en zor fakat en önemli görevlerindendir. Türkiye halkları toplumsal barışa dair somut adımlar görmek istiyor.”

[1] Çağrının bu kadar geniş yankı bulması ve sahiplenilmesi sonradan İYİ Parti vekili Yavuz Turan tarafından Meclis’te “sözde "Tarihî Mektup" manşetleriyle ekranları bir fotoğrafa kilitlediler” sözleriyle eleştirildi.
[2] BM, AB, İngiltere, Almanya, İran, Irak gibi birçok devlet ve devlet-üstü yapı bu çağrıyı olumlu bulduğunu açıklamıştır. Bkz. https://www.bbc.com/turkce/articles/c93kkvxy0g6o
[3] Kürt sorunu bağlamında ‘barışın dili’ üzerine bir tartışmanın özellikle bu süreçte yürütülmesinin oldukça kıymetli bir girişim olacağını not etmek gerekir.
[4] Necmi (Erdoğan) hocanın günümüz faşizmini anlamaya yönelik literatüre getirmiş olduğu eleştiri için bkz.: https://www.birgun.net/makale/gunumuz-fasizmi-uzerine-bazi-notlar-331564
[5] İlgili kavram için Pınar Bedirhanoğlu ve Cenk Saraçoğlu’nun “Demokrasi: Kavram, Kurum, Süreç” adlı derleme kitap için yazdıkları “Demokrasi Nereye: Neoliberalizm Döneminde demokrasi- Cumhuriyet Bağının Kopuşu” adlı bölüme bakılabilir.
[6] Hamit Bozarslan’ın özelde bu ifadesi genelde ise demokrasi üzerine yaptığı ufuk açıcı tartışma için yine aynı kitaptaki (“Demokrasi: Kavram, Kurum, Süreç”) “Demokrasinin Radikalleştirilmesi, Demokrasilerin Güçlendirilmesi” adlı bölüme bakabilir.

Azat Aktay kimdir?

1992 Muş doğumlu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu. Aynı üniversitede Medya ve Kültürel Çalışmalar adlı programda yüksek lisans eğitimini tamamladı. Siyasal şiddet, göç, demokrasi ve Kürt sineması ilgi alanlarıdır.