‘Suskun kalınması vicdanımı kanatıyor’

‘Suskun kalınması vicdanımı kanatıyor’
Ertuğrul Günay: Ülkede huzur ve güvenlik, toplumda barış ve hoşgörü kalmadı. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi, 15 yıla yaklaşan iktidarının sonunda,...

Ertuğrul Günay: Ülkede huzur ve güvenlik, toplumda barış ve hoşgörü kalmadı. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi, 15 yıla yaklaşan iktidarının sonunda, kuruluş vaat ve ilkelerinden uzaklaşmış, toplumu susturarak iktidarını sürdürmeye çalışan, kendini devlet yerine koyan eski ve eskimiş bir düzen partisi görünümü taşıyor.

HABER MERKEZİ – Yeni Asya muhabiri Nur Ener tutuklanmadan önce son olarak yazarımız Ertuğrul Günay ile bir röportaj gerçekleştirmişti. Röportaj, "Adaletsizlikler karşısındaki suskunluk vicdanımı kanatıyor" başlığıyla bugün Yeni Asya gazetesinde yayımlandı.

2007 seçimlerinde AKP Milletvekili olarak seçilen 60. ve 61. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri’nde Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yapan Ertuğrul Günay, daha sonra 24. dönem İzmir milletvekili oldu. 2013 yılı sonlarında, 17 Aralık soruşturması sürecinde alınan bazı kararları gerekçe göstererek AKP’den istifa etti. Ertuğrul Günay, gündeme dair sorularımızı yanıtlayarak hem uzun yıllar görev yaptığı arkadaşlarına hem de siyasilere bazı mesajlar verdi.

Günay, "28 şubat mağduriyetinin yıllardan bu yana siyasi rantını devşirenlerin, dün kendi  haklarını  savunan demokratların, mütedeyyinlerin,  liberallerin ve on binlerce insanın mağduriyeti karşısında belki  çaresizce suskun kalması  benim vicdanımı  kanatıyor" dedi.

Bir dönem AKP hükümetinde bakanlık da yapmış bir isim olarak partinin bugün geldiği noktayı  nasıl değerlendiriyorsunuz?

Adalet ve Kalkınma Partisi, 2000’li yılların başında, siyasetin yıprandığı bir dönemde yeni bir umut olarak yola çıktı. Nitekim 2002 genel seçiminde iktidar ve muhalefetteki beş partinin tümü barajın altında ve Meclis dışında kaldı. Bugün geleneksel muhalefet çevrelerinin geride kalan üç dönemi toptan eleştirmesine, hatta karalamasına karşın, bence 2011’e kadar ekonomik ve demokratik alanlarda önemli işler yapıldı. Aksi halde bir siyasal partinin, ardı ardına üç seçimde oylarını arttırması mümkün değildir. Bu dönemlerde, dayandığı gelenekçi, mütedeyyin, masum, mağdur kitlelerin dışında, ülkede barış ve gelişme isteyen içtenlikli liberal ve demokrat çevrelerden de destek aldı.

KENDİNİ DEVLET YERİNE KOYAN ESKİMİŞ BİR DÜZEN PARTİSİ

Ancak üçüncü seçiminde üstelik oylarını arttırarak kazanılması, parti liderliğinde dışardan da görülen bir kibir oluşturdu.  Bu arada,  uyguladığı  çifte standartlar yüzünden AB ile ilişkilerin soğuması ve ‘sözde’ Arap Baharının yarattığı boş hayaller, iktidarın, başlangıçtaki yörüngesinden çıkmasına yol açtı.  Bu kibir ve hayaller iktidarı özellikle Suriye’de büyük yanlışlara itti. Ülkede huzur ve güvenlik, toplumda barış ve hoşgörü kalmadı. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi,  15 yıla yaklaşan iktidarının sonunda,  kuruluş vaat ve ilkelerinden uzaklaşmış,  toplumu susturarak iktidarını  sürdürmeye çalışan,  kendini devlet yerine koyan eski ve eskimiş bir düzen partisi görünümü taşıyor.

15 Temmuz gecesi  hâlâ karanlık. O gece ve sonrasında aydınlatılamayan ‘karanlık noktalar’  hakkında neler söylemek isterseniz?

İleride Türkiye’nin siyasi  tarihi  yazılırken,  sanırım bugün bilmediğimiz çok şey ortaya çıkacak. Şimdilik,  akşam saat 10’da köprü trafiğini  kesecek kadar ahmak!  bir darbe girişiminin hikayelerini  dinliyoruz.  Keşke bu ahmak girişimde,  bunca yurttaşımız canını yitirmiş ve yaralanmış,  milletimize bunca acı   reva görülmüş olmasaydı…

Adından OHAL ve KHK’LAR ile söz ettiren bir Türkiye ile karşı  karşıyayız. İhraçları,  gözaltılar  ve hukuksuz tutuklamaları   ( ihbar furyası)  bir siyasetçi olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Bir darbe girişimi  sonrası,  OHAL ilanı  bir süre için belki  kabul  edilebilir. Ama bu girişimin bastırılması  sonrası OHAL’in sürekli  hal  alması  ve bu arada ilgili ilgisiz her alanda KHK çıkarılması  kabul edilemez. Hele bu darbe girişimi vesile yapılarak,  her kesimde ihbarcılık türemesi, on binlerce insanın sorgusuz sualsiz işinden aşından yoksun bırakılması,  suçlanması,  tutuklanması  toplumda derin yaralar, yeni mağduriyetler yaratmaktadır. 28 şubat haksızlığına ve mağduriyetine uğramış kadroların da içinde bulunduğu bir mağrur iktidar döneminde bu mağduriyetlerin yaşanması  acı  ve ibret vericidir.

ÜLKE KİLİTLENİR

Anayasa değişikliği  ve  ‘Cumhurbaşkanlığı  sistemi’ Türkiye’yi  hangi  noktaya taşır, mevcut sorunları çözeceğine inanıyor musunuz?

OHAL döneminde Anayasa değişikliği  yapmaya kalkmak,  geçmişte (27 Mayıs’ta,  12 Eylül’de) darbe ortamında Anayasa yapmaya benziyor.  Ülkeye, geniş bir toplumsal danışma ve katılımla yeni ve demokratik bir Anayasa vaat etmiş bir iktidar için bu hazin bir siyasi  sonuçtur. Kaldı ki, bu yeni düzenleme ile Türkiye’nin ekonomik demokratik hiçbir sorunu çözülemez. Hükümeti ortadan kaldıran, milletvekillerini,  bakanları; yüksek yargı üyelerini, valileri,  elçileri tek başına atayan ve üstelik bir partinin de genel başkanı olan bir Cumhurbaşkanı ile, Türkiye esenlik ve güvenlik içinde yönetilemez. Cumhurun başında tarafsız bir baş olmayacağı  için milletin birliği sağlanamaz. Yönetim işlemez, ekonomi tıkanır, ülke kilitlenir.  Bunca yıllık demokrasi emeğimiz heba olur; Sovyet artığı devletlerin standartlarına düşer, dünyada itibar kaybederiz.

TEZİNE GÜVENMEYEN KARŞITINI SUÇLUYOR

Referandum sürecinde toplum iyice gelirdi.  Siyasilerin kullandığı nefret söylemleri halka da yansıdı ve kutuplaşmalar arttı. Gelinen noktada referandum Sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Referandum sürecinde tarafların, değişikliklerin içeriğini  tartışmak yerine karşı tarafı ağır sıfatlarla suçlaması  kendi tezlerine güvensizliğin ifadesidir. Anayasalar bir parti programı değildir. Bütün toplumun içinde yaşayacağı  bir genel hukuk çerçevesidir. Bu çerçevenin tartışılması ve kabulü, toplumda gerginliğin, ayrışmanın,  çatışmanın vesilesi olmamalıdır. Oysa bu referandumda bazı  iktidar sözcülerinin söz ve davranışları, karşıtlarına yönelttiği tehditler, değişikliklerin kabulü halinde gelen tehlikenin büyüklüğünü anlamaya yelmektedir.

Halen görüştüğünüz AKP’liler var mı? Onların bu olup bitenler hakkındaki kanaatleri nasıl?

28 şubatın yıldönümü vesilesiyle de söyledim.  28 Şubat mağduriyetinin yıllardan bu yana siyasi   rantını devşirenlerin,  dün kendi  haklarını  savunan demokratların, mütedeyyinlerin,  liberallerin ve on binlerce insanın mağduriyeti karşısında belki  çaresizce suskun kalması  benim vicdanımı  kanatıyor. Ben ki,  28 Şubat’ta,  27 Nisan’da,  kapatma davasında hep özgürlüğü,  hakkı,  hukuku ve demokrasiyi savunanlardan birisiyim.  Bu duygularımı AK Partili dostlarıma da söylüyorum. Ferden ferda tümü kaygılarımı  paylaştıklarını  söylüyor, sonra kalabalıkta kayboluyorlar.

DİN ZARAR GÖRDÜ

Eski yol arkadaşlarınıza seslenecek olursanız neler söylemek istersiniz?

Bu son dönemde dini değerler, kutsallarımız çok hoyratça kullanıldı. Üzüntüyle söylüyorum; din bundan çok zarar gördü, o nedenle dinden referans alan bir çağrı yapmaktan sakınıyorum. Sadece, haksızlık karşısında suskun kalmamanın insani ve İlahi bir emir olduğunu ve bir toplumda huzur ve barışın ancak adaletle sağlanabileceğini hatırlatmakla yetiniyorum.

CESURLA KORKAĞI BÖYLE GÜNDE AYIRT EDİYORSUNUZ

Basının içinde bulunduğu durum alemin malumu… Böylesi bir ortamda Yeni Asya Gazetesini nerede görüyorsunuz?

Yeni Asya Gazetesine teşekkür ediyorum. Bakan olduğum ve iktidar etki kullandığım dönemde bir cümlemi yazmak için koşanların şimdi iktidarın hışmından korkarak ortadan kaybolduğu günlerde, sayfalarını açarak demokrasiye, özgür düşünceye hizmet ediyor. Doğrusu da insan, iyiyle kötüyü, cesurla korkağı, çıkarının peşinde olanla topluma hizmet edeni böyle günlerde ayırt ediyor. Bu da bize ders oluyor.

RÖPORTAJ: N. NUR ENER

Öne Çıkanlar