Ceren'e...
Sen dün, baban için yazdığın mektubu bizimle ama her şeyden önce babanla paylaşırken herkesin kalbinde, her evde, her sokakta, her köşe başında milyonlarca mum yaktın.

Ceren, canım kardeşim,
Kardeşlik için kan bağına, arkadaşlık için zamanın üstümüze devrilen ağırlığına gerek olmadığını büyüdükçe öğreniyoruz her birimiz. Hele ki yaşadığımız ülkenin hiçbir şeyi istediğimiz gibi olmasa da bize öğrettiği yegâne hayat dersi bu. Şimdi sana bu hakikatin olanca heybetiyle kardeşim demek, seni tanıyanların şahit olduğu sarsılmaz gerçekliğe, yakınlık kuran yalın samimiyetine, ışığınla parlayan yüreğine zamandan bağımsız, kan bağından azade can bağıyla tanık olmanın cesaretidir.
Bir hikâye vardır, bilirsin; sevdiğimiz birini kaybettiğimizde 40 mum yanarmış kalbimizde, her gün bir mum sönermiş, 40. gün tek bir mum kalırmış, o mum da sonsuza dek yanarmış. Sen dün, baban için yazdığın mektubu bizimle ama her şeyden önce babanla paylaşırken herkesin kalbinde, her evde, her sokakta, her köşe başında milyonlarca mum yaktın. Sonsuza denk yanacak, ışığını yaydığı her yerde yeniden ve her gün anlam kazanacak, Sırrı Ağabey’i hatırlatacak, sesini ve sözünü daim kılacak, varlığını şu yeryüzüne hediye sayacak milyonlarca mum… Ve asla sönmeyecek o tek mum. Ortak bir yas evinin odalarında, tarifsiz bir acının kederinde Sırrı Ağabey için buluşan insanları, bizleri, tıpkı onun yaptığı gibi koşulsuz sevginin anlamında, merhametin şefkatinde, dirayetli olmanın erdeminde, sabrın gücünde buluşturdun. Bize, senin acına ortak olma, acını hafifletemeyecek olsak bile paylaşma, sevginin anlam yaratma kudretinde kenetlenme imkânı verdin.
Tekrar tekrar dinledim konuşmanı, birbirimize sarılmanın kerametine inanarak. Eminim aynı duygularla yine milyonlarca insan senin cümlelerinin ruhunda bir araya geldi, acının, birbirine dokunmakla, sonsuz bir duygunun zamana ve mekâna sığmaz, öngörülmez, sadece hissedilebilen anlamıyla hemhâl oldu. Biz, harfleri büyük, anlamları sığ kavramların dillendirildiği bir ülkenin evlatlarıyız. O yüzden konuşman kavramların, tanımların yaşanmışlıkla, hissettirdikleriyle büyük ve derin olacağını gösterdi, sevginin eyleyiş hâliyle köklendiğini ispatladı, kelimeleri mahirane anlamlarla buluşturdu. Sırrı Süreyya Önder’in hem bir insan hem de bir baba olarak bizden sonraki nesillere devrolacak mirasına en sahici girizgâhtı. Kendi yaşadıklarına, yoksulluğa, yoksunluğa, işkencelere, linçlere öfkelenmeden, bunu ıstıraba değil, birlikte özgür ve adil bir dünyada yaşamanın hayaline dönüştürmenin, bu hayalin peşinde inatçı bir kararlılıkla yürümenin, yaşam mücadelesini bir ömrün deneyimine eklemenin gücü karşısında idrak ettiğimiz şey onun tüm “oluş”ları aklında ve ruhunda buluşturan eşsiz bir hazine oluşuydu. Bugünün dünyasında artık sadece “kötü” ve “iyi” olarak sınıflayabildiğimiz insan oluşun “iyi” bölümüne tüm varlığıyla, hikâyeleriyle, kalenderliğiyle, hoşgörüsüyle, anlama ve bağ kurma becerisiyle, keskin zekâsı ve bitimsiz neşesiyle yerleşendi.
Okuduğum bir kitapta, iki insan arasındaki yakınlığı belirleyen ilişkinin ruhsal boyutunu ortaya çıkaranın, ötekinden yansıyan ışıltıyla mümkün olduğu, o ışıltının da ruhun dilini oluşturduğu anlatılıyordu. Bunun sebebi de duyguların sonsuzluğa mağlup olmayışıyla, sonsuzca dönüşebilme maharetiyle açıklanıyordu. Ben, bendeki Sırrı Ağabey’i böyle anlatıyorum: Konu ne olursa olsun, duyguları sonsuzluğa mağlup etmeyen, sonsuzca dönüştürebilen maharetiyle. Hiç kimseyi ardında bırakmadan ve dışlamadan, hakir görmeden ve yok saymadan, onun deyişiyle, bu toprağın tüm evlatlarının birbirini gözünden sevmeye başlamasından, kötülükler ve kötü insanlar karşısındaki kırılganlığımızı şifalandırmasından.
Ceren, güzel kardeşim,
Bu kısa mektubumu senin bir şiirinle tamamlamak isterim, şu dünyanın anlaşılmazlığına, hayatın bilinmezliğine, kurdun kuşun hatırına, o ağaçların hürmetine dik durmanın sırrını gösterenin, Sırrı Ağabey’in ruhuna değsin diye.
“rüyamda dün
yaz geldi dedi bir adam
ne göndermek istersin kışa yazdan
serpiştir dedim odama
biraz defne, ıhlamur, erguvan kokusu
uyandığında kimsenin
üşümesin artık ayakları
ve dik durmanın sırrını açıklasın
salkımsöğüde bu kış
kavak ağaçları”