İngiltere: Thatcher’ın mirası aşırı sağın yükselişi
Thatcherist politikalar, İngiltere’de sosyo-ekonomik eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Bu politikaların sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik ve ekonomik güvencesizlik, aşırı sağ hareketlerin beslenebileceği bir zemin hazırlamıştır.

Hamit EKİNCİ
1933 ve 1945 yılları arasında Avrupa’yı büyük bir yıkıma sürükleyen faşist ideoloji, savaşın ardından kıtada derin izler bıraktı. Bu trajik deneyim, Avrupa ülkelerinde faşizme dair her türlü simge ve eylemin ciddi yaptırımlarla yasaklanmasına ve bu ideolojinin toplumdan dışlanmasına yol açtı. Böylece, faşizm marjinalize edilerek merkez politikaya etki edebilen bir akım olma niteliğini kaybetti. Ancak son yıllarda Batı Avrupa’da göç olgusunun belli bir ağırlık kazanmasıyla, faşizm temelli aşırı sağcı görüşlerin yeniden yükselişe geçtiği gözlemlenmektedir. Bu yeni dalga, genellikle "Alternatif Sağ" (Alt-Right) olarak adlandırılmakta; göçe dair kaygılar ve teknolojik imkanlar kullanılarak aşırı sağcı refleksin yeniden canlandırılmasıyla kendini göstermektedir.
Günümüzdeki aşırı sağ/alternatif sağın kökenleri, geçmişin faşist hareketlerine dayansa da, modern dinamiklerle yeniden şekillenmektedir. Siyasi spektrumun merkezinde konumlanan hem sağ hem de sol partilerin giderek birbirine benzemesi, bir anlamda düzene tehdit olarak görulen aşırı sağ hareketlerin kendilerine alan bulmasına neden olmaktadır. Fransa’da Ulusal Cephe, Almanya’da AfD, İtalya’da FDL, Hollanda’da PVV ve son olarak İngiltere’de Reform UK, geleneksel merkez siyasetin dışında konumlansa da iktidar olmaya yakın partiler arasında yer almaktadır.
Geçtiğimiz beş yılda beş başbakan gören, siyasi istikrarsızlığın Brexit ve COVID-19 sebebiyle enflasyonla perçinlendiği İngiltere’de, İşçi Partisi 2024 Temmuz ayındaki seçimlerde oyların %33’ünü alarak seçim sisteminin de yardımıyla güçlü bir şekilde iktidara geldi. On dört yıllık Muhafazakar Parti iktidarının ardından yaşanan bu gelişme, beraberinde iyimserlik vaat ederken kısa sürede belirsizliğe, İşçi Partisi içinde kutuplaşmaya ve sonunda sağ siyasetin, Reform Partisi ekseninde özellikle göçmen karşıtı bir koalisyon ile konsolide olmasına yol açtı.
Münih Güvenlik Konferansı’nda tartışılan çok kutupluluk ve İngiltere’nin Avrupa içindeki konumu, ülke siyasetinin geleceğini belirleyecek temel tartışmalar arasında yer almaktadır. İşçi Partisi hâlihazırda akli selimi temsil ediyor olsa da, Reform Partisi özelinde yükselen aşırı sağın etkisi belirginleşmektedir. Örneğin, Muhafazakar Parti’nin güçlü isimlerinden Suella Braverman gibi siyasetçilerin daha güçlü bir zeminden konuşmaya başlamaları öncü göstergelerdir.
ALT-RİGHT VE İNGİLTERE
Alt-Right, küreselleşme sonrası dönemde ortaya çıkan, homojen olmayan ve gevşek bir alt kültür olarak tanımlanabilir. Geleneksel faşist hareketlerin aksine, bu gruplar merkezi bir liderlik yerine, genellikle beyaz üstünlüğünü savunan ve çeşitli ülkelerdeki diğer gruplarla ilişkide olan otonom, küçük çevrimiçi topluluklar şeklinde faaliyet göstermektedir. Dijital platformlar üzerinden yayılan nefret söylemleri ve şiddet çağrılarıyla etkilerini artıran Alt-Right hareketi, birçok ülkede gözlemlenirken, özellikle İngiltere’de sosyal ve politik çatlaklardan yararlanarak önemli bir tehdit haline gelmiştir.
2010’larda sosyal medya etkisiyle oluşan ve oldukça marjinal bir grup olan aşırı sağ hareketin, 2018 sonrası Brexit referandumu ile ülkenin merkez siyasetinde konuşulur hale gelmesi, alarm zillerinin çalması anlamına geliyordu. Gelişen sokak olayları, bu hareketin doruk noktasını oluşturmuş ve İngiliz aşırı sağının merkez siyaseti etkileyecek bir konuma geldiğini göstermiştir. İngiliz hükümeti, bu olaylara karşı sert bir politika benimseyerek sıfır tolerans vurgusu yapmış; Başbakan Keir Starmer, olayları “aşırı sağcı haydutluk” olarak nitelemiştir.
Bu kriminalizasyon, Alt-Right’in sokaklardan çekilmesine yol açsa da, toplumsal ve siyasal bir fenomen olarak yerleşmesinin önünü tamamen kesememiştir. Şubat 2025 itibarıyla, anketlere göre daha önceden marjinal konumda bulunan Reform UK Partisi, Haziran 2024 seçimlerinde oyların %14’ünü almış; şu an anketlere göre oy oranını %25’lere çıkarabilecek durumdadır. Bu durum, partinin daha merkeze kayması, söylemlerinde ölçülü bir yaklaşım sergilemesi ve İngiltere’deki sorunlardan kendisi açısından doğru stratejiyle beslenerek merkezde yer bulmayı başarmasıyla açıklanabilir.
THATCHERİSM, BREXİT VE SONRASI
İşçi Partisi’nin siyasi kararlılığı ve netliği övgüye değer olsa da, mevcut tehlikeyi bertaraf etmek için yeterli olmamıştır. Sorunun kökleri, özellikle Thatcherist politikaların neden olduğu sosyo-ekonomik bölünmede yatmaktadır. 1979’da Margaret Thatcher’ın iktidara gelmesiyle birlikte yoğun özelleştirme, ekonomide deregülasyon, sanayisizleşme, finansallaşma ve hizmet sektörünün ön plana çıkarılması gibi politikalar uygulanmıştır. Bu politikalar, İngiltere’nin üretim sektörünü büyük ölçüde zayıflatarak, refah devleti ile neo-liberalizmi birleştiren yeni bir modelin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu model, Birleşik Krallık'ın imparatorluk köklerinden kaynaklanan çelişkileri içinde barındırırken; örneğin, İngiltere hem petrol ve değerli metaller piyasalarında hem de finans sektöründe dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almasına rağmen, bu zenginliğin toplumun geniş kesimlerine adil dağıtımında ciddi sorunlar yaşamaktadır.
İngiltere, Kuzey Avrupa’daki refah ekonomisine ait unsurları içerirken ve hatta çoğunlukla yolsuzluğa izin verirken, yırtıcı kapitalizmin tüm özelliklerini de taşımaktadır. Kentsel yoksulluk, bölgeler arası gelişmişlik farkları ve iş gücü sıkıntıları, COVID-19 pandemisi ve Brexit sonrası daha da belirginleşmiş; on dört yıllık Muhafazakar Parti iktidarının sonunu getirmiştir. Kamu hizmetlerinin bir kısmı, iş gücü problemleri ve planlama zayıflıkları nedeniyle iflas noktasına gelmiştir. Adalar ülkesi İngiltere’de, ithalata olan yüksek bağımlılık ve diğer faktörler ciddi enflasyona yol açmıştır.
Thatcherist politikalar, İngiltere’de sosyo-ekonomik eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Bu politikaların sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik ve ekonomik güvencesizlik, aşırı sağ hareketlerin beslenebileceği bir zemin hazırlamıştır. Ekonomik ayrışmalar, özellikle işçi sınıfı ve göçmen toplulukları arasında büyük hoşnutsuzluk yaratmış; bu da aşırı sağın popülist söylemleriyle kitlelerin yaşamlarını olumsuz yönde etkilemesine olanak tanımıştır. Brexit, İngiltere’deki aşırı sağ hareketler için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Referandum süreci, aşırı sağ grupların söylemlerini meşrulaştırarak ülkenin politik iklimini köklü bir şekilde değiştirmiş; göçmen karşıtlığı ve milliyetçilik gibi temaların daha geniş kitlelere ulaştırılmasını sağlamıştır.
GÖÇMENLERİN DURUMU
Göçmenler meselesi, bu siyasi yükselişte merkezi bir yer tutmaktadır. Müslüman ve siyahi göçmenler, İngiliz aşırı sağının hedefi haline gelmiş ve beyaz üstünlükçü ideolojinin söylemlerinde önemli bir yer edinmiştir. Buna ek olarak, İngiliz aşırı sağ söylemlerinde Doğu Avrupa’dan gelen göçmenlere yönelik ırkçılık da temel argümanlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Bu durum, beyaz üstünlüğün kendisinin ciddi anlamda ırksal bir çerçevede sınırlandığını ve ideolojinin temel unsurlarından biri haline geldiğini göstermektedir.
İngiltere’de aşırı sağ, kendisini Avrupa’dan ayrı bir konumda yerleştirirken, bu durum Trump’ın Münih Güvenlik Konferansı’nda vurgulanan politikasıyla paralellik göstermektedir. Göçmenlerin, özellikle düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmaya zorlanması, toplumsal entegrasyonu güçleştirmiş ve aşırı sağ söylemlerinin besleyici unsurlarını oluşturmuştur. Ayrıca, geçmiş İngiliz hükümetlerinin göç meselesini kendi kısa dönemli çıkarlarına uygun şekilde ele almasi sonucu sorunun derinleşmesine yol açmıştır.
"YENİ" İŞÇİ PARTİSİ VE AVRUPALILIK
İngiliz İşçi Partisi, Tony Blair liderliğinde başlattığı "Yeni İşçi Partisi" politikası ile dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle, 90'ların yarısından itibaren geleneksel sol pozisyonundan uzaklaşarak daha piyasa dostu bir çizgi benimsemiş ve Thatcherist politikaların genel anlamda sürdürülmesi yönünde bir politika izlemiştir. Bu değişim, aşırı sağ hareketlerin işçi sınıfı ve alt gelir grupları üzerindeki etkisini artırmıştır.
2015–2020 yılları arasında Jeremy Corbyn’nin liderliğinde İşçi Partisi, solun daha radikal bir kesimini temsil etmeye çalışmış, fakat bu çabalar 2019 seçimlerinde yenilgiyle sonuçlanmıştır. Bu yenilginin ardından, parti özeleştiri yaparak daha merkeze yönelmiş ve 2024 seçimlerini ezici bir zaferle kazanmıştır. Keir Starmer’ın İşçi Partisi, Tony Blair politikalarına yakın bir konumlanma sergilemektedir. Ancak mevcut şartlar, Avrupa ile ilişkiler konusunda daha Avrupalı bir çizgi benimsemesini ve Ukrayna gibi Avrupa'nın güvenliğini ilgilendiren konularda daha aktif bir dış politika yürütmesini dayatmaktadır.
SONUÇ VE GELECEĞE BAKIŞ
Thatcher’ın mirası, İngiltere siyasetinde ekonomik ve sosyal alanlarda derin izler bırakırken, politik kutuplaşmayı da artırdı. Brexit ve COVID-19 sonrası belirsizlik ortamında, merkez partiler benzer stratejiler izlerken, aşırı sağ Reform Partisi eksenindeki koalisyon özellikle göçmen karşıtı söylemleriyle geniş kitlelere ulaştı. Dijital platformlarda örgütlenen Alt-Right hareketinin desteğiyle, kentsel yoksulluk, bölgesel dengesizlikler ve kamu hizmetlerindeki aksaklıklar, daha bariz ve acil sorunlar halini almıştır.
Öte yandan, İşçi Partisi’nin merkeze kayarak elde ettiği zafer, siyasal istikrar ve ortak akıl söylemleriyle ülkenin geleceğine dair umut vadediyor. Ancak, İngiltere’nin uluslararası arenada Avrupa ile ilişkilerinin yeniden şekillenmesi, ulusal kimlik ve güvenlik politikalarının gözden geçirilmesi zorunluluğu, iç siyasetteki yetersizliklerin ve sorunların Ortadoğu ile Avrupa politikası üzerinde de doğrudan etkili olacağı göz önüne alınmalıdır. Bu durum, İşçi Partisi’nin hem iç hem de dış politikasında, ülkenin uluslararası itibarını ve stratejik konumunu koruyabilmek için tüm bu eksiklikleri dikkatli bir şekilde ele almasını gerektirmektedir. "Yeni dünya düzeni" tartışmaları eşliğinde, çokkutupluluk ve buna bağlı olarak ittifakların yeniden şekillenmesi, ülkenin geleceğini belirleyecek kritik meseleler arasında yer alırken, siyasal aktörlerin bu dinamiklere uyum sağlaması açısından iç dinamiklerin değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.
Hamit Ekinci kimdir?
Hamit Ekinci, University of East London’da doktora öğrencisi ve Centre for Study of States, Markets and People (STAMP) bünyesinde araştırmacıdır. Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında (2020), yüksek lisans eğitimini ise Anglia Ruskin Üniversitesi’nde Uluslararası İşletme alanında (2024) tamamlamıştır. Yüksek lisans tezinde “Kuzeydoğu Suriye’de Petrol Kaynaklarının Önemi: Enerji Güvenliği ve Uluslararası Ticaret” başlığıyla, bölgedeki petrolün siyasal ekonomisini ele almış, bu kritik kaynakların kontrolünün devlet ve devlet dışı aktörler arasındaki bölgesel güç dinamiklerini ve uluslararası ilişkileri nasıl şekillendirdiğini incelemiştir. Ekinci’nin araştırma alanları enerji politikaları, uluslararası işletme, çatışma ve siyasal ekonomi olup, özellikle Irak ve Suriye’deki Kürt bölgelerine odaklanmaktadır.