'Kazdağları’nın yüzde 79’u madencilik ruhsatları ile kaplı'

'Kazdağları’nın yüzde 79’u madencilik ruhsatları ile kaplı'
Kazdağı ve çevresi, madencilik projelerinin yoğun tehdidi altındayken halk ve sivil toplum örgütleri ise yaşam alanlarını yok eden projelere karşı mücadele ediyor.

Esra ÇİFTÇİ


Kazdağı ve çevresi, Çanakkale ve Balıkesir illeri madencilik projelerinin yoğun tehditti altında. Bu projeler arasında metalik madencilik, taş ocakları, mermer ocakları, kömür ocakları yer almakta. Bölgede madencilik projeleri dışında termik santraller, jeotermal enerji santralları, rüzgâr enerji santralleri gibi çeşitli enerji projeleri de var.

TEMA Vakfı tarafından hazırlanan rapora göre Biga yarımadasının yüzde 79’u metalik madencilik ile ruhsatlandırılmış durumda. Bu ruhsatların yüzde 41’i arama ve işletme ruhsatları, yüzde 59’u ihalelik alan şeklinde. 1600’den fazla ruhsat ve 90 civarında yerli yabancı firma var. Kaz Dağları’nda yaşayan halk, sivil toplum örgütleri ise yaşam alanlarını yok eden projelere karşı mücadele ediyorlar.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, Süheyla Doğan ve Avukat Cem Altıparmak Artı Gerçek’e değerlendirmelerde bulundu.

“AKBELEN’DEKİ DAYANIŞMA DAHA KALABALIK OLMASI LAZIM”

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan, Kaz dağları mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğunu ve hala tüm gücüyle devam ettiğini söylüyor. Yaklaşık 20 yıldır Kaz Dağları’nda yapılan ve yapılmak istenen maden arama çalışmalarının hızla devam ettiğini, irili ufaklı bölgenin birçok yerinde maden ocakları kurulduğunu söyleyen Doğan, Kaz dağları platformu olarak maden şirketlerine davalar açtıklarını, kimi davaları kazandıklarını, kimini ise kaybettiklerini dile getiriyor. Akbelen’deki mücadeleye de değinen Doğan, köylülerin başından beri önemli bir direnç gösterdiklerini söylüyor. Yine köylülerin en başından beri bu tehlikeyi gördüklerini ve başından itibaren tüm Türkiye’ye çağrı yaptıklarını söyleyen Doğan, Akbelen’de yapılan çevre katliamına sahiplenmesinin önemli olduğunu ve çok daha kalabalık kitlelerle orada olmak gerektiğinin altını çiziyor.

“Köylülerin çağrısı bütün Türkiye’de çok karşılık görmedi ne yazık ki! Çok kalabalık olunmayan bir zamanda da şirket müdahale etti ve içeri girmeyi, beraberinde de kesimleri yapmayı başardı. O sabah orada daha kalabalık olunsaydı belki bu noktaya gelinmezdi diye düşünüyorum. Kaz Dağları’nda da 350 bin ağaç kesildikten ve o vahim görüntü ortaya çıktıktan sonra mücadele yükseldi. Biraz da Kaz Dağları’nın popülaritesi nedeniyle çok destek buldu. Türkiye’nin birçok yerinden insanlar buraya geldi, büyük buluşmalar gerçekleşti, 25-30 bin insan buluştu”

'İKTİDAR SERMAYEYE TESLİM OLMUŞ'

Kapitalizmin krize girdiği dönemlerde her şeye saldırdığını söyleyen Doğan, doğayı bir meta olarak, doğal kaynakları ise bir sermaye aracı olarak gördüklerini belirtiyor. Çevre mücadelesinin önemine de vurgu yapan Doğan, yapılan projelerin doğrudan yaşam alanlarına müdahale olduğunu, köylülerin yerlerinden edildiğini belirtiyor. Acele kamulaştırma kararlarıyla köylülerin tarlalarına el konulduğunu söyleyen Doğan, daha fazla inşaat uğruna zeytinliklerin yok edildiğini, talan edildiğini, ormanların katledildiğini önemle belirtiyor.

“Ne var ne yok sermaye haline getirebilecekleri ne varsa saldırıyorlar, talan ediyorlar. Maden şirketleri sermayeyle iç içe, bütün bu izinler, ruhsatlar pervasızca veriliyor, doğa umurlarında değil. Nasıl daha fazla kar ederiz onun peşinde şirketler. İktidar sermayeye teslim olmuş. Kaz dağlarının yüzde 79’u maden ruhsatları ile kaplı, dünyada hangi yerde böyle bir şey var. Havamız, suyumuz kirleniyor. Müthiş bir talan ve kirletme var, insanlar zehirleniyor. Bu kadar ekolojik yıkım iklim değişikliğini, beraberinde iklim krizini meydana getiriyor. Köylüler haklı olarak isyan ediyor. “Zeytinliklerimiz elimizden giderse ne yiyeceğiz” diyorlar. Ormanlar için de aynı durum geçerli. Köylüler bir şekil ormanlardan da yararlanıyor, kekik topluyorlar, mantar topluyorlar, gıdalarının bir bölümünü ve geçim kaynaklarının bir bölümünü sağlıyorlar ve bütün bunlar yok ediliyor”

'ANAYASAL ÖDEVLER YÜKLENİLEN İDARE BU SORUMLULUĞUNU GÖRMEZDEN GELMEKTE'

Avukat Cem Altıparmak da çevre ve doğa hakları ihlallerinin yol açtığı davalara değindi. Altıparmak, çevre ve doğa hakları ihlallerinin yol açtığı davaların ağırlıklı ortalamasının idari işlemin Çed kararlarının, imar planlarının, orman kesim izinlerinin maden ruhsatlarının iptali davalarının oluşturduğunu söylüyor.

“Bu süreçte davalı taraf, dava konusu işlemin sahibi olması sebebiyle kamu idareleri olurken, yargılama süreci ise ne yazık ki idarenin şirketlerin koşulsuz savunuculuğunu üstlendiği bir istikamete yol almakta, idarenin desteklediği ve savunduğu yatırımlar adeta birer milli mesele haline getirilmektedir. Bu yargılama sürecinde, çevrenin korunması hususunda kendisine anayasal ödevler yüklenilen idare, bu sorumluluğunu görmezden gelmekte ve dava konusu edilen çevresel sorunun yol açtığı toplumsal maliyeti göz ardı etmektedir”

'DEVLET YATIRIMCILARIN YANINDA YER ALARAK VATANDAŞI İLE ÇATIŞIYOR'

Devletin sadece yatırımcıların yanında yer aldığını ve vatandaşı ile çatıştığı bu tuhaf dava pratiklerinden vazgeçmesi gerektiğini söyleyen Altıparmak, bu tür davalarda, idarenin, yatırımcının savunucusu olma rolünü terk edeceği, tarafların yani mağdur vatandaş ve yatırımcının arasındaki tarafsız bir pozisyonunda kalacağı yasal düzenlemelerin de acilen hayata geçirmesi gerektiğini önemle belirtiyor.

“Bu noktada, bu yargılama pratiği içinde mahkemelerin pozisyonuna da değinmek zaruridir. Yargı süreçlerinin adil idaresi ciddi bir sorun alanıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Adaletin Adil İdaresi” ilkesine özellikle önem vermektedir. Davanın adil yargılama ilkelerine uygun olarak sürdürülmesi mahkemelerin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk, aynı zamanda, mahkemenin tarafsızlığının görülebilmesi açısından da hayati öneme sahiptir. Buradaki tarafsızlıktan kasıt, AİHM’in “adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirdiğinin görülmesi de lazımdır” demek suretiyle, kararlarında defalarca vurgulanmış olduğu, objektif tarafsızlıktır. Yani kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimdir. Hak arayanlara verdiği güvendir. Tarafsız bir görünüme sahip bulunmasıdır. Tarafsızlığı sağlamak için alınan bütün tedbirlerin, mahkemenin tarafsızlığı konusunda makul her türlü şüpheyi ortadan kaldırır nitelikte olmasıdır. Burada önemli olan husus, demokratik bir toplumda mahkemelerin vatandaşa verdiği güven hissidir. Ne yazık ki ülkemizde kent, çevre ve doğa hakları ihlallerini ilgilendiren davaların izlediği seyir ve çıkan kararlar dikkate alındığında, mahkemelere ve özünde adalete güven hissinin ciddi bir şekilde erozyona uğradığını söylemek hatalı olmayacaktır”

Öne Çıkanlar