Sermaye için kalkınma kentler için yıkım: Sadece iklim krizi sonuçları değil
Osman ÇAKLI
İSTANBUL - Son haftalarda valilikler, Marmara, Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de kuvvetli meteorolojik durumlar için uyarı verdi. Türkiye, en çok yağışı sonbahar ve kış mevsiminde alıyor olsa da son yıllarda giderek artan ve olağanlaşan aşırı iklim olayları karşısında savunmasız durumda. İklim krizine karşı hem belediyelerin hem de hükümetin bir dizi eylem planları olsa da fiili durum aslında bir hazırlığın olmadığına işaret. Türkiye değişen sürece uyum mu sağlamalı yoksa tedbir mi almalı? Uzmanlara göre bu sorunun cevabı, hem uyum sağlanması hem de tedbir alınması. Peki ama nasıl?
HEM SONUÇ HEM NEDEN
Dünya, iklim krizine neden olan politikalardan vazgeçmediği sürece iklim krizinin yıkıcı sonuçlarıyla her yıl daha fazla karşılaşıyor. Çeşitli raporlamalara göre 1950-2000 yılları arasında Türkiye’de yılda yaklaşık 150 aşırı doğa olayı yaşanıyordu. 2000’li yılların ortalarına kadar bu veri 300’e ulaştı. 2020 sonunda ise her yıl yaklaşık bin aşırı doğa olayı yaşanmaya başladı. Türkiye, iklim krizinin yıkıcı sonuçlarıyla daha fazla karşılaşan ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Yalnızca son birkaç ay içerisinde “en sıcak gün”, “en sıcak ekim” ya da “en sıcak kasım ayı” gibi pek çok uyarı yapıldı. Ani sıcaklık değişimiyle ‘üç ayda’ yağması gereken yağışın bir gecede düşmesi kentleri savunmasız duruma getiriyor. Örneğin İstanbul son günlerde metrekareye 20 ila 110 kilogram arasında değişen yağış aldı. Uzmanlara göre meydana gelen sorunlar yalnızca iklim kriziyle açıklanamaz. Politikacılar, yerel yönetimler ve hükümetler hem iklim krizine neden olan koşulları ortadan kaldırmıyor hem de kentleri iklim krizi sonuçlarına göre planlamıyor.
‘GELECEKTE DAHA AĞIR SONUÇLAR ORTAYA ÇIKACAK’
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, günümüzde hem meteorolojik hem de klimatolojik afetler yaşandığını ve özellikle de hidro-meteorolojik afetlerin öne çıktığına dikkat çekti. Türkeş, bunun Dünya Meteoroloji örgütünün ve Türkiye’de de bilim insanlarının hazırladığı raporlarda da ortaya konduğunu belirtti:
“Son yıllarda belirgin trendler olmamakla birlikte, kuvvetli aşırı yağışlar bazı bölgelerde daha sık yaşanmaya başladı. Hortum oluşumuna yol açan orta ölçekli sinklonik bulut fırtınaları bazı bölgelerde artıyor. Kış kuraklıkları da Türkiye’de etkili oluyor. Uzun aradan sonra kasım ayında yağış aldık. Bunların hepsi biliniyor. Gelecekte iklim değişikliğinin etkileri daha hızlı ve şiddetli ortaya çıkacak”
‘GELECEĞE HAZIRLANMALIYIZ’
Tüm sosyo-ekonomik sistemlerin iklim gerçekliğine göre planlanması gerektiğini sözlerine ekleyen Türkeş, bir zorunluluğun kendini dayattığını şöyle anlattı:
“Tarımdan söz edersek, yağışların azalması, buharlaşmanın artması, toprak neminin azalması vs. daha sık uzun süreli kuraklıklar yaşamaya başlamamızla birlikte bir takım değişiklikleri zorunlu kılıyor. Yani daha az su isteyen ürünler yetiştirmek gibi. Yeraltı su kaynaklarına olan baskıyı azaltmak gerekiyor. Kentlerde de var olan alt yapıyı, kentin geometrisini, kent planlamasının coğrafyaya uygun olması gerekir. En büyük sorunlarımızdan biri fırtınalar olarak öne çıktı. Özellikle kıyılarımızdaki bütün kentler, kuvvetli fırtınaların ürettiği kuvvetli dalgalarla birlikte fırtına kabarmalarının daha fazla olacağını düşünerek bir planlama yapmamız gerekiyor. Uzun zamandır söyleniyor ancak kentler, kıyılarda, bataklıklarda kuruluyor.”
‘KENTLERDEKİ DERE YATAKLARI DOĞALLAŞTIRILMALI’
Kentlere düşen yağışın aşırı olmasına gerek olmadan da sel olabildiğini söyleyen Türkeş, bunun başlıca nedenlerinden biri olarak eski taşkın yataklarının yok edilmesini gösterdi. Türkeş, yapılması gerekenlerin arasında eski dere yataklarının doğallaştırılması gerektiğini ifade etti. Kentlerdeki asfaltın, betonlaşmanın azaltılıp, yeşil örtüyle toprağın çoğaltılması gerektiğini de anlatan Türkeş, değişen iklime dair Türkiye’de eylem planlarının hazırlandığını söyledi:
“Bugüne kadar bir projeksiyon yoktu. Bir sürü eylem planı konuşuluyor, çalışmalar yapılıyor. Bunların afet yönetimi ve afet riskinin azaltılması üst başlığıyla hayata geçirilmesi gerekiyor. Artık bu bir kentin sorunu değil dünyanın sorunu. Kentlerde ya da kırsalda düşük gelirli emekçi gruplar var. Bir kamusal gözetimin, desteğin içerisinde bulundurulmalı. Yani kamucu bir yaklaşım da gerekli.”
‘SİYASİ İRADE YOK’
Polen Ekoloji’den Cemil Aksu da iklim krizinin engellenmesiyle iklim krizine entegrasyonun birbirinden ayrı olmadığını söyledi. Aksu, ekolojik yıkımın küresel bir olgu olduğuna dikkat çekerek, devletlerin taahhüt ettiği sınırları yerine getirmesi durumunda da atmosferdeki olayların devam edeceğini belirtti. Aksu, iklim krizi sonuçlarına karşı alınacak tedbirin ‘enflasyon-faiz’ ilişkisi gibi ele alınamayacağını
sözlerine ekleyerek şöyle konuştu:
“İklim krizinin neden olabileceği olaylar öngörülebilir şeyler. Hem bilim insanları hem uluslararası kuruluşlar bir sürü rapor hazırladı. Bilinmeyen bir şey yok ancak bu planları hayata geçirecek siyasi irade yok.”
‘SON 50 YIL OLAĞANÜSTÜ META ÜRETİMİNİ VE YOK OLUŞU GÖSTERİYOR’
Aksu, daha mikro ölçekte yaşananlara dikkati çekerek önceki günlerde Karadeniz’de denizin taştığını ve pek çok yerde fırtına meydana geldiğini hatırlattı. Çevre Bakanı Murat Kurum’un duyurduğu, iki yıl önce Karadeniz’de yaşanan sel felaketlerinden sonra hazırlanan acil iklim eylem planını hatırlatan Aksu şöyle konuştu:
“Rapor, son 30 yılda Karadeniz’de yapılan projelerin hepsinin yanlış olduğunun itirafı idi. Yamaçlardan gelen su denize ulaşamıyor ve heyelana neden oluyor gibi tespitleri vardı. İklim krizinin sonuçlarına adapte olmakla, önleyici tedbirleri almanın kesişimsel bir yanı var. Son 50 yıldaki faaliyetlere baktığımızda olağanüstü meta üretimini görürüz. Akabinde yoğun orman kıyımı, kentlerde devasa betonlaşma. İklim krizine neden olan üretim faaliyetlerinin azaltılmadığı bir yerde ne yaparsanız yapın sonuçlar şiddetlenecektir.”
‘İKLİM KRİZİNE BAĞLAYIP İLAHİ TAKDİR DİYEMEYİZ’
Türkiye’de adında dere geçen pek çok yerleşim yeri olduğunu ancak oralarda artık dere olmadığını söyleyen Aksu, dere yataklarının ıslah edilmesinin yanlışlığına şöyle vurgu yaptı:
“Bu mevsimde yaşanan yağışların iklim kriziyle ilgisi yok bu mevsimsel bir hareket. Her şeyi iklim krizine bağlayıp ‘ilahi takdir’ diyemeyiz. Şehirlerin her yeri beton oldu. 20 yılda gerçekleşen betonlaşma önceki 80 yıldan daha fazla. Keza madencilik sektöründe de benzer durum söz konusu. Yağmur sularını emecek toprak, heyelanı önleyecek orman yok.”
‘AKP DÖNEMİNDE İŞLENEN KENT SUÇLARI BİZİ SAVUNMASIZ BIRAKTI’
İklim krizi tartışmalarının 1900’lerin başına kadar uzandığını söyleyen Cemil Aksu, bugün yaşanan sorunlarda AKP dönemindeki politikaların etkili olduğunu da belirtti:
“Her yapılan işte bir hukuksuzluk, yolsuzluk var. AKP döneminde kaç defa kent suçları affedildi biliyoruz. Dolayısıyla bunun sonuçları olacaktır. Devlet ve hükümetler sermayeye en hızlı yatırımları nasıl yapacağını planlıyor. Türkiye’nin de bir dizi projeksiyonları var, bakanlıkların var ama sel olan yerlere bakın, dere yatağı işgal edilmiş. Bari bina yaptınız sağlam yapın. Maliyetleri en aza indirerek maksimum kar edecek zihniyetle hareket ederseniz o binalar çöker. Yanlış kentleşme politikaları, yanlış kalkınma programları iklim krizine neden olduğu gibi onun sonuçları karşısında da bizi savunmasız bırakıyor.”