Dersim’in mülksüz ozanı*: Memed Çapan

Dersim’in mülksüz ozanı*: Memed Çapan
Bir ara Ruhi Su’nun Açık Hava Tiyatrosu’nda konserinin olduğunu öğrenince, bütün çaresizliklerine rağmen onunla tanışmak için konsere gitmek ister....

Bir ara Ruhi Su’nun Açık Hava Tiyatrosu’nda konserinin olduğunu öğrenince, bütün çaresizliklerine rağmen onunla tanışmak için konsere gitmek ister. Gün gelir ve o konsere gider Memed. Kasetten duyduğu sesin sahibi karşısında sahnededir. O anları anlatırken Memed ‘Adamın kendisi piri nur…

Fadıl ÖZTÜRK

Mazgirt’in Kalayçı köyünde dünyaya gözlerini açmış. Doğduğu andan itibaren de babasından mülksüzlüğü devralmış yaşadıkça mülksüzlüğünün farkına varacak bir çocuktur o. Ve bazı insanlar bir yetenekle doğarlar. Memed Çapan onlardan biridir.

Üç yaşında, dişleri çıkmasına rağmen ana memesinden süt emen bir çocuktur. Annesinin de pek bir şikâyeti yoktur bundan. Kırmançki konuşan bir köyde büyümesine rağmen, kendi deyimiyle: ‘Rüzgâr mı getirdi o türküyü, su mu, yoksa toprak mı verdi bana, bilmiyorum…’ Üç yaşındaki Memed’in öğrenip çocuk haliyle söylediği  ilk türkü: ‘Pınara varmadın mı/ Gül Koydum almadın mı’  türküsü olmuş.

Rahmetli Ağası Ali Koç, Kalayçı Köyü’nün sahibi ve Kureyşan aşiretinin de reisiymiş. 38’de  kırım ve göçten dolayı Dersim çok göç vermiş. Kırğan Aşireti’nin Türüşmek’teki topraklarında gözü varmış Ali Koç’un. Memed’in babası, Ali Koç ağasının yanında bir maraba. Ağa nereye o da oraya. Ali Koç ağalarıyla Türüşmek’e göçmüşler. Memed’in ne dikili bir ağacı, ne de bir karış toprağı varmış.

Türüşmek’te kırğanlar topraklarına sahip çıkınca, iki yıl sonra tekrar Kalayçı köyüne geri dönmüşler. Ama ağasının belasına çıkan kavgada babası kötü dayak yemiş. Babasını kaybetme korkusu Memed’i yakmış bitirmiş. Babasına yapılanları hayatta kabul etmemiş, edememiş. O günden bu güne, her türlü şiddete hep karşı durmuş Memed.

Babası da o kavgadan sonra bir daha kendini toparlayamamış, gün be gün geriye gitmiş. Baba işten düştükçe, işler annenin omzuna yıkılmış. Kalayçı Köyü’ne dönmüşler, ama ağasının yanına gitmemiş babası. Kabun köyünde halasının yanına gitmişler, orada da tutunamamış, Karadere’ye geçmişler. Kocası ölmüş altı çocuklu bir kadının yanına yerleşmek istemişler. O da olmayınca, gerisin geri Kalayçı köyüne, Ali Koç ağalarının yanına dönmüşler. Ağaç değiller ki, kök salsınlar toprağa. Dünyanın dalında, düşmüş yaprak gibidir rüzgârın insafına kalmış mülküzler…

Altı, yedi yaşlarında İlk kez Davut Sulari’yi  görür ve onun elindeki bağlamayla tanışır Memed.
Köyün dışında bir ceviz ağacının altına bağlanan cemde kıpırtısız Davut Sulari’yi dinlemiş. Bütün çocuklar hevesini alıp, tek tek oradan ayrılırlarken, Memed kıpırtısız sazı ve sazdan çıkan sesi içine kaydediyormuş. İnsan pusulasını kalbinde taşırmış da, Memed çok küçük olduğu için, bunu farkında değilmiş.

Memed’in saza merakını gören Davut Sulari, Memed’in babasından çocuğu kendisiyle dolaştırmak için izin ister ama babası bu isteği kabul etmez. Memed, babasını o günden sonra daha çok sever. Ama Memed’in yüreğine sazın ve sesin ateşi düşmüştür artık. Bilmeden kül olacağı zamanı beklemiş…

Ev demeye bin şahit isteyen, mağaradan farksız, içeri girince insanın eğilmeden giremeyeceği bir kapıdan giriliyormuş evlerine. Evin damında, gündüz evi aydınlatsın diye bir delik varmış. Yağmur ve kar yağdığında taşla kapatılan aydınlık veren bir delik. Mağaradan farkız o evin tam ortasında ağaçtan bir direk varmış. Memed, kendini bildi bileli, o direği kucaklar, bir eliyle de direğe vurup kulağıyla direğin içinde dolaşan sesi dinlermiş. Onun bu hali annesini ‘Bu çocuk aklını yiyecek’ diyerek çok kaygılandırıyormuş. Memed, direğin içinde dolaşan sesle ilişkisini hiç kesmemiş…

Mıstefaê Cafer dedikleri, yıldız nameye bakan bir adam varmış. Annesi o köye geldiğinde oğlunun yıldız namesine baktırır, üzerinde melekelerin olduğunu onları kovduğunu söyler, bir de muska yapar Memed’e, boynuna asmaları için. Muska kar etmez  yine gidip, direğe vurup, kulağıyla dinlermiş Memed. Bazı insanların ruhu sesle, tınıyla beslendiğini nerden bilsinler…

Çingeneler ve tef
Eskiden Çingeneler köy köy dolaşırlarmış. Herkes kap kacağını kalaylamak için onların gelmesini beklermiş. Sadece kalay yapmıyorlarmış, yeri gelince kerpetenle sallanan dişleri de çeker, gerektiğinde protez diş de yaparlarmış. Çingeneler işe yarar bir toplulukmuş zamanında, Şimdiki gibi ‘fazlalık’ görülmezmiş Çingeneler.

Anne ve babasının ilişkisi:
Memed büyüdükçe Davut Sulari’nin gelişiyle tanıştığı saza daha da yakın his eder olmuş kendini. Ama fakirlik ve parasızlık gelip Memed’i bulmuş. Babası ile annesi arsındaki ilişkiye gıpta ile bakarmış Memed. Onların dertlerini ocak başında sohbet etmelerini, çareleri beraber aramaları çok hoşuna gidermiş. Bu duruma daha sonra: ‘annemle babamın arsındaki o paylaşım beni müthiş mutlu ediyordu’ diyecekti. Ama Memed evliliklerinde bundan mahrum yaşayacaktı hep. Terazisi yok, dertleri de, sevinçleri de eşit dağıtmıyor  hayat.

İlk sazını alması… Erzincan’a gidiş ve dönüş…
Gelmiş günler, gitmiş aylar,Memed büyüyüp on altı yaşına gelmiş. İşte tam o yaşında annesi bir keçisini satıp, saz alması için,  oğlunun cebine para  koyar. Ver elini Erzincan, Erzincan’da Ali Soylu’ya…  İlk sefer evden bu kadar uzağa gitmiştir Memed. Binmiş otobüse, Erzincan’da inmiş. Oradan da faytonla Ali Soylu’nun saz evine. Sazını almış ve yine faytonla otele gidip, kapanmış otel odasına. Uyuya kalıncaya kadar saz çalmış. Ertesi gün, yine otobüsle dönmüş Dersim’e, oradan da Kalayçı’daki evine. Sazı akort etmeyi zamanla kendisi öğrenmiş. Sazın da tıpkı insanlar gibi bir can taşıdığını ve canı yandığında da  akordunun kaçtığını, öğrenmiş Memed.

 İstanbul, üniversite, sevgili, saz ve Aşık Daimi …
İlkokula Mazgirt’te dayısının evinde başlamış. Ama ‘Orası ayrı bir hikâye, kalsın şimdilik. Anlatsam kitap olur’ diyor ve karışmıyoruz Memed’in o zamanına. Memed, lise çıkışlıdır, Fransız Filolojisini kazanınca sazıyla beraber İstanbul’a gider. Yoksuldur, okumak için de çalışmak zorundadır. Hem okuyan, hem çalışan, 22 yaşında üniversiteli bir gençtir. Feriköy’de Tatar bir kızla sevgili olurlar. Çalışmak, okumak ve sevgilisiyle buluşmak üçgeninde yaşarken, hayat hiç kolay değilken, sevgilisi hamile olduğunu söyler. Beklediği bir şey değildir bu hal. Kaçarı yok, 22 yaşında Memed’le tatar sevgilisi evlenirler. Haliyle okulu terk emek durumunda kalır. Parasız kaldığı bir gün, İstanbul’a geldiği günden beri hiç çalmadığı sazını Unkapanı’na götürüp satar. Sazı sattığı kişi de Aşık Daimi’dir… Memed’in öncelikleri değişmiş, onun için saz çalmak en arka sırada kalmıştır.

Öğretmenliğe ilk adım atışı…
Bir kişiyken, iki kişi olmuş, o da yetmemiş doğacak olan çocuklarıyla üç kişi olmaya ramak kalmış. Tam hayatın bu bıçak ağzı zamanın da, şans ona başka bir kapı açmış. Milli Eğitim Bakanlığı, lise mezunlarının fark derslerini vermeleri durumunda ilkokul öğretmeni olma imkânı tanımış. Nefes almış Memed. Sınavları verir ve Kutuderesi’nde bir ay da stajını yapınca ilkokul öğretmeni olur…

Ortaokul öğretmenliği ve Ruhi Su’nun sesiyle tanışma…
Öğretmenliğinin ilk zamanları Batı Karadeniz’in köylerinde geçer. Eşiyle beraber, Bartın ve Zonguldak köyleri derken tekrar İstanbul’a dönerler. Eşinin ailesi de İstanbul’dadır zaten. Zamanın Milli Eğitim Bakanı, Mustafa Üstündağ, ilkokul öğretmenlerine, sınavla ortaokullara yabancı dil öğretmeni olma hakkı tanır.  Memed, sınavları kazanır. Tayini Mazgirt’in Muhundu nahiyesine çıkar. O bir ortaokul Fransızca öğretmenidir artık. Mazgirt’in Kalayçı köyünden çıkıp giden Memed, dönüp dolaşıp yine Mazgit’e, Mazgirt’in bir nahiyesine gelir.

Çok sevdiği arkadaşı İmam Genç de (Kamer Genç’in kardeşi) eski adı Peri olan Akpazar nahiyesinde Fransızca öğretmenidir. İmam Genç’in Peri’deki evinde ilk kez Ruhi Su’yu dinler ve hayran olur, kendinden geçer. Hiç tanımasa da, ‘Onu dinlediğimde, dağ taş canlanıp kımıldıyordu’ dediği Ruhi Su’ya ulaşmak artık Memed’in hayatının vazgeçilmezi olur. Hangi iyiliğin, bizi nerede bulacağı bilinmez. Hayat Memed’e o gün, kalan hayatını ayıracağı bir iyilik yapmıştır Peri’de.

Ayrılık ve İstanbul’a geri dönüş ve işsizlik…
Memo’nun öğretmenlik yaptığı yer memleketi olsa da, İstanbul’da büyümüş eşi dayanmaz bu mağduriyete ve çeker gider. Bu gitmeler tasarlanmış gitmeler değildir. Günü gelmiş ve yaşanmış hallerdir. Hayat bir kere daha Memed’in boğazına sarılmıştır. Ama bir taraftan da Ruhi Su vardır İstanbul’da… Okul tatil olur olmaz eşinin ardından İstanbul’a gider. Memed koca İstanbul’da artık maaşlı bir öğretmen değil, sıfır numara bir işsizdir. Ve bu durumu İstanbul asla affetmez, yürür işsizin, halsizin, yoksulun üstüne, üstüne. Memed’in artık günahı da sevabı da İstanbul’dadır.

İstanbul’da gecekondu…
Bomanti Bira Fabrikası’nda demirci ustası olan eşinin babası, Feriköy’deki gecekondularını oturmaları için Memed’e vermek durumunda kalır. Gecekonduya ev demeye bin şahit gerek. Bırakın nem ve rutubeti, bir duvarından sular akıyormuş. Çocukları da doğmuş, aile üç kişi olmuştur.

Ruhi Su ile ilk  tanışma…
Bütün bunlara rağmen Ruhi Su’yla bir ilişki kurmak da aklından çıkmamaktadır Memed’in. Bir ara Ruhi Su’nun Açık Hava Tiyatrosu’nda konserinin olduğunu öğrenince, bütün çaresizliklerine rağmen onunla tanışmak için konsere gitmek ister. Gün gelir ve o konsere gider Memed. Kasetten duyduğu sesin sahibi karşısında sahnededir. O anları anlatırken Memed ‘Adamın kendisi piri nur… Bir ses, bir ses ki, sorma, bütün dertlerimi unuttum, onunla tanışmayı dert ettim kendime orada’ diyecekti.

Açık Hava’nın taş merdivenlerine oturmuş Memed, bir fırsatını bulur bulmaz çıkar Ruhi Su’nun karşısına. Çıkmak da ne kelime, birden biter onun burnunun dibinde. Ama o kadar heyecanlıdır ki Memed, Ruhi Su ürker onun o halinden. Daha önce hiç görmediği, tanışmadığı bir insanın, birden orada var olması ürkütür Ruhi Su’yu. Memed Çapan, o an kınından çekilmiş bir bıçak kadar tehlikeli ve şüpheli görünür hocasına. Heyecanla: ‘Hocam, duydum ki, bir koronuz var, ben o koronuza katılmak istiyorum.’ demiş. Ruhi Su, olayın da heyecanıyla: ‘Allah Allah’ demiş ve devamla: ‘Peki, ama biz bu sezon ara veriyoruz. Eylül sonunda, Ekim başında gelebilir misin?’ demiş. ‘Gelirim hocam, gelirim…’ demiş Memed ona cevapla. Ruhi Su, sakin ama şüpheyle Memed Çapan’a ‘Bir gel bakalım’ demiş.

Memed, o heyecanla yazı geçirip, Ekimin başında dayanmış Harbiye’deki Dostlar Korosu’nun kapısına. Ruhi Su ilk zamanlar kimin nesi olduğunu bilmediği Memed’den çekinir bir haldeymiş. Memed’in heyecan ve hevesini nereden bilsin hocası. Solcu olarak bilinen bir sanatçı devletin kendisine yaklaşımını bildiği için, doğal olarak tanıyıncaya kadar şüphelenmiş Memed’den…

Bir gün Ruhi Su bütün öğrencileriyle bir ardayken, Memed’i göstererek: ‘Bu arkadaşımız bize bir türkü söyleyebilir mi acaba?’ demiş ve Memed bütün heyecan ve utangaçlığına, oturduğu yerde terlemesine rağmen ‘Drama Köprüsü’nü söyler ve orada, o gün, o saat Dostlar Korosu’na kabul edilir. Memed Çapan, çocukluğundan beri içinde taşıyarak kendisiyle büyüttüğü derdine çare bulmuştur artık. Geride kalan ne varsa hepsi dünyanın gelip geçen derdi…

Ruhi Bey’in evi o zamanlar Osmanbey’dedir. Zaman zaman evinde öğrencileriyle kutlamalar yaparmış. Memed Çapan ‘Ruhi Bey’in evindeki o buluşmamızda, saz elden ele dolaşıyor,  her öğrenci kendince bir türkü okuyordu. Saz bana geçince, ben kendi dilim  Kırmançki’den bir kılam okudum. Ruhi Bey’de bir kıpırdama oldu ve dönüp öğrencilerine: ‘Canlarım, Memed’in söylediği bu türküden ben şunu anlıyorum ki, orada bir halk var ve o halkın da bir dili var’ diye aktaracaktı Memed bize.

O günden sonra hocası Memed’le daha özel ilgilenir. Ayakkabının önü açılmış, üstü başı perişan Memed’e hocası Ruhi Su: ‘Sen nasıl geçiniyorsun çocuğum? Ne yapıyorsun? Eşin ne iş yapar?’ diye sormuş. ‘Eşim dikiş nakış işleri yapar’ diye cevap veren Memed’i ve eşini İstanbul’un kalburüstü kesimine terzilik tapan Gönül hanım’ın yanına yollar. Gönül Hanım o gün, bugündür Memed’in ablasıdır ve her Türkiye’ye geldiğinde, mutlaka gider Gönül Abla’sını ziyaret eder.

Memed’in Gönül ablası, gecekondularını görür görmez, onları apar topar o gecekondudan alır, Maçka’da bir daireye yerleştirir.  Gelen dikiş ve nakış işleri Çapan ailesinin görece rahat bir nefes almalarını sağlar.

2. saz alışı…
Dostlar Korosu’na devem eden Memed’in ilk sazını sattığı için bir sazı yoktur. Ekonomik durumu biraz da olsa düzelince hocasının önerisiyle Unkapanı’nda, hocasının da sazlarını aldığı Osman ustaya gider, kendisine yeni bir saz alır. Sazını bile mülk etmeyen, gerektiğinde sazını öpüp vedalaşan, kalbinin bir iç yolcusudur Memed…

Setero…
Nota öğrenmenin derdiyle, Timur Selçuk’a kadar giden Memed Çapan ‘Yine de bir şey sökemedim. Oysa çok kolaymış. Ben bugün geldiğim yeri Ruhi Bey’den aldım. Onun halk türkülerine bakışını olduğu gibi aldım. Beni zaman zaman çağırıp sohbet ediyordu.’ diyecekti. Ruhi Su, Memed Çapan’dan ‘Setero’ parçasını alır ve parçanın üzerinde çalışır. Hastalığının son dönemleri olduğu için, parçayı bitiremez ve parça öylece kalır. Bazı işler ölenle gömülmez, bir sancı gibi kalırlar hatıra…

Alevi misin hocam?…
Bir gün özel bir sohbetlerinde Memed hocasına: ‘Hocam sizde Alevilik var mı?’ diye sorar. Hocası zınk diye durur olduğu yerde. Öyle bir bakış atar ki Memed’e, bakışı Memed’i deler geçer. Memed ‘Eyvah ben nasıl bir pot kırdım’ der içinden. Ama Güzel bir insandır Ruhi Su hoca. Memed’i incitmeden ‘Bana neden bu soruyu sordun Memed?’ diyerek, niyetini öğrenmek ister. Memed de: ‘Alevi deyişlerini o kadar içten söylüyorsunuz ki, bu soruyu sormadan edemezdim hocam’ diye cevap verir. Memed’in Ruhi Su hocası, ‘Benim müzisyen olduğumu buradan anlamalısın Memed’ der ve konu orada kapanır.

Ruhi Su’nun Memed Çapan’ı  uyarması ve …
Bir gün, Ruhi Su hoca, Mehmed’e: ‘Memed senin kendi dilinden söylediğin türkülerin ‘komünizm Propagandasından daha tehlikeli olduğunu biliyor musun?’diyerek,  Memed’i uyarırmış… Son zamanlarda Ruhi Su’nun rahatsızlığı artar, ameliyat olmasına rağmen yine düzelmez, gittikçe kötüye gider. Devlet yurt dışında tedavi olmasının yolunu da kapatmıştır.  Haliyle çalışmalarını yapamaz hale gelir Ruhi Su. 85’lerde, Ruhi Su’nun hastalığından, Memed’in geçim ve aile sorunlarından dolayı ilişkileri kesilir.
 
Mahir Çayan, Hüseyin ve köylüler…
71’de Karadeniz Ereğli’sinin bir köyünde öğretmendir Memed. Okulun bahçesinde bir kaç köylü ile radyo dinlerken, radyodan MahirÇayan ve Hüseyin Cevahir’in Maltepe’de Bir evde ablukaya alındıklarını duyar duymaz, köylülerin yanında ağzından ‘Eyvah!..’ diye bir hayıflanma sözcüğü çıkar Memed’in. Hüseyin Cevahir Memed’in tanıştığı, çocukluğundan beri samimi olduğu bir arkadaşıdır.  Köylüler o ‘Eyvah!..’ sözcüğünden hareketle Hoca komünisttir yargısıyla sıkıyönetime ihbar ederler. Mehmed de nasibini alır 12 Mart Askeri Cuntasından…

12 Mart ve karakolda Kırmaçki konuşan teğmen…
Memed’i bir gece evinden alır, kitaplarıyla beraber jandarma karakoluna götürürler. Karakol komutanı teğmen kemik kıran olarak anılıyormuş. Bırakın Memed’in kemiklerini kırmayı, Memed’i odasına alıp onunla Memed’in dili olan Kırmaçki konuşmaya başlamış. Kemik kıranın babası uzman çavuş olarak Dersim’de görevini yaparken, oğlu da orada Memed’in dilini öğrenmiş olduğunu öğrenir Memed. Kitaplarıyla beraber alıp, Zonguldak merkeze götürülür. Zonguldak’taki komutan kısa bir sorgudan sonra, ‘Bu kitaplar bende de var. Bırakın hocayı, gitsin görevini yapsın’ demiş ve Memed, 12 Mart Cuntası’ndan ucuz bir biçimde kurtulmuş…

Hüseyin Cevahir onun gözlerindeki perdeyi kaldırmış…
Maltepe’de, Mahir ve Cevahir’i kuşatanların ‘Bir Türk bunları yapar mı?’ anonsuna Cevahir, ‘Ben Türk değil, bir Kürdüm’ diyerek cevap verdiğini öğrenen Memed’in zihin dünyası birden aydınlanmış. Cevahir’in o sözü, Memed’e ışık olmuş. Kendi kendine: ‘Doğrudur, bizim bir dilimiz var. Cevahir sen bunu dediysen, ben de bundan sonra senin yolundayım’ dedim’ demiş. O gün, orada, o karşı cevapla Hüseyin Cevahir, Memed Çapan’ın gözlerindeki perdeyi kaldırmış…

Ciğer satmış, inşaatlarda çalışmış Memed…
Memed Çapan, İstanbul’da kaldığı zaman zarfında inşaat işlerinde amele olarak çalışmış. Sabun, iç çamaşırları satmış. Evde yaptığı Arnavut ciğerini, Dolmabahçe’de maç çıkışında satmış. Bir seferinde zabıtaya yakalanmış, onu ve ciğer arabasını atmışlar kamyona. Zabıta kamyonunda simitler ve simitçiler, ekmek arası satanlar ve sattıklarını alıp götürmüşler. İstanbul’da yan gelip yatmamış, ekmeğini çıkarmak derdine düşmüş, Memed…

‘İlk konser…
İlk konserini Şan Tiyatrosu’nda yapar, ama kendi deyimiyle çok komik bir konser olmuş. Elbet konsere gidenler olur, ama gidenlerin pişman olduğunu da yine kendisi itiraf eder. Hocası ona hep  ‘Acele etme Memo, eğitim al Memo…’ dermiş. Eğitimi nasıl alacaktı? Eve ekmek götürmek zorundaydı. İki oğul, bir eşi vardı ve ondan evin ekonomisine katkı bekliyorlardı. Bütün bunlara rağmen  ‘Ama sesim fena değil, Ben türkü söyleyebilir, konser verebilirim’ diye düşünüyormuş Memed. ‘Nah söyledim. İlk konserimde rezil oldum çıktım.’ diyerek kendine eleştirel bakmaktan geri durmuyordu, Çapan…

Bir evlilikten, bir evden…
Ruhi Bey sayesinde iş ve güçleri olan Çapanlarda eksik olan sadece huzurmuş. Gönül Abla’sının Göztepe’deki apartmanının giriş katına taşınmışlar. Paraları varmış. Telefonları varmış. Domatesleri, maydanoz, kuru fasulyeler, bulgur ve pirinçleri varmış, ama huzurları yokmuş Çapan ailesinin. Memed’n Kendi deyimiyle: ‘Eşimin İstem ve ısrarıyla mahkemeye gidip hâkim karşısına çıktık. Bir celsede boşandık. Aldım sazımı elime hemen ayrıldım evden. Sadece evden çıkıp, gitmedim. İstanbul’dan da, Türkiye’den de çıkıp, gittim Yunanistan’a. Eğer ben bir öğretmen olarak kendimi, çocuklarımı geçindiremiyorsam, bu ülke haram, olsun bana dedim ve gittim’ der…  Bu sefer sadece mülksüz değildir Memed Çapan. O artık eşsiz, çocuksuz, İstanbul’suz ve Türkiye’sizdir de. Dersimsiz değil ama…

Her bir insan bir sebeple doğar…
‘Nasıl oldu, bilmem… Biri şairdir, biri yazardır, biri sinema yapar, biri resim, biri kazma kürekte çalışır,biri sürü güden çoban olur,biri fırıncı olur ekmek yapar… Velhasıl, insan çeşit çeşittir. Dolayısıyla her insan bir sebeple doğar. Benim de içimde bir doğma sebebim varmış demek ki. Ama bu har gür içinde, bu hay huy içinde kaybolup gitti içimizdeki sebebimiz.’

‘Dayê, Dayê klamını Türkiye’de yazmıştım…
Babam ölmüştü, anam da Mazgirt’te dayımın yanında kalıyordu. Gitmiş, anamı İstanbul’a getirmiştim. Kadın ancak bir ay dayanabildi. ‘Giderim de, giderim’ dedi. Kalır, zamanla alışır dedim, olmadı. Bir gün çıktı evden düştü yola,yoldan geri çeviremedim. ‘Söz dedim, sana, biletini alacağım, yarın gidersin’ dedim de öyle geri getirdim eve. Ertesi gün anamı kendim götürüp otobüse bindirip, yolladım. Gidiş o gidiş. Sonraki günlerde yanıma gelen yeğenimden öğrendim öksüz kaldığımı. O an dizlerimin bağı çözüldü, bir tarafım koptu… Oysa ben babamı çok sevdiğimi sanıyordum. Anam da bana ‘Bunun neyini seviyorsun’ derdi. Ona yanarım ki, ben anamı ne kadar sevdiğimi, o öldükten sonra öğrendim ve bunu da anama söyleyemedim. Bir ateş düştü içime, yaktı beni… Sadece anamı değil, bütün anaları kattım kılamın içine… İşte bu klam böyle çıkmış oldu benden…’

Ğarip’i nasıl yazmışım… Yazdıktan sonra sanki bunları ben yazmamışım da, başkası yazmış gibi geliyor bana. Ya da içimde varmış da, günü gelmiş, bir ananın çocuğunu doğurması gibi, o klamlarımı iki dudağımın arasından doğurmuşum sanki… Var var, her insanda bir keramet vardır…

‘Düzgün Baba kılamı için de aynı şeyi söyleyebilirim. İçimde bir bilinç uyandı. Eskiden uyuyan bir hayvan gibiymişim diyorum kendime. İster inanın, ister inanmayın, her insan bir sebeple doğar…’

Yunanistan’da üç yıl kalır ve Almanya…
Memed Çapan, Yunanistan’da üç yıl kalır. Oradan tanıştığı Alman eşiyle evlilik yaparak Almanya’ya gider, yerleşirler.  Almanya ne Türkiye’ye, ne de Yunanistan’a benziyordu Memed için. Almanya’nın çok kural ve kaideli bir ülke olması Memed’i ürkütür. Bir buçuk yıl gibi bir süre içinde ikinci evliliğinin de sonuna gelir, ayrılırlar…

Şimdi o, Almanya’nın Stuttgart kentinde bir gül bakıcısıdır. Hüznü kadar yüzünde gülümsemesini de eksik etmeyen bir göçmendir Memed Çapan. Bu yaştan sonra meslek değiştirmezse eğer, o gülü, gül de onu mülk eder.  Zaten kılamlarını kendine mülk etmedi. Dersimli olsun, olmasın kim çalıp söylediyse onun eserlerini, beş para için peşine düşmedi. Mülksüz geldi dünyaya, mülksüz yürüyor ömrünün sonuna. Hem dert yok, hem dert çok…

Fadıl Öztürk
[email protected]

(*) Ben ve Ali Yıldırım arkadaşımın Memed Çapan’la yaptığı sohbetin kaydından özetlenerek hazırlanmıştır.

Öne Çıkanlar