Yoksulluğun Kürt hali

Yoksulluğun Kürt hali
Uzun süren savaş ve kentlere zorunlu göç bölgede yoksulluğu iyice derinleştirmiş. Bir araştırmaya göre bölge nüfusunun yüzde 65’i açlık sınırında yaşıyor.

Esra ÇİFTÇİ


ARTI GERÇEK- Kürt sorununa salt kimlik temelli yaklaşımlar, bölgede yaşatılan derin yoksulluğu görmemizi çoğu zaman engelliyor. Bölgede uzun yıllardır süren savaş, OHAL, köy boşaltmalar, zorunlu göç politikaları milyonlarca insanın yoksulluk içerisinde yaşamasına yol açtı. Filli olarak devam eden çatışmalı süreç, yayla yasakları, sınır kapılarında uygulanan politikalar ve bölgenin doğal, tarihi, kültürel dokusuna yönelik ekonomik politikalar yoksulluğu derinleştiriyor. Sürekli göç veren bölge halkının, metropollerde ucuz, kayıt dışı ve güvencesiz işgücü olarak kullanılması, milyonlarca Kürt ve ailesi için güvencesiz yaşamların inşa edilmesine neden oluyor. 

Diyarbakır sokaklarında gezdiğimizde, ismini vermek istemeyen 30’lu yaşlardaki genç bir kadın, içinde bulunduğu ekonomik hali şöyle anlatıyor:

"Hayat çok zor. Hele ki asgari ücretle geçinmek çok zor. İki çocuğum var, bazen kendi kendime diyorum ki dört beş tane çocuğu olanların Allah yardımcısı olsun. Yetmiyor, yetiştiremiyoruz. Şükürler olsun diyoruz ama yine de yetmiyor. Çocuklar büyüdükçe ihtiyaçlar arttıkça yetmiyor yani. Kızım lise birinci sınıfa gidiyor ve istiyor bir dershaneye yazılsın, oğlum sekizinci sınıfa geçti kendim oğlumu bir dershaneye göndermek istiyorum ama gücüm yetmiyor. Pazara bir hafta gidiyorsam bir hafta gidemiyorum. Kendimce idareli yaşamaya çalışıyorum. Biz anneler için özellikle çok daha zor. Kendi eksiklerim çok ama önce kızımın ve oğlumun ihtiyaçlarını almaya çalışıyorum."

İki çocuk annesi Besime Akyol ise yaşadıklarını şöyle dile döküyor:

"Bir çocuğum 4 diğeri ise 9 yaşında. 9 yaşındaki çocuğum ilkokula gidiyor. Birkaç hafta sonra okullar açılacak. Çocuğumun geleceği çocuğumun eğitimi benim için her şeyden daha önemli. Kuru ekmek yemek istiyorum ama evladımın eğitimi üzerinden hiçbir şeyden ödün vermek istemiyorum. Yaz tatili olduğunda hocalarının önerdiği bazı kitaplar oldu. Dersleri tekrar edebilmesi için. Hiçbir kitabını hiçbir ihtiyacını gideremedim. İşte şu an okullar açılmak üzere ne kalem ne silgi, defter hiçbir ihtiyacını gideremedim. Korona olduğu için eğitim internet üzerinden devam etti ve EBA’ya girmesi gerekiyordu. Evde tablet yoktu, akıllı telefon yoktu tuşlu telefon kullanıyordum. Komşuların telefonlarını ödünç alarak internete girmesini sağlıyordum. 

En büyük oğlum astım hastası, kirada oturuyoruz ve kira paramı da ödeyemiyorum. Ev kış aylarında çok nemli ve rutubetli olduğundan çocuk öksürük krizlerinden boğulma noktasına geliyor. Hastalandığında hastaneye götürdüğümde ilaç parasını bile karşılayamıyorum. Eşim iki aydır evde işsiz. Kiralarım birikti ve ev sahibine ricada bulunarak idare ediyorum bir şekilde."

Diyarbakırlı olan ve Mersin’de yaşayan Ali Atsız ise asgari ücretle çalışan bir emekçi. Atsız da geçinemeyenlerden: 

"Ben asgari ücretle çalışan bir emekçiyim. Beş nüfusa bakmakla yükümlüyüm. Bugün asgari ücret ne kadar? İki bin 825 TL. yoksulluk sınırı 12 bin 195 TL diye biliyorum. Öyle söyleniyor. Bir emekli maaşı 1500-2000 TL arası. Şimdi 4 nüfuslu bir ailenin en azından araştırmalar öyle söylüyor sadece gıda harcaması 1900 TL. Ben kiracıyım, okula giden 3 tane çocuğum var. Konut, elektrik, su, ulaşım, iletişim vesaire, bütün bunları eklediğimizde ay başını getirmek mümkün değildir. Çocuklarımıza ayda bir kırmızı et yedirebilelim. Kredi kartımın asgari borcunu ödeyemiyorum. Sürekli faiz biniyor debelenip duruyorum." 

Bölgedeki yoksulluğun ne aşamada olduğunu, yoksulluğun nedenlerini bölgede çalışmalar yürüten sivil toplum örgütleri ve uzmanlarla görüştük. 

İlk söz, Sosyo- Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Yüksel Genç’te.  

'SORUN DEVLETİN KÜRT POLİTİKASINDA'

Bölgedeki yoksulluğun yapısal ve süreğen nitelikler taşıdığını söyleyen Genç, Yapısal yoksullukta merkezin politik ve ekonomik politikalarının etkili olduğunu ifade ediyor:

 

"Gerek bölge de yatırıma önem verilmemiş olması; gerek gelir dağılımındaki adaletsizlikler gerekse de üretime dayalı ekonomik politikalardan uzaklaşılarak tüketime dayalı üretim tarzının bölgedeki yaygınlığı yoksulluk ve paralel olarak işsizliğin devamlılığını sağladı. Ve çok açık ki ilgili ekonomik politikaların temelinde yatan şey devletin Kürt sorununa dair politikalarıdır. Yoksulluk yapısal olmakla birlikte iktidarların Kürt sorununda gerilim yerine çözüm politikalarına yöneldiği zamanlarda yaşanan kısmi rahatlamalar bunun küçük göstergesi. Yine Son 5 yılda artarak derinleşen yoksulluk halinin öncelikli nedenlerinden birinin de Kürt sorununda belirlenmiş gerilim ve savaş politikaları olduğunu söylemek gerekecek." 

Bölge nezdinde geçmişte yoğunluklu görülen "Göreli yoksulluk hali"ne ek olarak belirginleşmeye başlayan "Mutlak Yoksulluk" haline tanıklık ettiklerini söyleyen Genç, yaşanan yoksulluğu açıklıyor: 

"Bölge öteden beri yoksul olmakla beraber sosyal dayanışma içeren ve köyle bağı güçlü toplumsal dokusu sayesinde aslında yoksullukla baş etme stratejilerine de sahipti. O yüzden mutlak yoksulluk oranları tahmin edilenden daha sınırlı idi.  Fakat 2000’Li yıllarla beraber bölge insanının hem köyle bağı zayıfladı hem de sosyal dayanışma geleneksel ilişki ağı çözüldü. Özellikle 2015 sonrası kent kuşatmaları ardından uygulanan göçertme ve gerilim politikaları bu çözülmeyi hızlandırdı. 

Ablukaların ağırlıklı olarak geleneksel dayanışma ağı güçlü yoksul yerleşim yerlerini kapsadığı düşünüldüğünde demek istediğimiz anlaşılacaktır. Bu son savaş ve göç dalgası ile kentleşmenin yalnızlaştırıcı, güvensizleştirici, bireyci yüzünü daha açıktan tanımak durumunda kalan insanlar bir de ülke genelinde etkili ciddi bir ekonomik kriz ve işsizlik dalgasının da içine hapsoldu." 

Genç, son bir yıl içinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu olarak tariflenen bölge kentlerinde yaptığımız araştırmalara göre her 5 gençten 2’si işsiz, her 5 gençten 3’ü güvencesiz, her 5 kişiden 4’ü gelecek kaygısı yaşıyor diyor ve bu çarpıcı örneği şöyle anlatıyor: 

"Aralık 2020 yılındaki bir saha araştırmasına göre katılımcıların; yüzde 17,9’u hane aylık gelirini ‘0-2000 TL’, yüzde 20,8’i ‘2001-3500 TL’, yüzde 21,8’i ise ‘3501-5000 TL’ olarak bildirmiş. Mayıs sonunda yine aynı bölgede yaptığımız bir başka araştırmaya göre katılımcıların yüzde 27,2’si hane aylık gelirini ‘0- 1500 TL’, yüzde 37,9’u ‘1501-3000 TL’ olarak bildirmiş. Yılbaşında TÜİK’İn 4 kişilik bir hane için belirlediği açlık sınırı iki bin 736 TL, yoksulluk sınırı sekiz bin 912 TL.  Bu araştırmaya göre mayıs sonunda bölgenin ortalama yüzde 65’i açlık sınırında yaşıyor."

Yüksel Genç sözlerini şöyle noktalıyor: "Pandemi sürecinde cafe-restoran, düğün salonları, kuaför gibi mekanların kapalı olması nedeni ile işsizliğinde katlanarak arttığını belirtmek gerekiyor. Yoksullukla mücadele içeren sivil toplum örgütleri de bölge de ya yeterince yok ya da etkili değiller. Dolayısı ile geleneksel dayanışma ilişkileri bozuluyor evet ama yerine benzer işlevi görebilecek herhangi bir yapıda bulunmuyor. Salt Diyarbakır da dilenci sayısında, sokakta yaşayan çocuk sayısında ve çocuk işçi sayısındaki artış katlanmış görünüyor. Askıda ekmek uygulaması yapan fırınların önünde saatler süren kuyruklar durumun başka göstergesi. Yine son 5 yılda bölgede uyuşturucu, seks işçiliğine zorlanma, özel ev sayısındaki artış, hırsızlık vakalarındaki artış son yıllarda yaşanan yoksulluk ve bu yoksulluğun ne denli rahatça suiistimal edildiğine dair birkaç örnek durumunda." 

'ÇALIŞANLARIN DAHİ YOKSUL KALDIĞI BİR TABLO VAR'

İstihdam Uzmanı Sinan Ok ise, "Bazı nüfus kesimlerinde; örneğin engelliler, mülteciler ve kadınlarda yoksul olmamak istisna." diyor.

"Mülteciler dahil Türkiye nüfusu doksan milyonun üzerinde iken ücretli çalışan sayısı sadece yaklaşık olarak yirmi altı milyon" diyen Ok, bölgedeki durumu şöyle anlatıyor:

"Bu ücretlilerin de yaklaşık altı milyonu sigortasız çalışmakta. Nüfusun yarısı kadınlardan oluşmasına rağmen kadınlarda ücretli istihdam sayısı ise maalesef yedi milyon bandında. Hem kadınların hem de genel olarak ücretli çalışanların ücreti insan onuruna yakışır bir düzeyde olsaydı, yoksulluk bu kadar yaygın ve etkili olmayabilirdi. Emeklilerin, sayıları resmi olarak beş milyon bandında açıklanan işsizlerin, iş bulmaları mucize olan engellilerin, yılın büyük kısmında işsiz kalan mevsimlik işçilerin, sayısı altı yüz bini geçen ataması yapılmayan öğretmenlerin, bin zorlukla üniversite mezunu olmuş KYK’ye borçlanmış bir milyondan fazla üniversite mezunu genç işsizin yoksullaşması en olağan sonuçtur."

Yoksulluğu en derin şekilde yaşayanların rızası dışında yerinden yurdun edilmiş insanlar olduğunu  söyleyen Ok, şöyle devam ediyor:

"Emperyalistlerin çıkardığı Suriye iç savaşı sonrasında Suriyeli mültecilerin yaşadığı yoksulluk bunun en somut ve yakın örneğidir. Başka bir örnek ise Kürt meselesi nedeniyle bu ülkede Kürtlerin yaşadığı kitlesel yoksulluktur. 40 yıla yaklaşan çatışmalı süreç, yayla ve mera yasakları nedeniyle kısıtlanan hayvancılık, turizm gibi bazı sektörlerin potansiyel düzeyde istihdam alanına kavuşamaması, güvenlikçi politikaların oluşturduğu psikolojik ortam, koruculuğun ve güvencesiz istihdamın açığa çıkardığı üretken olmayan insan tipi ve bu bağlamdaki birçok neden bölge illerinde ekonominin verimsiz olmasına yol açmaktadır.

Gerek 90’lardaki köy boşaltmaları sonucu yaşam yerlerinden edilen kitleler, gerekse istihdam koşulları sağlanmadığı için kentlere göç eden milyonlar en temel barınma, beslenme, ulaşım ve alt yapı hizmetlerinden mahrum bir yaşama maruz bırakılmıştır. Bu yönüyle Kürtler açısından baktığımızda maalesef yoksullaştırmanın bir rotası ve haritası açığa çıkıyor." 

Türkiye’de Kürtlerin yoksulluğunun kuşaklardır devam ettiğini ve bunun politik bir tutum olduğunu belirten Ok, buna dair de şu yorumu yapıyor:

"Göçertilen nüfus güvencesiz ve insan onuruna aykırı çalışma ve yaşam koşullarında yarım asırdan uzun bir süredir tutulmaktadır. Gerek köylerinden Van ve Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinin merkezlerine gerekse Adana, Mersin, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin batı metropollerine göç etmek zorunda kalan Kürtler, en az iki kuşak bu planlı yoksullaştırma ve güvencesizleştirme politikasına maruz kaldılar. Bu durum bölgede ve batı metropollerinde Kürt nüfusun derin bir yoksulluk yaşamasına neden olmuştur. Bu değerlendirmemiz derin yoksulluk yaşayan herkesin Kürt olduğu şeklinde yorumlanmamalı, ülkede her halktan derin yoksulluk içerisinde olan kesimler maalesef mevcuttur. Ancak oranlandığında Kürtlerin yoksulluk oranı maalesef daha yüksektir." 

Kürtlerin daha çok yoksul olduğu tespitini veriye dayalı açıklamasını istediğimizde ise Ok şöyle cevaplıyor: 

"Bu konuda yapılmış güncel akademik çalışma sayısı maalesef yeterli sayıda değil ancak TÜİK ve SGK’nin verileri zaten bu değerlendirmeyi açıkça ortaya koymaktadır. Bölge illerindeki işsizlik oranları ve istihdamsız nüfus oranlar" ülke genelinin yaklaşık iki katı olup bu durum yıllardır devam etmektedir. Bu veri kadınlarda 3 katına kadar yükselmekte ve bazı alt bölgelerde daha da vahim bir tablo açıklanmaktadır. En güncel veri olan 2020 yılı verilerine göre Türkiye genelinde işsizlik oranı 13,2 iken TRC3 bölgesinde (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) bu oran 33,5, TRB2 bölgesinde (Van, Muş, Bitlis, Hakkâri) 23,6 ve TRC2 bölgesinde (Urfa, Diyarbakır) 20,1’dir. 2020 yılına özgü olmayan bu eğilim istihdam oranlarında da aynı olumsuzluktadır." 

Ok, Sadece istihdam ve işsizlik verileri değil sigortalı çalışma ve genel sağlık sigortası verilerinin de bölgede mutlak ve derin bir yoksulluğun kitlesel bir düzeyde yaşandığını ispatladığını belirtiyor:

"SGK’nin Mayıs 2021 verilerine göre bölge illerinde yaşayan her dört kişiden birinin geliri, asgari ücretin üçte birinden (942 TL’den) azdır.  Ağrı, Muş ve Urfa’da bu oran yüzde 40’a yaklaşmaktadır. Bölge illerinin neredeyse hepsinde ifade edildiği gibi yüzde 25’in üzerindedir. Yoksulluğun, resmi başka bir verisi de sosyal yardıma bağımlı nüfus oranıdır. Bu veri il bazlı açıklanmadığı için bir değerlendirme yapmak mümkün olmamaktadır ancak açıklandığında bölge illerinde bu nüfus oranının daha yüksek olduğu görülecektir. Çünkü sosyal yardımlardan yararlanma koşulları ile sunduğum SGK verisi arasında büyük bir bağlantı vardır"

'KADINLAR AÇISINDAN YOKSULLUK ÇOK DAHA VAHİM'

HDP Batman Milletvekili ve kadın sözcüsü Ayşe Acar Başaran, uzun bir süredir ülkenin büyük bir ekonomik kriz ile yüz yüze olduğunu söylüyor. 

Başaran yoksulluğun nedenlerini şöyle anlatıyor:

"Savaş ve güvenlikçi politikalar, KHK’ler, kayyımlar, yandaş kayırmacılığı, iktidarın ‘itibar’ adı altında kaynakları israfı, yer altı ve yer üstü kaynaklarının yandaşa peşkeş çekilmesi, özellikle doğanın talanı ve orman yangınları hepimizi derinden üzmekte. Bunun yanında pandemiyle ortaya çıkan krizde küçük esnaf, işçi, emekçi, yoksul, çiftçi tükenirken büyük sermayedarların desteklenmesi, eve kapanma, Kod-29 ve yeni yeni duymaya başladığımız Kod-49, mera yasakları, mevsimlik işçilik, atan(a)mama, zamlar… 

Bu insanlık dışı tablo daha da uzamakta. Her ne kadar iktidar ‘ekonomi şaha kalkıyor’, ‘açım diyen nankördür’ söylemleri kurarak ve istatistiklerle oynayarak refah tablosu çiziyorsa da hakikat hiç de öyle değil maalesef. Halk bu büyük kriz karşısında yaşam mücadelesi verirken kadınlar açısından tablo çok daha vahim." 

'YOKSULLUK KADINLAŞTI'

Başaran, kadınların yürütülen eşitsiz politikalar nedeniyle son süreçte daha da yoksullaştığını söylüyor. Başaran, bunun nedenlerini şöyle ifade ediyor:

"Daha çok güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak görülen kadınlar savaş, OHAL, ekonomik kriz, pandemi derken her defasında ilk gözden çıkartılanlar oldu. Artık yoksulluk kadınlaştı. İktidarın ‘muhtaç et, biat ettir’ yaklaşımı bölgede yaygın bir biçimde uygulanıyor, kadınların kendi ayakları üzerinde öz kaynaklarıyla yaşamını idame ettirme çabaları engellemelerle sonuçsuz bırakılmaya çalışılıyor. Kayyımlarla beraber kadınlara istihdam alanı açan kooperatif çalışmaları ortadan kaldırıldı, mera yasaklarıyla beraber hayvancılık bitirilmeye çalışıldı, tarımın desteklenmesi bir yana elektrik şirketlerinin yaklaşımı ve zamlarla tarım yapılamaz hale geldi, liyakat ortadan kalktığı için atanmak siyasal tercihler nedeniyle hayal haline geldi." 

Başaran, bölgedeki yoksulluğun resmini Ankara’dan ve Konya’dan tespit etmek mümkün diyor:

"Ankara, Konya, Bursa, Adana’daki mevsimlik işçilik yoksulluğun resminin en çıplak hali adeta. Sıraladığım listedeki her bir madde bölgedeki insanların doğduğu toprakta doyamamasına, nan (ekmek) ülkesinde nana muhtaç bırakılmasına, başta kadınlar olmak üzere evlerinden kilometrelerce uzağa gelerek mevsimlik işçi olarak çalışmasına zemin hazırlıyor. Derme çatma çadırlarda yaşıyor, toplu kullanılan tuvalet ve banyolarda pandemi sürecinde hijyenden yoksun bırakılıyorlar. Toz fırtınaları ya da Bursa’da olduğu gibi yağmurun yaşamlarını kabusa döndürmesi de cabası. Bütün bunlar bir tarafa, Kürtler bir de çalışmak için gittikleri yerlerde ırkçı saldırılarla yüz yüze kalıyor."
Başaran, "Kadın yoksulluğuna hayır, kadınlar için adalet" kampanyasıyla bunu daha net bir biçimde, yerinde gördüklerini söylüyor. Başaran, tanık olduğu olayları şöyle ifade ediyor:

"Ziyaret ettiğimiz, yaşamına dokunmaya çalıştığımız tüm kadınların yaşadıkları birbirine çok benzer. Büyük çoğunluğunun tarım işçisi olması tesadüf değil, çünkü kadınlar sadece beden gücüne dayalı güvencesiz ve ucuz iş gücüne mahkûm ediliyor, özellikle sürekli istihdam alanlarının dışında bırakılıyor. Sabahın en erken saatlerinde çalışmaya giden kadınlar akşama kadar çalışıp 60, 70 ya da en fazla 100 TL alıyor. Bu ücret mutfak masraflarını karşılamaya bile yetmiyor. Çalışan kadın sayısının çok az olması da maalesef bu kötü koşullarda dahi olsa çalışmalarını çok önemli kılıyor. Çünkü çoğu kadın sabahtan akşama kadar evde temizlik, çocuk, hasta ya da yaşlı bakımıyla ilgilenmesine rağmen emeğinin karşılığını alamıyor." 

Başaran, ülkenin tümünde ayrımcılığa uğrayan kadınlar, Kürt olmaktan da kaynaklı daha derin bir ayrımcılıkla yüz yüze bırakılıyorlar diyor. Başaran’ın sözleri şöyle:

"Bu da daha çok yoksulluk dayatıyor, "Ya makul olun ya da açlıkla terbiye ederim" diyorlar. Yine de bütün bu karamsar tablonun karşısında kadınlar çok güçlü duruyor. Tarlalarda koşullar ne olursa olsun kendi parasını kazanmaktan mutlu olan kadınlar var. İstihdama daha etkin katılmak için büyük bir istek içerisindeler. Hiçbirinin iktidardan bir beklentisi yok. Kooperatiflerden kazandıkları paralarla kız çocuklarına destek oluyorlar. Kadınlar, koşullar ne olursa olsun direniyor." 

YARIN: YOKSULLUĞUN KADIN HALİ

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar