'Erdoğan'dan sonraki dönem geliyor'

'Türkiye cumhurbaşkanı ülkesinde demokrasiyi hızla yok ediyor, Avrupa'ya karşı kışkırtıyor. Ancak AB, ilişkileri koparmamalı ve muhalefete yardım etmeli'

'Erdoğan'dan sonraki dönem geliyor'

ARTI GERÇEK- Almanya'nın die Zeit gazetesinin dış haberler muhabirliğini yapan, 2013 yılına kadar gazetenin İstanbul'da Orta Doğu muhabirliğini yapmış olan Michael Thumann 'Erdoğan'dan sonraki dönem geliyor' başlıklı analizinde, Türkiye'deki yeni siyasi gelişmeleri, Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Almanya'da başlayan Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin tamamen durdurulması tartışmasını, Erdoğan sonrası AB ve Türkiye ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini yazdı:

Maalesef, bir Avrupa devletinin önce AB'ye katıldığı ve birkaç yıl sonra da demokrasiyi yıktığı sık sık yaşandı. Yeni olan ise bir ülkenin ilk önce demokrasiyi ortadan kaldırması ve ardından yine de AB'ye katılmak istemesi. Bu çok özel üyelik adayı Türkiye. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki belediye başkanlığı seçimlerini iptal ederek Türkiye demokrasisinin anayasal kalıntılarını parçaladı. Bir seçimi önce bütün otoriter araçları kullanarak manipüle et ama buna rağmen kaybet sonra da kaybettiğin seçimi iptal et. Böyle bir durumu AB'de görmek mümkün değil, hatta bu form illiberal Macaristan'da bile düşünülemez.

Ancak paradoksal olarak, Türkiye hâlâ AB'ye katılmak için bir adaydır. Bu yüzden hiç kimse konunun Avrupa seçim kampanyasında canlanmaya başlamasına şaşırmamalı. Muhafazakar EPP'nin önde gelen adayı Manfred Weber 'dürüst ilişkiler' diliyor. AB Komisyonu Başkanı seçilirse, katılım müzakerelerini iptal etmek istiyor. Erdoğan'ın diktatörlüğe doğru sürüklenmesi halinde, bu yönelim yüzeysel olarak makul görünüyor. Ama iyi düşünülmüş değil. Türkiye ile katılım müzakerelerine karşı çıkmak için iyi nedenler var, ancak müzakerelerin tamamen kopmaması için de çok iyi nedenler var. Katılım müzakereleri mücadelesi modern Türkiye tarihinin bir parçası - ve bu konu Türkiye'nin gerçekten nereye gitmek istediği sorusu etrafında dönüyor.

KİMSE AVRUPA İLE İLİŞKİLERİNDE ERDOĞAN'DAN DAHA ÇELİŞKİLİ DEĞİL

Türkiye, Avrupa ile ilişkisini netleştirmedi. Yüzeysel batı yanlısı Kemalistler, tüm Türkiyeliler için temel hakları talep etmede değil fakat kendi dış görünümleri, yaşam tarzı meseleleri söz konusu olduğunda her zaman Avrupa yanlısı olmuşardır. Muhafazakar-Müslüman Türkler, din özgürlüğü söz konusu olduğunda Avrupa'yı kutlarken, AB ilerleme raporu AKP hükümetinin gidişatını eleştirdiğinde bu eleştirileri şiddetle reddetti. Kürtler de kendi haklarına gelince Avrupa'nın taraftarları ancak Suriye ve Irak'taki akrabalarını kendilerine Avrupa'dan daha yakın hissediyorlar. Ancak hiç kimse Avrupa ile ilişkilerinde cumhurbaşkanından daha çelişkili değil.

ERDOĞAN REFORMCUYDU

2004'te ülkesini katılım müzakerelerine açan Erdoğan oldu. Başbakanlık zamanında, daha önce hibir hükümetin yapmadığı kadar geniş kapsamlı reformları zorladı. İlginç bir şekilde, kadın haklarını da genişletti. Ve Kürtler. Ve Hristiyan azınlıklar. Müslüman muhafazakar siyasetçi, tüm kendisinden önce başarısız olan laik öncüllerinin aksine Avrupalı politikacıları, Türkiye'nin AB yanlısı reformlar konusunda gerçekten ciddi olduğuna ikna etti.

Gerhard Schröder ve Jacques Chirac liderliğinde AB, 2004 yılında Türkiye ile katılım müzakerelerine başlamaya karar verdi. Başka hiçbir katılımcının adayı olmadığı kısıtlamalarla. Uzun katılım görüşmelerinin sona ermesinin ardından her bir AB ülkesi bir kez daha AB'ye katılmayı tekrar oylamak zorundalar. Türkiye'yi engellemek için veto yeterli. Hatta Fransa ve Avusturya halk referandumunu bile talep edebiliyor. Acil durumlarda kullanılacak bu frenler bugün hâlâ geçerlidir.

TÜRKİYE AVRUPA TARİHİNİN BİR PARÇASIDIR

Katılım müzakereleri konusundaki ihtilaf da o dönemi çok etkilemişti. 2002'nin sonunda Helmut Schmidt ile kendi tarafımızdaki artıları ve eksiler hakkında bir tartışma yapmıştım: Schmidt görüşmelere karşıydı, ben de destekliyorudum. 2019'da durumu kabul etmek zorundayım, Schmidt haklıydı ama nedenleri yanlıştı.

Helmut Schmidt'in argümanlarının temelinde, AB'de bütün Türkler için tanınacak bir serbest dolaşımın, Türklerin Almanya'ya entegrasyonunu imkansız kılacağını, Türkiye'nin kültürel olarak çok farklı olduğunu, çıkarlarının çok doğuda olması, siyasi sisteminin ordu tarafından çok fazla çevrelendiği düşünceleri vardı.

Benim iddiam, Avrupa'nın kesinlikle kültürel farklılıklarla eş anlamlı olduğu idi. Güneydoğu Avrupa'daki Müslümanlar gibi, Türkiye her zaman Avrupa tarihinin bir parçası olmuştur. Ve eğer Erdoğan Türkiye'yi Avrupa modeline uygun reforme edebilirse AB'nin Müslüman dünyasındaki bu eşi benzeri görülmemiş ivmeyi bastırması tarihsel bir saçmalık olacaktı. Katılım müzakereleri yoluyla teşvik için yalvardım. Daha sonra tartışmamı geçersiz kılan Erdoğan'ın kendisi oldu.

'ASIL MESELE GÜCÜNÜ ARTTIRMAK İSTEMESİYDİ'

Erdoğan, kenidisine destek veren Avrupa yanlılarını kendi kendine boğmaya karar verdi. Niye aniden reformları bıraktığı ve zalimce otoriter olduğunun nedeni hâlâ tartışmalı. Ordunun ve hakimlerin 2007 ve 2008 yıllarında kendisine yönelik darbe girişimleri miydi? Avrupa'ya Türkiye'nin katılmasını acımazsızca engelleyen ve ona destek sağlayan Angela Merkel miydi? Yoksa Erdoğan'ı her pozisyonda temsil edilir sağlayan inandırıcı olmayan popülizmi mi? Asıl mesele kişisel gücünü arttırmak istemesiydi. Bence tüm bu nedenlerin hepsi şu anki durumun bir parçası.

Erdoğan'ın demokrasiyi yıkması yıllar sürdü. Bu tek kişilik devletin yürürlüğe girmesi 2013'teki acımasızca bastırılan Gezi Protestolarıyla başlayıp ardından 2015 seçimlerinin tekrarlanması, (kendi istediği sonuç çıkana kadar), 2016'dan itibaren yüz binlerce kişinin tutuklanması ve işten çıkarılması, ardından Kürtlerle savaşa devam etme ve İstanbul'da eşit derecede geçerli ve belirsiz belediye seçimini sırf muhalefet kazandı diye iptaline kadar sürdü. Buna, her seçim kampanyasında cumhurbaşkanının Avrupa karşıtı, Batı karşıtı nefret söylemini ekle. Hayır, Erdoğan devletinin üyelik müzakerelerine ihtiyacı yok, çünkü artık herhangi bir kriteri dahi yerine getirmiyor.

Sonuç olarak, AB artık Türkiye ile pazarlık yapmamaktadır. 35 bölümden sekizi nasıl olsa engelleniyor. Diğerleri yeni açıldı, ancak takip edilmeyecek. Sadece bir bölüm tamamlandı, müzakereler dondu. Bunun yerine, Türkiye 1996'dan beri var olan Gümrük Birliği'nin daha da genişletilmesi konusunda görüşmeler yapmak istiyor. Ancak bu bile, pek çok AB ülkesinin reddetmesi nedeniyle konuşulmuyor. Donmuş katılım müzakereleri artık Ankara ile Brüksel arasında büyük bir tartışma konusu değil, Erdoğan için baskı değil, kampanya argümanı değil, sadece bir sorun değil. Bu ismi hak eden müzakere yok.

AB STRATEJİK DÜŞÜNMELİ

İşte bu yüzden Manfred Weber ve diğer muhafazakarların müzakereleri koparmak için talepleri çok saçma. Pazarlık yapmamak, demek ki onlar için yeterli değil. Resmi 'yıkım'ı istiyorlar, sembolik politikaya susamışlar. Aynı zamanda, Weber, müzakerelerin kesintiye uğramasının Komisyon Başkanının nasıl hakaret edeceğine karar vermesi için yeterli olmayacağına dikkat çekiyor. Bütün üye devletlerin müzakerelerin başlamasını onaylamaları gerektiği gibi, ilişkileri tamamen bitirmek için de 28 AB ülkesinin onayı gerekiyor. Ancak çıkarlar o kadar farklı ki, Türkiye her zaman vetoya güvenebilir.

Bu iyi bir şey çünkü yıkım birinci sınıf stratejik bir aptallık olurdu. Bu yıkım Erdoğan'ın ülkesini Avrupa'dan uzaklaştırmanın suçluluk duygusunu tamamen giderir. Avrupa'nın anti Türk olduğu ile ilgili propagandasını onaylar, Türkiye'deki muhalefeti önemli ölçüde zayıflatacaktır. Çünkü AB kapıyı çarptığında aslında yalnızca Erdoğan'ın işini tamamlıyor ve Türklere alternatif bırakmıyor.

'İMAMOĞLU, BİRİNİN SALDIRGANLIK OLMADAN SEÇİMİ KAZANABİLECEĞİNİ GÖSTERDİ'

Yine de, başka bir yolun görünür hale geldiği gerçeği, Türkiye'deki yeni büyük konudur. Ankara, İstanbul ve Antalya'da yapılan yerel seçimlerde kazanılan zaferle muhalefet, birleşmiş bir çoğunluğa sahip olduğunu kanıtladı. İstanbul CHP adayı Ekrem İmamoğlu, birinin kesin inanç, sempati ve saldırganlık olmadan seçimleri kazanabileceğini gösterdi. Maçoluk kokusu kullanmadan yeni bir iktiadar içgüdüsü geliştirdi. Erdoğan, eskimiş, küskün bir sokak savaşçısı karikatürü gibi görünüyor. AKP'si, yıllardır çökmeye neden olmuşken şimdi ilk kez kendisi çökmeyi tadıyor. Erdoğan ve partisi çok büyük sıkıntılara girdiğinden, şimdi son çare olarak seçimlerin iptali için başvuruyorlar.

Bu durumda, AB stratejik düşünmelidir. Türkiye'nin nasıl gelişeceğini, AKP'nin öngörülebilir bölünmesini ne kadar süreyle önleyebileceğini, Erdoğan'ın ne kadar süre daha iktidarda kalacağını bilmiyoruz. Tıpkı AB’ye de uzun vadede ne olacağını bilmediğimiz kadar. Katılım müzakerelerinin devam etmesi, AB'de tam vizesiz serbest dolaşıma yakın bir form, rejimle yakın ilişkilerin sağlanması ve modernize edilmiş Gümrük Birliği, Erdoğan'dan sonra Türkiye'ye sunulacak olası teklifler. Bunlar muhalefete Türkiye'nin Avrupa'ya tamamen sırtını dönmesine engel olmak için yardımcı olabilirler. Bu tür araçlara gerek duymadan vazgeçenler Avrupa'nın dış politikasını engeller. (Çeviren: Ayşegül Karakülhancı)

Recep Tayyip Erdoğan müzakere üyelik