Ukrayna’ya 2021’de 4 milyar dolar yatırım yapan Türkiye büyük kaybedecek
Erdoğan ve Putin'in her şeye rağmen işleri yoluna koyma olasılığı yüksek. Ukrayna'nın Ankara ve Moskova arasındaki oyunun adını değiştirmesini beklemek için çok az neden var.
World Politici Review sitesine Ukrayna işgalini değerlendiren İyad Dakka, Türkiye’nin bu ülkeyle olan ekonomik ve askeri bağlarının gücüne dikkat çekti. Ukrayna’da rejim değişikliğinin Türkiye için büyük bir kayıp anlamına geleceğini savundu.
Kanada’nın başkenti Ottawa- Carlton Üniversitesi Modern Türkiye Çalışmaları bölümünde doktora çalışmalarını yürüten Dakka’nın savaş çıkmadan hemen önce yaptığı analizi şöyle:
Türkiye kendini zor bir yerde buldu. Stratejik olarak hayati çıkarları paylaştığı Rusya'yı düşman etmek istemiyor, aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa güvenliğine yönelik en büyük tehdit karşısında Ukrayna'ya ve NATO müttefiklerine desteğini göstermesi gerekiyor. Bu gerçek, Türkiye'yi geçtiğimiz ay boyunca iyi ayarlanmış diplomatik bir ip üzerinde yürümeye zorladı.
Erdoğan 3 Şubat'ta Kiev'e yaptığı ziyarette, Ukrayna'nın egemenliğine desteğini ilan etti, Kırım'ın ilhakına karşı olduğunu yineledi ve Türkiye'nin Ukrayna ile uzun vadeli ilişkilere bağlılığının sinyalini vermek için tarihi bir serbest ticaret anlaşması imzaladı.
Ancak bu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskiy ile Ankara veya İstanbul'da üçlü bir zirve toplayarak durumu yumuşatma teklifiyle dengelendi. Erdoğan, Putin'e bu zirve için bastırmaya devam ediyor.
Erdoğan'ın diplomatik girişimlerinin aciliyeti ve önemi anlaşılabilir. Ankara ekonomik olarak Ukrayna'ya ciddi yatırım yaptı ve Rusya bu ülkeyi işgal Türkiye, 2021’de 4 milyar doları aşan yatırımlarıyla Ukrayna'nın en büyük yabancı yatırımcısı oldu. Şu anda sahada faaliyet gösteren 700'ün üzerinde Türk şirketi var. Son beş yılda, Türkiye'nin Ukrayna'ya ihracatı neredeyse iki katına çıkarak 2,6 milyar dolara, ithalat ise keskin bir artışla 2,8 milyar dolardan 4,4 milyar dolara yükseldi.
İkili işbirliği özellikle savunma ve havacılık sektörlerinde hızla ilerliyor. 2019'dan bu yana Kiev, şu anda Türkiye'den bir düzine Bayraktar insansız hava aracı satın aldı. Ukrayna donanması, Türkiye ve Ukrayna topraklarında ortak üretilecek iki MİLGEM Ava sınıfı korvet de sipariş etti. İki taraf, Ukrayna'da Türk dronları için eğitim ve bakım tesisleri inşa etmek için bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmayı Ukrayna jet motoru teknolojisinden yararlanacak yeni nesil dronların ortak üretimi için bir anlaşması izledi.
Türkiye, Ukrayna'daki rejim değişikliğinin bu yatırımları ve stratejik ticari ilişkileri riske atacağını çok iyi biliyor. Ancak diplomasi telaşına rağmen, Türkiye'nin manevra kabiliyeti biraz sınırlı ve bu krizi çözmedeki diplomatik etkisi muhtemelen mütevazı olacak.
Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, Rusya'nın nihai olarak Ukrayna'dan istediği şey, yalnızca ABD ve büyük Avrupa güçleri tarafından sağlanabilir. Washington, Paris, Berlin ve Londra, yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturmak için Rusya ile birlikte çalışabilecek tek oyuncular. Ve Rusya, Türkiye'yi bu krizde çevresel bir oyuncu olarak gördüğünden, Ankara'ya herhangi bir bedava diplomatik kazanç sağlama olasılığı düşük.
Erdoğan'ın arabuluculuk yapmak istediği haberler neredeyse bir aydır ortalıkta dolaşıyor. Böyle potansiyel bir toplantıya ekleyecek başka bir şeyi olup olmadığı sorulduğunda, Kremlin teklif konusunda oldukça bıkkın ve isteksiz görünüyordu ve paylaşacak hiçbir ayrıntısı olmadığını belirtti. Rusya, Türkiye'nin iyi niyetlerinin bazı hedeflerine ulaşmasına bile vesile olduğunu hissetseydi, bu toplantının çoktan gerçekleşmiş olacağı düşünülebilirdi.
İkincisi, bu krizdeki çıkarlar dengesi ezici bir çoğunlukla Rusya'ya doğru kayıyor. Başka bir deyişle, Türkiye'nin ekonomik çıkarlarına rağmen Ukrayna, Ankara için ulusal güvenlik kırmızı çizgisi değildir ve olmayacaktır. Buna karşılık Kremlin, olası bir NATO müttefiki Ukrayna'yı, ne pahasına olursa olsun önlenmesi gereken kabul edilemez bir sonuç olarak görüyor.
Soğuk ve sert gerçekler, Rusya'nın Ukrayna'nın hiçbir zaman NATO'ya katılmamasını sağlamak için savaşa gireceği, oysa Türkiye'nin eninde sonunda Rusya'nın egemenliği altında bir Ukrayna ile yaşayabileceğidir. Bu, Türklerin yakın zamanda yüksek sesle söylemeyecekleri kısımdır.
Son olarak, Karadeniz bölgesinde Moskova'yı ağır bir şekilde destekleyen yapısal bir güç dengesizliği var. Karadeniz'deki Türk filosu nispeten mütevazı ve bu dengesizlik 2014'te Kırım'ı ilhak etmesinden bu yana Rusya'nın lehine daha da değişti. Bu da Moskova'nın bölgedeki etkisini genişletmesine izin verdi. Türkiye, NATO ortaklarının ve Ukrayna'nın bölgedeki Rus hegemonyasını dengelemeye yardımcı olmasını isterken, Ankara bunun akıllıca ve dikkatli bir şekilde yönetilmesini istiyor.
Türkler, Rusya ile NATO arasında, Karadeniz'e ticaret ve askeri gemilerin akışını yönetirken, Türkiye'ye Boğaz ve Çanakkale boğazları üzerinde tam egemenlik veren tarihi bir anlaşma olan 1936 Montrö Sözleşmesi'ni baltalayacak herhangi bir bölgesel güvenlik anlaşması istemiyorlar.
Geçen haftaki NATO bakanlar toplantısında bu endişeleri dile getiren Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, Montrö Sözleşmesi'nin "Karadeniz'e denge, istikrar ve güvenlik getirdiğini" söyledi: "Bunun hayati önem taşıdığını her fırsatta anlattık ve açıklamaya devam ediyoruz."
Elbette bunların hiçbiri Türkiye ve Rusya'nın Ukrayna konusunda görüşmelere devam etmeyeceği anlamına gelmiyor. Ankara'yı bu krizde periferik bir diplomatik aktör olarak görmesine rağmen, Rusya'nın tartışacak şeyleri var. Örneğin, Türklerin Bayraktar insansız hava araçları da dahil olmak üzere Ukraynalılara gelişmiş silah transferlerini yavaşlatmasını veya durdurmasını istiyor.
Kremlin ayrıca, özellikle Batı'nın Rusya'nın uzun vadeli güvenlik çıkarları doğrultusunda Türkiye'nin NATO üzerindeki içeriden baskısını memnuniyetle karşılayacaktır. Tek başına bunlar bile Rusları Ankara ile angajman hatlarını açık tutmaya ikna edecek ve en azından yüzeyde, arabuluculuk teklifleri söz konusu olduğunda Erdoğan'a asla sert bir "hayır" verilmemesini sağlayacaktır.
Türkiye için, başarı olasılıkları ne olursa olsun diplomatik çabalar izlenmeye değer. Ankara, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz'de pervasız militarist maceracılıkla suçlanmaktan on yıl sonra, istikrar sağlayıcı bir bölgesel güç olarak itibarını yeniden ayarlamak için bir fırsat görüyor. Erdoğan için de bir iç oyun söz konusu.
Türkiye ekonomisinin 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerini göz önünde bulundurarak enflasyonun ağırlığı altında sendelediği bir zamanda, iktidardaki AKP, Erdoğan'ın akıllı ve yetenekli bir lider imajını güçlendirmek için krizden yararlanmak istiyor. Erdoğan'ın parti sözcüsünün sözleri bu yaklaşımı gösteriyor: "Dünyanın en önemli ülkeleri bu krizin bir yanını ele alabilecek bir yaklaşım ortaya koyabiliyor. Ancak başkanımız krizin her iki tarafına da hitap eden bir diplomasi ortaya koyuyor."
Ama belki de en önemlisi, Erdoğan ve Putin'in her şeye rağmen işleri yoluna koyma olasılığı. Ne de olsa, "işlemsel jeopolitik" sanatını, büyük resim üzerinde anlaşamadıklarında bile mikro anlaşmalar yapma becerisini, mükemmelleştirdiler. Bu iş yapma şekli, Suriye ve Libya'dan Kafkasya'ya kadar çeşitli jeopolitik sahnelerde nispeten iyi tutundu.
Bu, potansiyel olarak Türkiye'nin, sırasıyla Ukrayna ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü destekleyen resmi konumuna rağmen şirketlerinin Kırım ve Abhazya ile ticaret yapmasına neden izin verdiğini açıklıyor. Ukrayna'nın Ankara ve Moskova arasındaki oyunun adını değiştirmesini beklemek için çok az neden var.