30 Ağustos neyin zaferi?

30 Ağustos neyin zaferi?
Cumhuriyetin kurucuları 30 Ağustos’u zafer bayramı ilan ederken aynı zamanda bir resmi tarih de oluşturdular. 30 Ağustos binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda mezarsız yatan Pontoslu ve Küçük Asyalı Rumlara karşı işlenmiş soykırımın zaferidir.

Tamer ÇİLİNGİR *


19 Mayıs 1919’da Samsun’a giden Mustafa Kemal’in öncülüğünde yedi düvele karşı, anti emperyalist bir kurtuluş savaşı verilmişti; işte bu kurtuluş savaşının zaferi ise 30 Ağustos 1922 yılında, Yunan-Türk çatışmasının sonlandığı tarih olarak belirlenmişti. Ve 1935 yılından itibaren 30 Ağustos her yıl Zafer Bayramı olarak kutlanacaktı cumhuriyet tarihi boyunca.

Yeryüzünde böyle bir millet yoktu ki, toprakları emperyalistler tarafından işgal edilmiş, yöneticileri bu emperyalistlerle iş birliği içindeyken, I. Dünya Savaşı'nda verdiği büyük kayıplara rağmen küllerinden yeniden doğacak büyük fedakarlıklarla vatan topraklarını kurtaracak ve cumhuriyeti kuracaktı. İşte bu yüzden ne mutluydu Türküm demek.

19 MAYIS 1919

19 Mayıs 1919’da Samsun’a yanaşan Bandırma gemisinden inen subaylar bir kurtuluş savaşını başlatmak için oradaydılar. Ama bu kurtuluş savaşı emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşı değil, başta Pontos olmak üzere Osmanlı’dan geriye kalan topraklardaki Rumlardan kurtuluş savaşı idi.

Alman efendilerle birlikte girilen I. Dünya Savaşı hüsranla sonuçlanmış, yenilmişlerdi.
Ama buna rağmen savaş bahane edilerek Osmanlı coğrafyasındaki Ermeni ve Süryanilerin
büyük bir kısmı katledilmiş ve sürgün edilmişti. Bu arada Rumlar da Küçük Asya ve Trakya’da sürgünlere tabi tutulmuşlardı. 1916’da ise Pontos’ta yine savaş bahane edilerek iç bölgelere sürgünler organize edilmişti.

Ancak Ermeni ve Süryanilere yönelik sürgün ve katliamlarla soykırım süreci hemen hemen tamamlanırken Rumlar hala sorun olarak önlerindeydi. Pontos’ta Rumlar direniyordu. Rum köylerine yönelik çete saldırıları karşısında bir yandan Metropolitler halkı korumak ve katliamların önüne geçmek için çağrılar ve görüşmeler yapıyorken, halk dağlara sığınmak zorunda kalıyor, partizan örgütlenmeleri kuruyordu.

Bandırma gemisinden inen subaylar ilk iş olarak Pontos’taki çete reisleri ile görüştüler. Amaç bu coğrafyada Rumlardan geriye tek bir iz bile bırakmamaktı.

19. yüzyılın son çeyreğinden o güne kadar Jön Türklerin öncülüğünde şekillenen Hristiyan halklardan kurtulma planı artık son aşamasına gelmişti.

TEK BİR İNGİLİZ VE İTALYAN ASKERİNİN BURNU BİLE KANAMAZ

Savaşın galibi İngiltere, Fransa ve İtalya açısından savaşın galibi olmalarına rağmen durum pek de iç açıcı değildi. Her şeyden önce bu üç ülkede de yönetim krizi vardı ve halk savaşın ortaya çıkardığı kayıp ve yıkımlardan hoşnut değildi. Bir kapitalist pazar paylaşımı olan bu savaş esnasında dünyanın altıda birinin bu pazar dışına çıkacağı bir gelişme yaşanmıştı.

1917’de Rusya’da bir sosyalist devrim gerçekleşmişti. Rusya, 1917’de hem savaş dışında kalmış hem de savaş sonrasında Bolşevikler öncülüğünde emperyalist kapitalist cephenin karşısında yeni bir karşı cephe ortaya çıkmıştı. İşte bu durum savaşın galipleri açısından Osmanlı’dan geriye kalan topraklara ilişkin yeni bir bakış açısına ihtiyacı doğurmuştu.

Sevr’deki düşünceler adım adım değişecek ve Jön Türklerin, geride kalan son Hristiyan halkına; Rumlara yönelik imha ve sürgün politikalarının önü açılacak. Böylece başarılı olup olmamalarına bakarak yeni sürecin şekillenmesi belirlenecekti. Bu arada savaşın galibi İngilizlerin İstanbul’da, İtalyanların Antalya ve çevresinde, Fransızların ise Antep ve Maraş’ta askerlerinin varlığı sembolik olmanın ötesinde değildi.

İngilizlerin, Osmanlı mahkemelerince Ermeni ve Süryanilere yönelik sürgün ve katliamlardan sorumlu bulunup cezalandırılan İttihat ve Terakkici kadrolarına yönelik tutuklamalar ve Fransızlar ile küçük çatışmaların ötesine geçmeyen olaylar dışında I. Dünya Savaşı’nın galibi devletlerle Türk güçleri arasında bir savaş yaşanmadı. Tek bir İngiliz ve İtalyan askerinin burnu bile kanamadı. 100 yıl boyunca propagandası yapılan yedi düvele karşı kurtuluş savaşı da koca bir yalandı. Kurtuluş savaşı diye anlatılan hikayenin aslı Yunan Ordusu ile yaşanan iki cephe savaşı dışında bütün Pontos’u kana boyayacak olan Pontoslu Rumlara yönelik gerçekleştiren sürgün ve katliamlardı.

YUNAN ORDUSUNUN İZMİR’E ÇIKIŞI

15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Ordusu İzmir’deydi. Yunanistan’ın amacı Rumlara yönelik gerçekleştirilen katliamları önlemek miydi?

30 Mart’ta imzalanan Mondros Mütarekesi'ne göre Osmanlı'nın savaşın mağlubu olarak uyması gereken kurallardan biri silah bırakmak ve teslim olmak iken durum böyle değildi. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa varlığını sürdürmekte ve çeteleri aracılığıyla Rumlara yönelik katliamlara devam etmekteydi.

İzmir ve çevresinde Türk çeteler tarafından Rumlara yönelik katliamlar gerekçe gösterilerek İtilaf devletlerinin de onayı ile Yunan Ordusu İzmir’e çıkarma yaptı. Hiçbir direnişle karşılaşmadan Afyon’a kadar ilerledi.

Bu arada diğer İtilaf devletleri gibi Yunanistan’da da siyasi bir kriz yaşanıyordu. Bir yanda Alman yanlısı Kral ile siyasi çekişme içinde olan Venizelos, savaşın Almanlar aleyhine sonuçlanmasını da fırsat bilip Küçük Asya macerası ile bu çekişmenin de galibi olacağını umuyordu.

Öte yandan Pontos’ta yaşananlara dair metropolitlerin ve bazı siyasi liderlerin Paris Barış Konferansı'na yolladıkları bildiriler ciddiye alınmıyordu. Bu konuda Venizelos da aynı tutum içindeydi, Pontos onun başını ağrıtacak bir sorundu. İttifak güçlerinden ve Yunanistan’dan yardım bekleyen Pontos’un metropolitleri ve umutlandırdıkları halk, büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktı. İtilaf devletlerinin Yunan Ordusu'nun Küçük Asya’daki varlığına desteği 1921 yılından itibaren sona erdi.

ANKARA MECLİSİ VE MERKEZ ORDUSU’NUN KURULMASI

23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılışı yapıldı. Jön Türk hareketi elbise değiştiriyordu. Yeni çıkarılacak yasalarla kendileri dışındaki tüm örgütlenmeleri yasaklayacak 1908’den beri yapmayı planladıkları her şeyi adım adım hayata geçirmeye başlayacaklardı. Önlerindeki en önemli sorun ise Rumlardı. O yıllarda hem Kazım Karabekir hem de İsmet İnönü’nün de dile getirdiği gibi tehlike İngilizler değil, içerideki ‘hainlerdi’.

Hatta Mustafa Kemal, Pontoslu Rumları, Yunan Ordusu'ndan daha tehlikeli gördüğünü "...dahilî isyanları bastırmak, Yunan taarruzunu tevkif etmekten elbette daha mühimdir" sözleriyle ifade edecekti.

Yüz yıldır tarih kitaplarında İngilizlerin İstanbul’u, İtalyanların Antalya ve çevresini, Fransızların Antep ve Maraş çevresini işgal ettiği ve Yunan Ordusu'nun Afyon’a kadar ilerlediği ve yedi düvele karşı nasıl bir direniş yaşandığını anlatıldı. Aralık 1920 yılında BMM tarafından ilk düzenli ordu olan Merkez Ordusu kuruldu. Ama bu ordunun çalışma alanı işgal altında olduğu söylenen yerler değil Pontos ve Sivas’tır.

353.000

Bu arada Sovyetler Birliği’nin tutumu da çok önemlidir. Sovyetler Birliği, Mustafa Kemal’i anti emperyalist olarak değerlendirir. Lozan’a kadar uzanacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması sürecinde en önemli desteği Sovyetler Birliği verir. Sovyet yetkililerin katil Topal Osman’a yazdığı telgraflardan anlaşıldığına göre silah, cephane ve lojistik yardımlar ile Sovyetler Birliği Pontos’ta gerçekleştirilen soykırımda da pay sahibidir.

1914 yılından 1923 yılına kadar Pontos’ta 353 bin Pontoslu Rum katledilmiştir.

19 Mayıs 1919’dan itibaren ise süreç soykırıma evrilmiş adeta geride Rumlardan iz bırakılmamaya çalışılmıştır.

1920’de Milli Eğitim Bakanlığı, 1921’de ise Sağlık ve Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Rıza Nur ile Topal Osman arasında geçen bir diyalogda, Rıza Nur, Topal Osman’a sorar,
"bütün binaları yıktınız mı?" diye. Topal Osman ise "sağlam olanları kendimize ayırdık" der. Rıza Nur ise "hayır hayır hepsini yıkın, geride iz bile kalmasın" diye cevap verir. İşte bu soykırımın itirafıdır. Amaçları geride Rumlardan iz bırakmamaktır.

Yunan Ordusu'yla yaşanan çatışmanın sonu geldiğinde, Türk ve Yunan ordularının kayıp sayısı 40 bin civarında iken, Pontos’ta bilanço 353 bin Rum’un katledilmesi, Küçük Asya’da ise 800 bin sivil Rum’un kayıp olmasıdır. 14 Eylül’de ise İzmir ateşe verilecektir. İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri tatildedir Küçük Asya’da.

HALKIN ZAFERİ Mİ?

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın firar eden asker sayısı 300.000’dir.[1]

Yine ilk olarak 18 Eylül 1920 yılında kurulan İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluş gerekçelerinin en önemli sebeplerinden biri de asker kaçaklarıdır.

Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri adlı kitabında "Ülkenin maddi varlığı tehlikeye girmiş olmasına karşın, geniş köylü kitleleri durumlarında önemli bir değişiklik olacağı umudunu taşımadıklarından olacak, şimdiye dek arkasından gittiği seçkinlerin mücadelesi olarak baktıkları savaşı desteklemek istememiş isyan ederek ya da askerden kaçarak, muhalefetini ve savaşa olan isteksizliğini göstermiştir."[2] diyerek 1920’li yıllarda geniş bir yoksul kitlenin tercihini nasıl yaptığına işaret ediyor.

10-24 Temmuz 1921 tarihleri arasındaki Kütahya-Eskişehir Savaşı boyunca ise 30.700 kişi firar etmiştir.[3] İstiklal Mahkemeleri’nin kapatılmasıyla, askerden kaçma olayları artar ve Sakarya Savaşı’na (23 Ağustos-13 Eylül 1921) kadar ordudaki askerlerin neredeyse yarısı firar etmiş haldedir.[4] Bu sayı İstiklal Mahkemeleri’nin etkisiyle gittikçe azalarak Ağustos’ta 4.400-4.500’e düşmüşken, 15 Eylül 1921’de Sakarya Savaşı’nda 120.000 olan asker mevcudunun 10.000’i firar etmiştir.[5] Sakarya Savaşı sonunda, toplam firar sayısı 48.335’e ulaşmıştır.[6]

BU TARİHSEL GERÇEKLER IŞIĞINDA BU ZAFER HAMASETİ BİZE NE ANLATIYOR?

Bütün bu hamasete rağmen ortada bir kurtuluş savaşından hele hele anti-emperyalist bir kurtuluş savaşından söz etmek imkansız. Cumhuriyetin kurucuları 12 yıl sonra 30 Ağustos’u zafer bayramı ilan ederken aynı zamanda bir resmi tarih de oluşturdular.

Bu resmi tarih mazlum bir ulusun zalimlere karşı mücadele edip başarılı olduğunu anlatmayı hedefliyordu. Ama hem cumhuriyet öncesi hem cumhuriyet sonrası yaşananlar bize bu zaferin ne anlama geldiğini çok iyi anlatıyor.

30 Ağustos binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda mezarsız yatan Pontoslu Rumlara ve Küçük Asya Rumlarına karşı işlenmiş soykırımın zaferidir.

30 Ağustos, Abdülhamit’ten İttihat ve Terakki’ye darbeler tarihi olan Osmanlı’nın İstanbul’daki iktidarına karşı 23 Nisan 1920 yılında Ankara’da meclis kurularak yapılan darbenin tescillenmesinin zaferidir.


* Araştırmacı, Pontos Gerçeği kitabının yazarı.

KAYNAKÇA

[1] Eric Jan Zürcher, Bir Ulusun İnşası; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Atatürk Türkiye’sine Jön Türk Mirası, Çev. Lütfi Kılıç, Akılçelen Kitaplar, Ankara, 2015, s. 261-282.

[2] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Doğan Kitap, Ankara, 2014, s. 66.

[3] İbrahim Artıuç, Büyük Dönemeç Sakarya Meydan Muharebesi, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1985 s. 41.

[4] Aybars, age., s. 200.

[5] Eric Jan Zürcher, “Hizmet Etmeyi Başka Biçimlerde Reddetmek: Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Asker Kaçaklığı”, Çarklardaki Kum: Vicdani Red Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, Haz. Özgür Heval Çınar, Coşkun Üsterci, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 67.

[6] Doğu Ergil, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara, 1981, s. 224

Öne Çıkanlar