6-7 Eylül 1955'te yaşanan pogromun üzerinden 69 yıl geçti. O iki günde yaşananları aktarmak, yüzleşmek için birçok film ve dizi çekildi, kitaplar yazıldı. Yaşanan vahşet belgesellere konu oldu. Ama kadınlar ve çocuklar hiç konuşulmadı.
Cumhuriyetin kurucuları 30 Ağustos’u zafer bayramı ilan ederken aynı zamanda bir resmi tarih de oluşturdular. 30 Ağustos binlerce yıldır yaşadıkları topraklarda mezarsız yatan Pontoslu ve Küçük Asyalı Rumlara karşı işlenmiş soykırımın zaferidir.
Lozan görüşmelerinde İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin uluslararası hukuki durumu hiç tartışılmadı. Lozan’da tek tartışılan husus, Mübadele’yle ilgili olarak, Patrikhane’nin İstanbul’da kalıp kalmayacağı konusu oldu. Rıza Nur’un kaleminden okuyalım.
Darbeler, el koymalar, kayyımlar, hak gaspları, özgürlükler önündeki yasaklar, sürekli şiddet ve baskı Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimidir. Tarihe, şehirlere, mallara, partilere, belediyelere el koyulur.
Yunanlılarla yaşanan iki cephe çatışması dışında asıl savaş Pontoslu Rumlara yönelik yapıldı ve memleket işgalcilerden değil, binlerce yıldır o topraklarda doğup büyüyen Rumlardan kurtarıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Rum nüfusun geri dönüşüne ilişkin açıklamasına İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu'ndan yanıt geldi.
Ermenistan ve Türkiye’nin karşılıklı gösterdikleri olumsuz diplomatik yaklaşımlar ve tarihi geçmiş nedeniyle her iki toplum birbirini öcü görüyor.
Siyasetçilerin kendilerine Yahudi, Ermeni veya Rum, Pontus denildiği için dava açtığı bir ülkede biz 'az'lar bizi savunan ve düşmanlık besleyenin aynı söylemi kullandığı bir yerde kalıyoruz.
Kamuoyunun kırılgan hassasiyetleri karşısında, Türkiye'de akademinin temas edebileceği ama popüler kültürün asla temas etmemesi gereken bazı temalar var.
6-7 Eylül trajedisi ile yüzleşilmedi. Ne acıdır ki bu zihniyetin 66 yıl sonra dahi tehdidi devam ediyor. Bu tehdidin muhatabı bazen Alevi, bazen de LGBTİQ ya da Kürt olabiliyor.
Ermeni'nin, Süryani'nin, Rum'un, Yahudi'nin dirisine saygısı yokken ölüsüne saygı beklenmez tabii bu devletten. İlk olarak sahipsiz mezarlar tahrip ediliyor.
'Siyasi bir meseleyi bireyselliğe çekiyorlar.'
Bir sonraki hedefi de Adalar'dan İstanbul'daki Rum ve Ermeni okullarına çevirmesi an meselesi olan Destici'ye de birinin 'yürü ya kulum' dediği belli.
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, 'Mütekabiliyet ilkesini işletelim, kiliselerden Rum ve Ermeni ibarelerini kaldıralım' demişti.
Geçen hafta Kayseri'de Tavlusun köyündeki kiliseye dadanmışlardı. Ondan önceki hafta Van, Gevaş'ta Kantsak Köyü Surp Tovmas'a...Daha önceki hafta Dersim'de bir kiliseye.
Lozan’da Kürtlerin kaderleriyle ilgili tartışma devam ederken Mustafa Kemal’in önerisiyle Kürdistan milletvekilleri ulusal kıyafetleriyle Meclis’e geliyordu.
Gerçeğin üstü örtülemez, 100 yıl unutulması sağlansa bile. Pandora’nın kutusu mutlak açılır.
Milli spor olan 'çökme' ve kimin malına kimin çökeceği kavgası 1980'lerde siyaseti, mafyayı ve MİT'i birbirine düşürmüş. Şimdi Sedat Peker olayında olduğu gibi...
Çavuşoğlu, etno-kültürel aidiyet olarak kendini Türk hissediyorsa istediği kişiye Dışişleri şapkasını çıkarıp “soydaşım” diyebilir ama bu ifadeyi bir Bakan olarak kullanamaz.
Modern bir dengbej İskan Tolun. Dengbejliğin Kürd’ü, Ermeni’si gibi Êzîdî’si de varmış meğer.
'Yüzbinlerce insan ise insanlık dışı koşullarda kültürel, sosyal ve ekonomik yıkımlarla hayatını kaybetti.'
Hükümet sırlarını meyhane masasında deşifre etmesiyle eleştirilen Anastasiadis'in, kapalı alan yasağında yeniden meyhaneye gitmesi tepki topladı.
Hani halkları kandırmak için 'Kürt kökenli Türk' yada 'Ermeni-Rum-Yahudi kökenli Türk' diyorlar ya, bu silahlar da öyle.
Müslüman olmanız ya da Türk olmanız yetmez, daha fazlası görünmeniz gerekir. Daha koyu bir Müslüman ya da Türk görünmeniz gerekir ki sizden şüphelenilmesin
Almanya'nın yaptığı soykırımı anarken iktidarın Uygur Türklerine yapılanları aylar öncesinde işine gelince gündeme taşıyıp şimdi sessiz kalması ilginçtir.
1970’li yılların ünlü ismi Abdullah Çatlı’nın üzerinde Mehmet Özbay kimliği vardı. Bu kimliği de Mehmet Ağar vermişti. Ağar gayet sakin şöyle dedi: Ben onu Mehmet Özbay diye tanıyordum!
Batıbay: Keşke Maraş, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların, iki toplumun insanlarının bir arada üretip, çalışıp, ekonomik faaliyet yürütebildikleri bir laboratuvar olsa.
1923 yılında 110.000'i bulan İstanbul’daki Rum nüfus, 2005 yılında 1500 olarak belirlenmiştir.
'Farklı dine ya da ırka mensup olmak, ancak zenginlik olabilir.'
Akıncı, 'Kıbrıs Türk halkı çok büyük bir oranda Rum tarafına azınlık olmayı ya da Türkiye´ye sürekli bağımlılık ilişkisi içinde yaşamayı istemiyor' demişti.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.