Murad Mıhçı
6- 7 Eylül trajedisi halen devam ediyor...
"Bu memleket, insanı şaşkına çevirecek kadar beklenmedik hallerin memleketi ve sanki bir halden diğer hale geçişlerde ara devirler yok sanki. Her şey ya çok iyi ya çok fena." Sürgün Ruhum, ZabelYesayan
6-7 Eylül olayları -İstanbul Pogromu da denebilir- genel olarak pek önemsenmedi. Bundan 66 yıl önce yaşananlar, ortalama bilince ulaşmış yurttaşlar tarafından 'bir grup çapulcunun başıbozuk eylemi' olarak algılandı. 6-7 Eylül olaylarında yaşanan trajediye gerçekte ne ad konacağı ise vicdan sahibi ve tarih bilincine sahip kamuoyu tarafından belirlendi: İnsanlık suçu...
Son yıllarda 6-7 Eylül ile yüzleşme çabaları oldu. Bu yetersiz adımlar bile büyük tepkiyle karşılandı. Oysa yaşanan bu trajediyle yüzleşmeyince, toplumun vicdanındaki yük gittikçe ağırlaşarak kalmaya devam edecek. 6-7 Eylül önemli bir kırılma noktasıdır. 1955 yılında yaşanan olaylar, 1942 yılındaki Varlık Vergisi sonrası zaten pek de rahat olmayan Müslüman olmayan halkın Türkiye'den uzaklaşmasına vesile olmuştur.
Olay başlangıcı kanımca herkes tarafından bilinir. Atatürk'ün Selanik'teki evinin Rumlar tarafından bombalandığı dedikodusunun radyo ve bir gazete tarafından hızla yayılmasıyla başlar insanlık dışı saldırı olayları. Daha bu haber gazete(ler)de çıkmadan, bazı kentlerden özellikle organize edilerek İstanbul’a getirilen halk önceden galeyana getirilmişti. Hızla genişleyen yağmalama işinin içinde daha sonra siyaset yapan bazı ünlü simaların da olduğu bazı kaynaklarda yazılıdır. Önceden azınlık evleri belirlenip, işaretlenerek tespit edildiği de biliniyor. Kolluk kuvvetleri olayları engellemeye çalışmaz, sadece seyreder...
RAKAMLARLA TRAJEDİ
6 - 7 Eylül 1955 tarihlerinde yaşanan olaylarda, hemen hemen tamamına yakını Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşların gördüğü zararların rakamsal büyüklüğünü yazmak istiyorum. 1004 tane tahrip edilmiş ev, 4228 dükkan, 122 lokanta, 27 eczane, 2 sinema, 11 dispanser, 21 fabrika, 9 matbaa, 18 fırın, 73 kilise, 5 manastır, 8 ayazma, 52 okul ve 5 okul derneği tahrip edilmiştir. Kayıpların o dönem araştırılması sonucu maddi zararın 1 milyar dolara ulaştığı belirlenmiştir. Bu rakamlar, o tarih için düşünülecek olur ise olayın vahametinin büyüklüğü ve dehşet verici boyutu ortaya çıkar.
Dönemin İstanbul nüfusu 1 milyon 200 bin civarında; yaklaşık 210 bin civarında azınlık diye tabir edilen bir toplum yaşamaktadır. Yani azınlık toplumunun yüzdesi, genel nüfusa oranla o zamanlar oldukça yüksek. Bu oranın düşürülmesi amacıyla planlar yapan dönemin derin devleti, Anadolu’dan bilinçli olarak getirilmiş ve azınlıkların yabancısı olan halk ile takviye yaparak yağmalamayı başlatmıştır.
Yerel halk, İstanbul'un pek çok mahallesinde komşularını korumaya çalışsa da çoğunlukla pek fazla başarılı olunmamıştır.
Birçok Müslüman komşu, azınlıkların evlerini yağmalamaya gelen kalabalıklara ‘Burası Müslüman-Türk evi’ diyerek eline bayraklar alıp korumuştur.
Bu gibi yüzlerce örnek azınlık toplumunda bilinir ve anlatılır. Son yıllarda basında da yer aldı, kitaplara ve filmlere konu oldu. Fakat kabul edelim ki yeterli bir bilinçlenme sağlanamadı.
TRAJEDİYE DAİR ÖZNEL TARİHİM
6-7 Eylül 1955'te yaşanan birkaç olayı da yakınlarımla ilgili olarak ben anlatacağım. Kuzguncuk civarında pastanesi olan bir tanıdığımız yeni dondurma yapma aletleri getirtiyor İtalya’dan. Dönem için büyük bir ticari atılımdır bu. Borcunu ödeyemediği bu aletler henüz 1 haftalıkken yağmalanıyor ve iş yeri yıkılıyor. Bu yakınımız o gün başlayan felaketi bütün ağırlığıyla yaşıyor. En sonunda dayanamayıp Arjantin’e göç etmek, dilini bilmediği bir ülkeye gitmek durumunda kalıyor. Hala içine sindiremediği bu zorunlu göçün acısını, yıllar sonra İstanbul’a döndüğünde dudakları titreyerek, gözleri dolarak anlatmıştır bana.
Bir Yahudi dostumuzun apartmanı ise "Bir Ermeni'nin evidir" denilerek yağmalanır. Oysa o apartmanın sahibi olan Ermeni aile, olaylardan 1 hafta evvel satmıştır binayı. Arkadaşımın ninesi geçen sene rahmetli oldu. O günü hiç unutmamış, olaylar sırasında evine atılan taşlardan birini ölene kadar hep saklamıştı...
Yine Kadıköy'de bir şarküteri sahibi yakınım var. Türkiye'nin en eski Bulgar kimlikli şarküterisiydi. Kendilerinin yaşadıklarını şöyle anlattı:
"Evimizde yaşadığımız ilk yağmayı atlatıp, canımızı kurtardıktan sonra iş yerine geldik. O bizim içeri sokmakta çok zorlandığımız ağır dolapların hepsi sokakta ve yerlerdeydi. Yıllarca çalışıp aldığımız tüm sermayemiz ve aletlerimiz parçalanmıştı. Ama burası bizim memleketimiz ve evimizdi. Olayları unutup, toparlanmaya çalışıp, her şeye yeni baştan başladık. Bir süre, dışarıda süt satarak ailemizin ekmek paramızı kazanmaya çalıştık."
Daha sonra da mesleği sürdüren ve işlerini yeniden kuran bu aile, dönemin siyasilerinin bile uğradığı en gözde şarküteri olarak hayatını devam ettirdi. Hatta bir gün Hüsamettin Cindoruk’u görmüştüm. Dükkânda sahipleriyle sohbet ediyordu.
Kumaşçılık yapan abiyecilerin metrelerce kumaşının İstiklal Caddesi boyunca açılarak yırtılması görüntüleri ise herkesçe bilinir.
Belki de bu son vereceğim örnek en can alıcı yaklaşım olacaktır. Gedikpaşa'da yaşayan bir ailenin anlatımıdır. Evleri yağmalayan kişilere tepki veren yaşlı kadının sözleri: Neden evimi dağıtıyorsunuz? Kıbrıs benim sandığımda mı saklı? Biz Türkiye vatandaşıyız.
Yaşanan o kadar çok ve vahim olaylar var ki benim bu yazdıklarım sanırım olanlar içinde en hafifleri olacaktır.
6 - 7 Eylül olaylarına da değinen bir filme gitmiştim. Kadıköy'deki sinemalar eskisi kadar büyük değiller. Gelenlerin yarısından fazlasını tanıyordum. Kadıköy civarında oturan Ermenilerdi seyredenlerin çoğunluğu. Sessizce izledik. Filmin sonunda, ışıklar yandığında yanımda oturan biri duygulandığımı görünce sordu: "Ya bunları yaşayanlar var mı? Olaylar gerçekten bu kadar kötü mü oldu?" Biraz da çekinerek yanıtladım: "Sanırım bu kadarı perdeye yansıtılabilmiş. Benim bildiğim bunun çok daha fazlası olduğu..."
Gezi sonrası oluşan dayanışma evinde yüzleşme atölyesi kurmuştuk. Dayanışma evindeki arkadaşlarla Kadıköy’de "Mehmet Ayvalıtaş" Meydanı’nda 6-7 Eylül Trajedisini anlatırken insanların yüzlerinden ve sorularından bu konuyla ilgili çok az bilgileri olduğunu sezdim. Kadıköy bizim gibi azınlıkların aslında az olmadığı bir ilçe olmasına rağmen. Yaşanan bu acı günler ne yazık ki az biliniyor.
Bu trajedi, sayıca az bırakılan toplum tarafından unutulmadı. Bu düşüncemizin bir vehimden kaynaklanmadığının en taze örneği ise, Ergenekon soruşturmaları kapsamında ortaya çıkan Kafes operasyonu belgelerinde görüldü. Gerektiğinde zaten kodlarla kayıtlı olan toplum hedef olabiliyor.
Peki bugüne bakalım biraz. Özellikle Alevi toplumu ve yine azınlıkların az olmadığı yerlerde, 6-7 Eylül’de yaşananları hatırlatan işaretlemeleri görüyoruz. Günümüzde ise 6-7 Eylül Trajedisi ile yüzleşilmemesi belleklerde tehditlerin sürdüğünün kanıtı. Ne acıdır ki bu işaretlemeleri yapan zihniyetin 66 yıl sonra dahi tehdidi devam ediyor. Bu tehdidin muhatabı bazen Alevi, bazen de LGBTİQ ya da Kürt olabiliyor.
Umuyorum ki 1955 yılının 6 - 7 Eylül günlerinde yaşanan bu trajedi bir daha tekrarlanmaz. Fakat görünen o ki daha fazla bilinçlenmeye veya halkları ve inançları birbirinden ayrıştıranı iyi tespit edip kenetlenmeye çok ihtiyacımız var...