Yarım yüzyılı aşan bir mücadelenin ardından....

Brüksel'de, Türkiye gibi İspanya, Yunanistan ve Portekiz'in de faşizmin pençesinde olduğu 70'li yıllardan bugüne anıların dile geldiği art arda iki etkinlik yaşandı

Sürgündeki mücadelemizi tam 51 yıldır aralıksız sürdürdüğümüz Brüksel'de geçtiğimiz hafta iki önemli olayı yaşadık... İlki, Brüksel Kültürlerarası Aksiyon Merkezi (CBAI)'nin 18 Kasım'da genel kurul üyeleri ve çalışanları arasında gerçekleştirdiği bir toplantıda, örgütün 2013 yılında vefat etmiş olan kurucu başkanı, İtalyan dostumuz Bruno Ducoli için bir anma plaketinin açılış töreniydi.

İkincisi ise, İnci'nin ve benim sürgün yaşamımızı ve mücadelelerimizi değerlendiren Esra Yıldız'ın "Vatansız" adlı belgeselinin 23 Kasım'da Brüksel'de ikinci kez gösterilmesiydi. İki yıl önce Akdeniz Film Festivali'nde izlenen belgeselin gösterimi bu kez ATTAC Film Festivali kapsamında Garcia Lorca kültür merkezi salonlarında gerçekleştirildi.

1974'te Brüksel'de İnfo-Türk'ü ve Güneş Atölyelerini kurduktan hemen sonra Belçika'daki demokratik göçmen ve sürgün örgütlerinin mücadelesinde de aktif olarak yer almıştık.

İtalyan Sosyal Animasyon Merkezi (CASI)'nin ve ünlü Bella Ciao korosunun kurucularından olan Bruno Ducoli'yle birlikteliğimiz 1975 yılına dayanır. O yıl, Fransızca Kültür Komisyonu (CFC) tarafından Brüksel metropol bölgesindeki göçmenlerin sosyal ve kültürel yaşama katılımını sağlamak için kurulan Göçmen Eğitim Merkezleri İrtibat Komitesi'nin aktif üyeleriydik.

Komite tarafından göçmenleri kendi hakları ve toplumsal yaşama katılımları konusunda bilgilendirmek üzere Fransızca hazırlanan broşürlerin Türkçe olarak yayınlanması sorumluluğunu biz üstlenmiştik.

Ülkenin iki büyük sendikal örgütü FGTB ve CSC'nin Türkiyeli göçmen işçilere yönelik Türkçe gazetelerini yıllarca biz yayına hazırlamıştık.

Hemen ardından Belçika'daki tüm ilerici göçmen örgütlerini bir araya getiren Göçmen İşçi Örgütleri Bağlantı Komitesi (CLOTI)'de, Brüksel ve Etterbeek belediyelerindeki Göçmen Danışma kurullarında, Fransızca Topluluğu Göçmen İşçiler Danışma Kurulu'nda, Flaman Bölgesi Göçmen İşçiler Platformu'nda ve Göçmen Enformasyon ve Yayın örgütü (IDI)'de aktif olarak yer aldık.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türkiye'deki faşist cuntaya karşı düzenlediğimiz tüm etkinliklerde bu kardeş örgütlerden her daim büyük dayanışma ve destek gördük. 12 Eylül Cuntası'na karşı 14 Şubat 1981'de Brüksel'de düzenlediğimiz uluslararası protesto gecesine de Bruno Ducoli ile Silvana Panciera'nın kurucuları olduğu İtalyan Bella Ciao Korosu, İtalyanca direniş şarkılarıyla büyük katkıda bulunmuştu..

O dönemde Belçika'daki ilerici derneklerin mücadele hedeflerinden en önemlisi yabancı kökenlilere siyasal hakların tanınmasıydı... Bunun gerçekleştirilmesi ve ırkçılığa karşı mücadelenin güçlendirilmesi amacıyla, 8 Mayıs 1983'de Brüksel'de düzenlenen büyük yürüyüşe tüm dostlarımızla birlikte katılmıştık, Güneş Atölyeleri çocuklarının yürüyüşte hak istemlerini dile getiren pankartlarla yer alması büyük olay olmuştu.

O yıl, Profesör François Rigaux başkanlığında Brüksel Göçmen Sosyo-Kültürel Merkezi (CSCIB)'nin kurulması, Bruno Ducoli'nin bu yeni kurumun başına atanması Brüksel'deki göçmen topluluklarının yaşamında bir dönüm noktası oldu. Benim de yöneticileri arasında yer aldığım kurumun adı daha sonra Brüksel Kültürlerarası Aksiyon Merkezi (CBAI)'ye dönüştürüldü.

1984 yılında, Kral Baudouin'in CBAI'yi ziyareti sırasında, Güneş Atölyeleri göçmen topluluğunu temsil eden örgütlerden biri olarak sunulduğu gibi, sonraki yıllarda da CBAI'de çeşitli kültürel etkinlikler ve sergiler düzenledik.

Bruno, bizim Türkiye'deki rejime karşı verdiğimiz mücadelede de hep yanımızdaydı. Türk Ordusu'nun uyguladığı baskıları eleştiren bir yazımın İstanbul'daki bir dergide yayımlanması üzerine İstanbul'daki bir mahkeme Türkiye'ye girmem halinde derhal tutuklanmam için sınır kapılarına emir verince, 11 Nisan 2003'te Dışişleri Bakanı Louis Michel'e bir mesaj göndererek protesto etmişti.

22 Kasım 2008'de Türk devletinin ırkçı uygulamalarını eleştiren bir makaleme tepki olarak, Brüksel'deki Türk büyükelçisinin kışkırtmasıyla Türk medyası bir karalama kampanyası başlattığında da, o sırada emekli olarak İtalya'da bulunan Bruno ve Silvana bize şu dayanışma mesajını yollamışlardı:

"Sevgili İnci ve Doğan, Belçika'da sevgili dostumuz Doğan'a yöneltilen barbarca tehditleri öğrendiğimizde büyük bir şok, öfke ve kızgınlık duyduk. Ona duyduğumuz derin saygı ve Brüksel'de geçirdiğimiz uzun yıllar süren ortak aktivizm, onu tanıdığımız en önemli insanlardan biri haline getirdi. Bu zor zamanında onunla dayanışma içinde, onun ve daha genel olarak sizin için yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen bize bildirin. Lütfen şu anda her zamankinden daha yakın hissedin ve tüm dostluğumuzu ve saygımızı kabul edin. Son zafere dek... Kardeşçe!"

Belçika'da on yıllardır özgürlükler ve eşitlikler için birlikte mücadele verdiğim dostlarımla birlikte olduğum bu toplantıdan beş gün sonra, "Vatansız" belgeselinin ATTAC Film Festivali kapsamında Garcia Lorca kültür merkezindeki gösteriminde de yakın çalışma arkadaşlarım başta olmak üzere her daim mücadelemizde bizimle dayanışma içinde olan dostlarımızla birlikteydik.

ATTAC'ın yöneticisi Jean Flinker'in yaptığı sunuş konuşmasından sonra İnci ve ben, sürgünde Türk Devleti'nin baskı ve tehditlerine sürekli hedef olan dostumuz Bahar Kimyongür ile birlikte izleyicilerimizle sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bu söyleşide İnci ile birlikte Belçika'daki yarım yüzyılı aşan sürgün yaşamımızı da özetleyen konuşmamın tam metnini paylaşıyorum:

"Öncelikle, bizleri tam 50 yıl sonra bu belgeselin gösterimi için yeniden ağırlayan Garcia Lorca kültür merkezine teşekkür etmek istiyorum.

"1971 askeri darbesinden sonra, sürgündeyken önce çeşitli Avrupa ülkelerinde Demokratik Direniş'i, ardından Brüksel'de Info-Türk ve Güneş Atölyeleri'ni örgütlemiştik. O dönemde, Türkiye gibi, İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi üç Avrupa ülkesi de faşist diktatörlük altındaydı... Bugün Vatansız'ı izlediğimiz Garcia Lorca kültür merkezi ise Belçika'daki İspanyol göçmenler ve sürgünler için anti-faşist direnişin tek merkeziydi.

"Özgürlükleri ve ezilen sınıfların haklarını savunmak için düzenlenen büyük 1 Mayıs gösterilerinde, Drapeau Rouge gazetesinin yıllık şenliklerinde ve diğer gösterilerde her zaman Garcia Lorca üyesi dostlarımızla birlikteydik. Göçmen İşçi Örgütleri Bağlantı Komitesi (CLOTI) bünyesinde de, Belçika'daki yabancı kökenlilerin sosyo-politik haklarının tanınması için birlikte kampanya yürütüyorduk.

“Aslında, bizim İspanyol halkıyla dayanışmamız çok daha önceki yıllara uzanıyordu... 60'lı yıllarda Türkiye'de o dönemin en büyük sol gazetesi Akşam'ı yönetirken, İnci'nin İspanya'da Federico Garcia Lorca'nın kız kardeşi Isabelle ile yaptığı bir röportajı yayınlamıştık... Dahası, İnci beraberinde getirdiği Garcia Lorca'nın oyunlarından Mariana Pineda'yı da Türkçe'ye çevirmişti... İspanya'da bir kadın direnişçinin efsanevi mücadelesini anlatan bu oyun, İstanbul'un en prestijli tiyatrolarından birinde sahnelenmişti.

"Vatansız, bizim on yıl öncesine kadar olan sürgün yaşamımızı ve kurucusu olduğumuz Güneş Atölyeleri'ni anlatıyor... 2015'te gazeteci dostumuz Nazım Alpman da özellikle bizim Türkiye'deki ve sürgündeki mücadelelerimize odaklanan, Türkiye'deki dostlarımızın da ortak anılarımızı paylaştığı Vatansız Vatanperver adlı bir belgesel gerçekleştirmişti. Esra Yıldız'a da, Nazım Alpman'a da teşekkür borçluyuz.

"İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri, bu belgesellerin gerçekleştirilmesinden bu yana son on yılda da çalışmalarını ve mücadelelerini aynı etkinlikte sürdürdü... Geçen yıl 50. kuruluş yıldönümlerini kutladık.

"İlginç bir raslantı... İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri, bugün burada birlikte olduğumuz yakın mücadele arkadaşlarımızdan Bahar Kimyongür ile tamı tamına aynı yaşta... Bahar'ın son kitabı Mutlu İnsanlar Nekropolü'nü okuduğumda fark ettim. Evet, Bahar 28 Nisan 1974'te, Brüksel'in Berchem-Sainte-Agathe belediyesinde doğmuş... Ondan sadece üç gün sonra, 1 Mayıs 1974'te de, sadece on kilometre mesafedeki Anderlecht belediyesinde bizler Info-Türk ve Güneş Atölyelerini kurmuştuk.

"Bu vesileyle, o kuruluş döneminde ve izleyen yıllarda bizlere yardımcı olan, son on yılda arka arkaya sonsuzluğa uğurladığımız üç Belçikalı dostumuzu, ünlü müzisyen Julos Beaucarne, Demokrat Hukukçular örgütü yöneticilerinden Avukat Jacques Bourgaux ve mimar Marc Brunfaut'yu anmayı görev biliyorum:

“Info-Türk ve Güneş Atölyeleri'nin yaşıtı olan Bahar'la 90'lı yıllardan aynı anti-faşist mücadeleyi paylaşıyoruz... Kendisi Türk devleti tarafından hedef alındığında, Belçikalı dostlarımızın oluşturduğu İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi (CLEA)'nin başlattığı direniş kampanyasında yer almıştık. O dönemdedir ki, 2008 yılında yazmış olduğu Türkiye, Diaspora ve Sürgün Ülkesi adlı kitabı için Bahar Kimyongür'e Profesör Anne Morelli'nin başkanlığındaki bir jürinin kararıyla İnfo-Türk ödülü verilmişti. Bahar ayrıca Türkiye'de Militarist ‘Demokrasi’ Üzerine Kara Kitap ve İnci Tuğsavul'un hayatı ve mücadelesini anlatan Vatansızlığı Vatan Eylemek adlı kitaplarımızı da Fransızca'ya çevirdi.

“Bugün birlikte seyrettiğimiz belgeselde maalesef İnci ile birlikte yıllarca maruz kaldığımız Belçika makamlarının baskıları yer almıyor... Üç yıl Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde sürdürdüğümüz Demokratik Direniş'i örgütleme çalışmalarından sonra 1974'de Brüksel'de İnfo-Türk'ü kurduğumuz zaman Belçika makamları Ankara rejiminin baskılarına boyun eğerek bize üç yıl boyunca çalışma ve oturma izni vermeyi reddetmişti... Hatta, Belçika polisi tarafından siyasal sığınma hakkına sahip bulunduğum Hollanda'ya sınırdaşı edildiğim için yayın ve örgütlenme çalışmalarını uzun süre kaçak olarak yürütmek zorunda kalmıştım.

“Dahası, 1980 darbesinden sonra Ankara rejimi tarafından Türk vatandaşlığından atıldığımızda, Belçika vatandaşlığını almamız da yine Ankara rejiminin müdahalesi nedeniyle Kraliyet Savcılığı tarafından dört yıl boyunca engellendi. Ancak bu ülkedeki ilerici örgütlerin ve şahsiyetlerin başlattığı dayanışma kampanyası sayesindedir ki vatandaşlığımız Belçika Parlamentosu tarafından 3 Nisan 1995'te tanınabildi.

“Ancak Ankara rejiminin İnci'ye ve bana yönelik tehditleri hiç durmadı... Türk Devleti'nin hizmetindeki diplomatik misyonların ve medya kuruluşlarının birçok kışkırtıcı kampanyalarına hedef olduk, hattâ bu yüzden Belçika Devleti 2008 yılında beni yakın korumaya almak zorunda kaldı.

“1971'de sahte bir pasaportla illegal sürgün olarak Belçika'ya vardığımızda ben 35 yaşındaydım, İnci de 31... Nisbeten gençtik... Bugün neredeyse 90 yaşındayım, İnci 85... Uzun ve çalkantılı bir yolculuğun sonuna yaklaşıyoruz.

"İleri yaşımıza rağmen ikimiz de özgürlükler için mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız.

"Doğup büyüdüğümüz, halkımızın özgürlüğü için yıllarca gazeteci, sendikacı ve parti militanı olarak mücadele vermiş olduğumuz Türkiye'yi bir daha görebilecek miyiz, bilmiyorum...

"Kısa bir kesinti dışında tam 54 yıldır sürgündeyiz... Evet, bir kez, yurt dışında çeşitli ülkelerde Demokratik Direniş hareketini, ardından Brüksel'de İnfo-Türk'ü örgütledikten sonra, İstanbul'daki yayın mücadelemizi yeniden başlatmanın hazırlıklarını yapmak üzere 1978 yılında birkaç haftalığına Türkiye'ye gitmiştik.

"Ne var ki aynı yıl, İnfo-Türk'ün yönetimini sürgündeki dostlarımıza emanet etmek üzere geldiğimiz Brüksel'de son hazırlıkları yaparken, yazdığım anti-militarist bir kitabın İstanbul'da yayınlanmasının ardından İstanbul Donanma Askeri Savcılığı hakkımda soruşturma açıp arama kararı çıkarttı... Avukatlarımızın tavsiyesi üzerine dönüşümüzü ertelemek zorunda kaldık... O bekleme sürecindedir ki, 12 Eylül 1980 darbesi dönüş olanaklarını tamamen ortadan kaldırdığı gibi bizleri 1982'den itibaren 'vatansız' kılacaktı...

"O da yetmezmiş gibi, 1971 darbesinin 30. yılı dolayısıyla cuntacı generalleri eleştiren bir yazımın Türkiye'de yayınlanması üzerine İstanbul'da hakkımda yeni bir dava açıldı ve mahkeme Türkiye'ye girer girmez tutuklanmam için sınır kapılarına talimat verdi.

"Ardından da Türkiye'de 23 yıldır süregelen islamcı-faşist karanlık...

"Bunlara rağmen Türkiye'deki mücadele arkadaşlarımız ve meslektaşlarımız bizleri hiç unutmadı... 2006 yılında İnsan Hakları Derneği, 2007'de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 2015'te Türkiye Yayıncılar Birliği, basın ve düşünce özgürlüğü mücadelesine katkılarımızdan dolayı ödülleriyle ikimizi de onurlandırdılar. Onlara teşekkür borçluyuz...

"Vatansız'ı tekrar birlikte izlediğimiz bugün, Iuccia Saponara ve Elise Thiry başta olmak üzere Güneş Atölyeleri'ndeki tüm çalışma arkadaşlarımıza ve ayrılmak zorunda kaldıkları Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin zenginliğini ve yaratıcılığını Avrupa'nın kalbinde yaşatan tüm öğrencilerimize örnek çalışmalarından dolayı ikimiz adına teşekkür ediyorum.

"Ayrıca Brüksel Kürt Enstitüsü'ne, Belçika Asuri Enstitüsü'ne, Belçika Demokrat Ermeniler Derneği'ne ve Brüksel Halk Evi'ne de özel olarak teşekkür ediyorum. Onyıllardır onlarla birlikte Ankara rejiminin hem ülkemizdeki, hem de diasporalardaki baskılarına karşı ortak mücadele yürütmekte olmamızdan gurur duyuyoruz ve birlikte yürümeye de devam edeceğiz.

"Ernesto Che Guevara'nın dediği gibi: Hasta la victoria siempre..."