Tam 16 yıldır beklenen samimiyet!
Kurt ulusal direnişinin ilki 2009, ikincisi 2013'teki özverisine rağmen kılını kıpırdatmamış olan dikta yönetimi Kandil'deki son açıklamadan sonra ne yapacak?
KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok ve YJA-Star komutanlarından Vejin Dersim'in pazar günü Kandil'de Türkiye'yi terk eden 25 gerillacının varlığında yaptıkları açıklama ile Kürt direnişinin "Barış ve Demokratik Toplum", AKP-MHP iktidarının ise "Terörsüz Türkiye" diye adlandırdığı süreçte yeni bir aşamaya girilmiş bulunuyor.
5-7 Mayıs 2025 tarihleri arasında toplanan PKK Kongresi'nin örgütsel varlığını ve silahlı mücadele stratejisini sona erdirme kararı alması, iki ay sonra 11 Temmuz 2025'de de KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat yönetimindeki 30 kişilik gerilla grubunun silahlarını yakmasından sonra nerdeyse üç aydır devletin yönetimi tarafından barışın ve demokratik toplumun gerçekleştirilmesi yönünde hiçbir somut adım atılmadı.
Tam aksine başta Öcalan ve Demirtaş olmak üzere Kürt muhalefetinin, yine başta Kavala ve İmamoğlu olmak üzere Türk muhalefetinin liderleri de dahil binlerce siyasal mahkum ve tutuklu zindanlarda çile çekmeye devam ederken yeni tutuklamaların ve komploların da ardı arkası kesilmedi.
Avrupa'nın en büyük metropolü İstanbul'un üç kez üst üste seçim kazanmış olan belediye başkanı İmamoğlu hakkında, Silivri Cezaevi'ndeyken, bu kez de "casusluk" suçlamasıyla dava açılması tam bir skandaldı.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST)'nin 22 Ekim'de yaptığı açıklamaya göre, Türkiye’deki cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü toplam mahpus sayısı 420 bin 904’e ulaşmış bulunuyor.
Aynı açıklamaya göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana mahpus sayısında 7 kat artış gözlemleniyor. 23 yıl önce 59 bin 429 olan mahpus sayısı, bugün 420 bin 904’e ulaşmış bulunuyor.
Dahası, Türkiye'de ve Ortadoğu'da barışın sağlanması konusunda yüksek dozajlı nutukların ardı arkası kesilmezken, "Terörsüz Türkiye" sürecinin başlatıcısı MHP lideri Devlet Bahçeli'nin KKTC'deki son cumhurbaşkan seçimini muhalefet adayının kazanması üzerine, faşizan ve müstevli bir çıkışla Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'ye ilhak etme çağrısında bulunması barış sürecine vurulan yeni bir darbeydi.
Türkiye'den ayrılarak Kandil'e geçen 25 HPG ve YJA-Star üyesi silahlı bir grubun eşliğinde pazar günü KCK ve YJA-Star adına yapılan açıklama bu bunalım ve kararsızlık ortamında barışa ve demokratikleşmeye yönelik yeni bir kapı açar mı?
Açıklamada haklı olarak "Biz 12. Kongre kararlarına bağlıyız ve uygulamakta kararlıyız. Ama bunların pratikleşmesi için de yine PKK 12. Kongresinin aldığı kararlar doğrultusunda sürecin gerektirdiği hukuki ve siyasi yaklaşımlar gecikmeden gösterilmelidir. Bu çerçevede PKK’ye özgü Geçiş Hukuku esas alınmalı, demokratik siyasete katılabilmek için gerekli özgürlük ve demokratik entegrasyon yasaları gecikmeden çıkarılmalıdır" deniyor.
Hemen ardından DEM Parti adına yapılan açıklamada da şu gereksinimler dile getiriliyor: "Gelinen noktada, sürecin birinci aşaması kapanmıştır. Kongre kararları ve silahların yakılmasının ardından, çekilmenin de tamamlanmasıyla yeni bir sayfa açılmıştır. Çok daha kritik ve hayati olan ikinci aşamaya, yani ‘hukuki ve siyasi’ adımlarla toplumsal barışa geçiş zamanıdır. Bu aşama zorlu olduğu kadar anlamlıdır da. Süreç yasalarla, haklarla, özgürlüklerle gelişmeli, siyaset ve demokrasi dili güçlendirilmelidir."
Bu gelişmeleri izlerken İnfo-Türk'ün arşivinde 90'lı yıllara kadar giderek "barış ve demokratikleşme" için başlatılmış, ama kısa zamanda AKP-MHP iktidarının faşizan ve emperyalist uygulamaları nedeniyle hüsranla sonuçlanmış çeşitli girişimleri gözden geçirdim.
Bunların ilki, daha önceki yazılarımda da anımsattığım gibi, bundan tam 27 yıl önce, 1998'de, PKK lideri Öcalan'ın, Med TV'de benim de katıldığım bir programda yaptığı barış çağrısıydı. Ama Türk Devletinin buna yanıtı, Suriye rejimine baskı yapıp Öcalan'ı o ülkeden uzaklaştırıp uzun bir sürgün sürecine zorlaması, ardından da ABD'nin desteğiyle Kenya'da tutuklayıp önce idama, ardından da İmralı adasında ömürboyu zindana mahkum etmesiydi.
Türk Ordusu'nun gerek Türkiye'de, gerekse Suriye ve Irak'ta yoğunluğu ve yok ediciliği giderek daha da artan operasyonlarına rağmen kitlesel katılımlar ve destekler sayesinde daha da güçlenen Kürt gerillası sadece kendi ulusal kurtuluş mücadelesinin değil, aynı zamanda bölgenin tüm İslam ağırlıklı ülkelerini tehdit eden DAİŞ'e karşı mücadelenin de en önemli vurucu gücü oldu.
Bu zorlu süreçte, 2009 yerel seçimlerinin Kürt adayların başarısıyla sonuçlanmasının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "Kürt sorununun acil bir şekilde çözülmesi gerektiğini" söylemesi üzerinedir ki PKK 13 Nisan 2009 tarihinde tek taraflı ateş kestiği gibi, Öcalan'ın çağrısı üzerine 34 Kürt gerillacısı "barış elçileri" olarak Habur sınır kapısından Türkiye'ye girmiş, gittikleri her yerde barış elçileri olarak coşkuyla ağırlanmıştı. Ekteki fotoğraflardan birinde görüldüğü gibi gerillacıları karşılama etkinlikleri sırasında "Önder Apo ve KCK samimiyetini gösterdi - Şimdi sıra hükümet ve devlette" yazıyordu. Ne var ki devletin buna yanıtı 34 gerillacının mahkemeye sevkedilmesi, Kürt seçmenlerin desteklediği Demokratik Toplum Partisi (DTP)'nin kapatılması oldu.
Kürt direnişinin geçmişteki bir diğer özveri örneği, 2013 Newrozu'nda Öcalan'ın yaptığı bir çağrı üzerine bazı gerilla gruplarının, günümüzde olduğu gibi, günlerce yürüdükten sonra Türkiye'den ayrılarak Irak Federal Kürdistan Bölgesi'nde PKK denetiminde bulunan Medya Savunma Alanları'nda törenlerle karşılanmalarıydı.
Ancak 2013’te başlayan ve nüfusun farklı kesimlerinin aktif katılımda bulunduğu, gerçekten umut bağladığı süreç Erdoğan'ın 2015'te barış masasını devirmesinden ve 2016 çakma darbesini bahane ederek misli görülmemiş bir devlet terörü başlatmasından sonra tamamen kış uykusuna yatırılmıştı.
Bugün iktidarın "Terörsüz Türkiye" adıyla başlattığı, hem İmralı'daki Öcalan'ın, hem de DEM Parti'nin içinde aktif olarak yer aldıkları süreç gerçekten bir barış ve demokratikleşmeyle sonuçlanacak mıdır?
Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinin en utanç verici sayfalarından biri, hiç kuşku yok, başta HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, insan hakları savunucusu Osman Kavala olmak üzere yüzlerce siyasal liderin ve belediye yöneticisinin zindanlarda tutulmakta olmasıdır.
2016’dan bu yana 159’u HDP/DBP/DEM mensubu olmak üzere 164 belediyeye kayyım atanmış, kayyım atanmayan birçok belediyede ise yöneticiler partilerinden istifaya zorlanmış bulunuyor.
Bu uygulama geçen seneki yerel seçimlerden sonra da hız kesmedi…. 31 Mart 2024’den bu yana Mardin ve Van Büyükşehir Belediyeleri ile Hakkari, Batman, Tunceli, Siirt, Esenyurt, Halfeti, Ovacık, Bahçesaray, Akdeniz, Kağızman ve Şişli belediyelerine kayyım atanmış bulunuyor.
Türkiye’deki muhaliflere karşı baskı ve tehditler, mahkumiyetler nasıl ardı arkası kesilmeden devam ettiyse, yurt dışındaki muhaliflere, sürgünlere karşı tehdit ve baskılar da asla son bulmadı…
Kırmızı bültenler çıkartılarak, jurnalcilik misyonu taşıyan SETA’nın raporlarıyla hedef gösterilerek, Türk diplomatik misyonlarının ve Diyanet’in güdümündeki Türk dernekleri aracılığıyla provokasyon ve saldırılar düzenlenerek aynen devam ediyor.
Evet, pazar günü gerillanın Türkiye Devleti'ni tamamen terkettiğine dair Kandil'den gelen açıklama ve görüntüler Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Asuri'si, Rum'u, Musevi'si ile ülkemizin barışa ve demokrasiye susamış tüm halkları için ve o halkların dünyanın dört bir yanındaki diasporaları için umut vericidir.
Ancak 2009'da ve 2013'te gerillanın gösterdiği örnek özverinin nasıl bir hüsranla sonuçlandığını unutmayanların, Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'ye ilhak etme çağrısı yapan bir Devlet Bahçeli'nin, Ortadoğu'da Türk, Kürt ve Arap halklarına İslam bayrağı altında hükmetme hesapları yapan Tayyip Erdoğan'ın yeni sürprizlerini görmeden kıvanca kapılmalarını kimse beklememelidir.