Tayyip-Devlet'in Quisling'i tepetaklak!

Barıştan yana tüm güçler, "Terörsüz Türkiye"ci Bahçeli'nin Kıbrıs konusundaki faşizan ve müstevli hezeyanına açıkça karşı çıkmalıdır.

Sadece Kıbrıs ve Türkiye değil, başta Avrupa Birliği üyeleri olmak üzere tüm dünya ülkelerinin barışsever ve demokratik güçleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden geçen pazar yapılan cumhurbaşkanı seçiminin sonucuyla rahat bir nefes aldı.

Kıbrıs'ta iki halkın barış ve demokrasi içinde birlikte yaşayacağı bir çözümün savunucusu olan Tufan Erhürman oyların ezici çoğunluğuyla Ankara'nın bendesi Ersin Tatar'ı mağlup ederek cumhurbaşkanı oldu. Ancak kamuoyu, hemen ardından, iktidarın "Terörsüz Türkiye"ci ortağı Devlet Bahçeli'nin seçim sonucunu tanımayan ve KKTC'nin derhal Türkiye'ye dahil edilmesini isteyen hezeyanı ile tekrar sarsıldı.

Aslında KKTC halkının pazar günkü antikolonyalist ve barışsever tercihinin bundan tam beş yıl önce gerçekleşmesi bekleniyordu. Ancak Maraş’ın Kıbrıs ve Yunanistan başta olmak üzere birçok ülkeden gelen protestolara rağmen son anda yerleşime açılması, dahası kararsız seçmenlere son anda rüşvetler dağıtılması, muhaliflere de baskı ve tehditler uygulanması sonucunda Erdoğan’ın kuklası Ersin Tatar cumhurbaşkanlığı koltuğuna yerleşmeyi başarmıştı.

Oysa önceden yapılan kamuoyu yoklamaları tüm demokratların umut bağladığı 68’li Mustafa Akıncı’nın Tayyip’e karşı zafer kazanacağı yönündeydi.

2015’te cumhurbaşkanı olduktan sonra Tayyip diktasına ve adadaki Türk askeri varlığına asla boyun eğmeyen Akıncı, geçen yıl Türk Ordusu’nun Rojava’ya girmesine de son derece ilkeli bir tavırla karşı çıkarak şöyle demişti: "1974’te olup biten, biz adına Barış Harekatı desek de, bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi Barış Pınarı desek de akan su değil kandır. Bu nedenle bir an önce diyalog ve diplomasinin devreye girmesi en büyük dileğimdir."

Sen misin bunu diyen? Tayyip başta olmak üzere Tayyip’çisinden ulusalcısına tüm siyaset erbabı ve medya Akıncı’yı nankörlük ve ihanetle suçlamıştı.

Akıncı’nın yürekli çıkışının kökeninde onun Türkiye’de 68 başkaldırısını yapan Deniz’ler ve Mahir’ler kuşağının bir mensubu olması vardı. Evet, 1947’de Limasol’da doğmuş olan Akıncı mimarlık eğitimini Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde görürken, o dönemde Türkiye’de okuyan tüm Kıbrıslı gençler gibi yükselen anti-emperyalist ve sol mücadelenin saflarındaydı.

68 direnişinde yer alan Akıncı ile aynı yaşlardaki Kıbrıslı gençlerin ülkelerine dayatılan Denktaş diktasına karşı nasıl kararlı mücadele verdiklerinin, sadece Türkiye ve Kıbrıs halklarının değil, tüm Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı ortak mücadelesiyle nasıl dayanışma içinde olduklarının bire bir tanığıydım.

Denktaş’ın elebaşısı olduğu terör çetelerinin adada devrimci Türkleri, örneğin sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu’nu, iki yürekli gazeteci Ahmet Mustafa Gürkan ile Ayhan Mustafa Hikmet’i nasıl alçakça katlettiğine dair belgeleri bize Kıbrıslı devrimci öğrenciler ulaştırmıştı, biz de onları 9 Eylül 1969 tarihli Ant Dergisi’nde iki tam sayfa üzerinden yayınlamıştık.

Bu yayın üzerine Küçük-Denktaş ikilisi Ant Dergisi’nin Kıbrıs adasına girmesini yasaklamıştı.

O kuşaktan 68'li Mustafa Akıncı'nın tasfiye edilmesinin ardından KKTC'nincumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulan Ersin Tatar, Türkiye'deki Erdoğan-Bahçeli diktasının has adamı olduğunu derhal kanıtladı. Kuzey Kıbrıs’ın tamamen sömürgeleştirilmesi için ülkenin tüm olanaklarını ve Türkiye'den sağlanan destekleri beş yıl süreyle alabildiğine kullandı. Bunun karşılığında kendisine Lefkoşa'da "Başkanlık Sarayı" olarak Ankara'daki Tayyip sarayının bir müsveddesi ikram edilerek ödüllendirildi.

Nedeni açık... Kendisini İslam âleminin ve Türkofon dünyanın lideri gören Erdoğan’ın, DEM dışındaki tüm partilerin açıkça ya da kerhen desteklediği büyük İslami fütuhatının yakın hedeflerinden biriydi Kuzey Kıbrıs…

Tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD Ordusu’nun “komünizme karşı mücadele” amacıyla dünyanın hemen hemen her ülkesinde üs ve tesisler kurmuş olması gibi, Recep Tayyip Erdoğan başkomutanlığı altındaki Türk ordusu da gerektiğinde “Türk ve İslam düşmanlarına karşı” askeri operasyonlara girişmek üzere dünyanın üç kıtasındaki tam 15 ülkede askeri üs ve tesisler kurmuş bulunuyordu: Afganistan,
Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Irak, Katar, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Libya, Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Suriye, Somali, Sudan.

Türk Ordusu ve yanında götürdüğü paralı İslamcı teröristler Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan sonra Azerbaycan ordusuyla birlikte Yukarı Karabağ’a, hattâ Ermenistan topraklarına saldırtıldı.

Türk Ordusu’nun sınır dışı operasyonları sadece kara ve havayla da sınırlı değildi…

İktidarın kölesi medya açıkça yazıyordu “Barbaros’un torunları denizlere sığmıyor…Hidrokarbon kaynaklarıyla çok uluslu şirketlerin ilgisini çeken Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyan savaş gemileri, Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan deniz alanında uluslararası operasyonlara başarıyla imza atıyor. 462 bin kilometrelik deniz alanında 103 savaş gemisini aynı anda tüm ateş gücüyle
yüzdüren Türk Deniz Kuvvetleri dünyaya parmak ısırtıyor.” (Milliyet, 24 Mart 2019)

Erdoğan’ın Türk-İslam fütuhatının hedefine ulaşabilmesi için sadece askeri vuruculuk yeterli değil, hedef ülkelerde de Ankara’nın direktiflerine harfiyen uyacak kukla liderler olması gerekir.

Türkiye’nin sınır komşusu Azerbaycan’da böyle biri 22 yıldır iktidarda… “Tek Millet, İki Devlet” göz boyacılığıyla Kafkaslar’da Tayyip’in koçbaşılığını yapan İlhamAliyev…

Türkiye’nin karşı sahil komşusu Kuzey Kıbrıs’ta da, Mustafa Akıncı’nın beş yıllık onurlu ve kişilikli cumhurbaşkanlığı döneminden sonra, yine Tayyip’in emirlerini harfiyen yerine getirecek biri başkanlık koltuğuna oturtulmuş bulunuyordu: ErsinTatar.

O zaman da yazmıştım... Aliyev ve Tatar, biri Türkiye’nin doğusunda, diğeri Türkiye’nin güneyinde, Erdoğan’ın Quisling’leriydi…

Quisling de neyin nesi?

Uluslararası siyasal literatürde ülkesini işgal edenlerle işbirliği yapan iktidar sahipleri için kullanılan, kısacası “hain” anlamına gelen bir kelime…

Benim gibi 2. Dünya Savaşı yıllarını yaşamış olanlar iyi anımsar Quisling’in neyi nesi olduğunu… O dönemde Hitler’in Nazi ordusunun işgal ettiği ülkelerden biri de kuzey Avrupa’daki Norveç’ti. 9 Nisan 1940’da başlayan Alman işgaline karşı başta Kral Haakon VII ve tüm ülke yöneticileri direnirken, Norveç Faşist Partisi genel başkanıolan Vidkun Quisling önce bir hükümet darbesiyle iktidarı ele geçirmeye kalkışmış,ancak halktan ve ülke yöneticilerinden destek alamadığı için iki yıl işgalcilere el altından hizmet vermiş, nihayet Hitler’le bir anlaşma yaparak 1 Şubat 1942’de resmen başbakanlık koltuğuna oturmuş, ülkede bir faşist rejim kurarak Yahudileri toplama kamplarına göndermişti.

Norveç Müttefik kuvvetler tarafından Nazi işgalinden kurtarılınca Quisling vatan haini olarak 9 Mayıs 1945’te tutuklanmış, işlediği insanlığa karşı suçlardan dolayı yargılanarak 24 Ekim 1945’te idam edilmişti.

Onun idamından sonra Quisling adı işgalcilerle işbirliği yapanlar için kullanılan sıfatlardan biri olmuştu.

Bizim kuşak 2. Dünya Savaşı bitip de sözüm ona çok partili “demokrasi”ye geçildikten sonra Türkiye topraklarını ABD emperyalizmine peşkeş çeken, o emperyalizmin ideolojik, politik, ekonomik ve askeri dayatmalarına karşı çıktıkları için barış, demokrasi ve sosyal adalet savaşçılarını zindanlara atıp işkenceden geçirten, idam sehpalarına gönderen nice Quisling’ler tanıdı… CHP, DP, AP iktidarlarının
sorumluları, darbeci generaller, daha sonra darbecilerin anayasasıyla iktidar olanlar…

Ya ABD emperyalizmine karşı çıktığı için Türkiye İşçi Partisi lokallerini bastırtan, Amerikan 6. Filosu’nu protesto eden işçilere ve gençlere Kanlı Pazar saldırısını yaptıran, anti-emperyalist devrimci gençleri pusularda katlettiren Türk-İslam Sentezi babaları…

Üstelik, on yılların Quisling’leri Türkiye’de tek başına iktidar olunca, bir yandan Türkiye’de solu ve Kürt ulusunu vahşice ezmeye devam ederken, başka ülkelerde Türk-İslam fütuhatı için kendilerine hizmet edecek yeni Quisling’ler yaratmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar.…

Ne var ki, pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Kuzey Kıbrıs halkı bu Quisling’lerden birini alaşağı etmiştir. "Terörsüz Türkiye"ci MHP lideri Devlet Bahçeli'nin gösterdiği faşizan ve müstevli tepkilere rağmen Kuzey Kıbrıs'ta karanlık bir dönem kapanmıştır.

Açılan bu yeni umut döneminde, Türkiye'nin demokrasiden ve barıştan yana tüm güçleri Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'a destek olmalı, "Terörsüz Türkiye"ci Bahçeli ile bir yıldır sıcak ilişkiler içinde olan, ondan çözüm bekleyen muhalif partilerimiz de onun Kıbrıs konusundaki faşizan ve müstevli hezeyanına açıkça karşı çıkmalıdır.