"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak?

"Terörsüz Türkiye" süreci hiçbir görüş farkı gözetmeksizin tüm sürgünler ve diasporalar üzerindeki terörün derhal kaldırılmasına hizmet edecek midir?

Sürgün yaşamımızın çok nadir sevindirici olaylarından biri, geçen hafta Antalya Ulusal Belgesel Film Yarışması'nda basın ve siyasal mücadele tarihimizin unutulmaz isimleri Sabiha ve Zekeriya Sertel’in yaşam ve mücadelelerine odaklanan Roman Gibi'nin "en iyi belgesel" olarak ödüllendirilmesiydi.

Tayfun Belet'in gerçekleştirdiği belgesel, Sabiha Sertel’in sürgünde yazdığı ve ilk kez 1968'de bizim Ant Yayınları'nda yayımladığımız “Roman Gibi” adlı anı kitabından yola çıkarak, onun ikinci kuşak yeğeni Nur Deriş’in kendi aile köklerine doğru kişisel bir keşif yolculuğu üzerinden şekilleniyordu.

Benim de Sertel'lere saygım ve hayranlığım ta 2. Dünya Savaşı yıllarındaki çocukluk dönemimde başlamıştı. İç Anadolu bozkırında demiryolcu babamın görevli olduğu ıssız ara istasyonlarda onların yayınladıkları cep kitapları, daha da önemlisi Çocuk Ansiklopedisi fasikülleri benim daha bacak kadarken sol düşünceye ilgi duymamda büyük rol oynamıştı.

Sertel'ler, yıllarca yayınladıkları Tan Gazetesi’nin 4 Aralık 1945’te CHP’nin kışkırttığı faşizan bir güruh tarafından alçakça saldırıya uğramasından sonra açılan davaların yanısıra sürekli tehdit altında bulundukları için 9 Eylül 1950’de Türkiye’yi terkederek sürgüne gitmek zorunda kalmışlardı.

Tan baskınından tam 22 yıl sonra, 1967'de aynı matbaada bizim sosyalist Ant Dergisi'ni yayımlamaya başlamıştık. Ne var ki, bu kez de matbaaya islamcı faşist para babaları el koyacak ve ilk iş olarak da bizim yayınladığımız Ant Dergisi'nin dizilip basılmasını yasaklayacaklardı.

Bu sabotajın ardından sürgündeki Sertel'ler yurt dışına gidip gelen yazar dostlarımız aracılığıyla bize dayanışmalarını iletmiş, biz de o dönemde isimleri medyada hâlâ "sakıncalı" olan Sertel'lerin yazılarını yayımlamaya başlamıştık. Ant Dergisi'nde ilk önce Sabiha Sertel'in Nazım Hikmet'le ilgili anılarını, ardından Zekeriya Sertel'in yine Nazım Hikmet üzerine Mavi Gözlü Dev adlı kitabını yayınlamıştık.

Ne yazık ki, çok geçmeden, Sabiha Sertel 57 yıl önce, 2 Eylül 1968 günü, sürgünde bulunduğu Baku’da yaşama veda etmişti.

Hiç unutmuyorum... 68 direnişinin düzeni sarsacak boyutlara ulaştığı dönemde bir sabah ünlü şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca telefon etmiş, "Mutlaka hemen benim kitabevime uğrayın, sizin için önemli bir emanet var" demişti. Aksaray'daki kitabevine gittiğimde de "İşte tam Ant'a layık bir belge, demişti. Sabiha Hanım sürgünde sizin yayınlarınızı takdirle izliyormuş, anılarının Türkiye'de mutlaka sizin tarafınızdan yayınlanmasını istemiş..." diyerek emaneti teslim etmişti.

Roman Gibi'yi o gece bir solukta okuyarak hemen yayınlamaya karar verdik. Bir zamanlar sol düşünce hayatında önemli bir yer tutmuş olan Sertel'lerin kitaplarını yayınlıyor olmak gurur vericiydi.

Bir yazgı benzerliği... Üç yıl sonra, 12 Mart 1971 Darbesi’nin insan avı bizleri de hedef alacak, Türkiye’den ayrılmak zorunda kalacak, önce siyasal sürgün, 1980 Darbesi’nden sonra da Evren Paşa’nın buyruğuyla, yurt dışındaki 200’ü aşkın Türkiyeli muhalifle birlikte vatansız, yani haymatlos olacaktık.

İlginç bir rastlantı, Sertel'ler üzerine Roman Gibi belgeselinin Antalya Film Festivali'nde gösterime girdiği 29 Ekim günü, Belçika'da film festivalleri dahil bir çok ilerici etkinlik düzenleyen, Türkiyeli sürgünlerin anti-faşist mücadelesiyle her daim dayanışma içinde olan ATTAC, İnci ile benim hem Türkiye'deki, hem de sürgündeki yaşamımızı ve mücadelelerimizi konu alan, Esra Yıldız'ın gerçekleştirdiği Vatansız (Haymatlos) belgeselini Brüksel'de düzenlediği yeni film festivalinde 23 Kasım günü yeniden göstereceğini duyurdu.

Bu belgesel iki yıl önce yine Brüksel'de Akdeniz Film Festivali'nde gösterilmiş bulunuyordu. Bu kez, belgeselin gösterim yeri olarak Brüksel'in merkezindeki Garcia Lorca kültür merkezi seçilmişti.

Yer seçimi İnci ile beni özel olarak duygulandırdı. Çünkü, bizim sürgünde Demokratik Direniş örgütünü kurarak 12 Mart diktasına karşı mücadele verdiğimiz 70'li yılların ilk yarısında, Türkiye dışında üç Avrupa ülkesi daha, Portekiz, İspanya ve Yunanistan da faşist diktatörlüklerin pençesindeydi. Onlara 1973 yılındaki faşist darbenin ardından Şili de katılmıştı.

O yıllarda faşizme karşı ortak mücadelemizin Brüksel'deki kalelerinden biri de İspanyol siyasal sürgünlerinin kurmuş olduğu Garcia Lorca Kulübü'ydü... Güç birliğimiz sadece anti-faşist ve anti-emperyalist mücadelede beraberlikle sınırlı kalmamış, Belçika'daki yabancı kökenlilerin hak eşitliğini ve siyasal yaşamda söz sahibi olmasını sağlamayı amaçlayan mücadelelerle yeni bir boyut kazanmıştı.

70'li yılların ikinci yarısında Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de faşist diktatörlükler art arda çökerken, 80'li yıllarda Türkiye'de yeniden, üstelik daha da baskıcı bir başka faşist diktatörlük kurulacak, bu kez Avrupa'ya gelen siyasal sürgünlerin sayısı hızla artarken, ulusal ve dinsel baskıların hedefi olan Kürt, Asuri, Ermeni, Grek sürgünlerin diasporaları oluşacaktı.

Bu yeni süreçte de, Belçikalı ilerici ve demokratlar gibi, ülkelerinde artık rejim sorunu kalmamış olan İspanyol, Portekizli ve Yunanlı göçmenler de, bizim mücadelemize her daim destek oldular.

Vatansız belgeselinin Garcia Lorca kültür merkezindeki gösteriminin ardından yapılacak söyleşide, 90'lı yıllardan beri anti-faşist mücadelede birlikte olduğumuz, filmin Fransızca alt yazılarını da gerçekleştiren dostumuz Bahar Kimyongür'le birlikte olacağız.

Bizim Brüksel'de İnfo-Türk'ü kurduğumuz 1974 yılında doğmuş olan Bahar'la Brüksel Özgür Üniversitesi'nin sanat tarihi ve arkeoloji öğrencisi olduğu yıllarda, İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi (CLEA)'nın düzenlediği anti-faşist etkinliklerde tanışmıştık.

Kimyongür 2008 yılında yazdığı Turquie, terre de diaspora et d'exil (Diaspora ve Sürgün Ülkesi Türkiye) adlı ilk kitabı için Prof. Anne Morelli başkanlığındaki bir jürinin kararıyla İnfo-Türk tarafından ödüllendirildiği gibi, Türkiye'de Militarist "Demokrasi" Üzerine Kara Kitap ve Vatansızlığı Vatan Eylemek adlı kitaplarımızı da Fransızcaya çevirmiş bulunuyor.

Bahar Kimyongür, Belçika akademik yaşamında da, 2011'de yayımlanan Syriana, La conquête continue, 2021'de yayımlanan Percligia, Dissidence théologique et révolte sociale dans l'empire ottoman du XVe siècle ve en son 2025'te yayımlanan La nécropole des gens heureux: Souvenir d'Antioche adlı eserleriyle tanınıyor.

Düzenlediği ya da katıldığı direniş eylemleri nedeniyle Türk Devleti'nin baskısı üzerine Belçika, Hollanda ve İspanya'da defalarca tutuklanan ve yargılanan Kimyongür'ün adı, hakkında açılan tüm davalardan beraat ettiği halde, 2018 yılında Türk Devleti'nin başlarına yüksek ödül koyduğu "Aranan Teröristler" listesinde yer alıyor.

Kendisinin de konuşmacı olarak katılacağı Vatansız'ın gösteriminin anons edildiği günlerde Bahar Kimyongür'ün sosyal medyada şu açıklaması yayımlandı:

"Diktatör Erdoğan, adımın ve fotoğrafımın 'aranan teröristler' arasında yer aldığı yeni bir 'Arananlar Listesi' yayınladı... Siyasi polisin beni yakalamasına yardım eden herkese 4 Milyon TL, yani yaklaşık 82.000 Euro ödül vaad ediliyor. Yurt dışındakiler de dahil olmak üzere tüm muhalifleri terörize etmeyi amaçlayan bu aşağılık suçlama yönteminin, hukukun üstünlüğünü kabullenmiş tüm devletler tarafından şiddetle kınanması gerekir. Ancak Avrupa, bunun yerine, ticari ve stratejik nedenlerle sessiz kalmayı ve bu diktatörün yaptıklarını sineye çekmeyi tercih ediyor. Erdoğan bugün eğer bir barış sürecinden söz ediyorsa kimse inanmasın. Onun tek isteği kendisine karşı çıkan herkesin boyun eğip teslim olmasıdır. Başıma ödül mü koymuş? Asla baş eğmeyeceğim."

Bahar'ın bu açıklaması üzerine Türk Devleti'nin sosyal medyada da yer alan "Arananlar" Listesi'ni yeniden inceledim.

Ödül miktarı 2 Milyon TL'den 20 Milyon TL'ye kadar değişen kırmızı, turuncu, sarı ve gri renklerdeki dört ayrı listede PKK/KCK, DHKP/C, THKP/C, MLSPB, TKP/ML, TİKB, MKP, MLKP, DEVRİMCİ KARARGAH, DKP/BÖG, TKEP/L adlı sol örgütlere mensup olduğu iddia edilen yüzlerce isim bulunuyor. Bahar Kimyongür gibi, yıllardır Belçika'da Kürt ulusal direnişini temsil eden Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal da listede yer alıyor.

Kartal da, Aydar da seyahat ettikleri diğer Avrupa ülkelerinde kırmızı bültenle arandıkları gerekçesiyle defalarca tutuklandılar, haftalarca hapiste tutuldular.

Dört yıl önce kaybettiğimiz yazar dostumuz Doğan Akhanlı da, Türkiye’nin gönderdiği kırmızı bülten gerekçe gösterilerek İspanya’da tatilde bulunduğu sırada göz altına alınmış, uluslararası tepkiler karşısında serbest bırakılmış, ama Türkiye'yi bir daha görmesi mümkün olmamıştı.

"Arananlar" listesinde sadece sol örgütler değil, şu sağ örgütler de var: FETÖ/PDY, AFİD, DEAŞ-IŞİD, EL KAİDE, HİZBULLAH, HTŞ, TEVHİD-SELAM.

İlginç olan bir gelişme, bu sağ örgütlerden Heyet Tahrir'uş Şam (HTŞ)'ın lideri Ahmed eş-Şara da "terörist" olarak başına ödül konanlardan biri iken, bugün listede ismini göremiyorsunuz. Tıpkı yıllardır ABD'nin aranan teröristler listesinde yer aldığı halde bugün aynı ABD'nin başkanlık sarayında "saygıdeğer devlet başkanı" sıfatıyla ağırlanıyor olması gibi...

"Terörsüz Türkiye" sürecinde tüm engeller aşılır da bir anlaşmaya varılırsa, herhalde HTŞ lideri Ahmed eş-Şara'ya yapıldığı gibi, PKK/KCK'nin kırmızı, turuncu, sarı ve gri listelerde yer alan tüm sorumluları ve üyelerinin de bu listelerden ayıklanması gerekmeyecek midir?

Bu gerçekleşirse, "Arananlar" listesindeki diğer sol örgütlerin mensubu olarak gösterilenler de aynı şekilde bu uygulamadan yararlanabilecek midir?

Bir soru daha... "Arananlar" listesindeki sağ örgütlerin mensubu olarak gösterilenler, örneğin hâlâ silahlı kuvvetler de dahil tüm devlet aygıtları içinde sık sık tasfiyelerin ve tutuklamaların hedefi olan FETÖ/PDY üye ve sempatizanları hangi işleme tabi tutulacaktır?

Soruyu daha genelleştirerek soruyorum:

"Terörsüz Türkiye" süreci sadece gelecek seçimde Kürt seçmenlerin bir kısmının oylarını alarak başkanlık sistemini bir dönem daha ayakta tutma hesabına mı, yoksa hiçbir görüş farkı gözetmeksizin tüm siyasal mahkum ve tutukluların derhal özgürlüğe kavuşmasına, siyasal sürgünler ve diasporalar üzerindeki devlet terörünün derhal kaldırılmasına mı hizmet edecektir?