Kürtler (3): 1916-1923

Lozan’da Kürtlerin kaderleriyle ilgili tartışma devam ederken Mustafa Kemal’in önerisiyle Kürdistan milletvekilleri ulusal kıyafetleriyle Meclis’e geliyordu.

I. Dünya Savaşı Kürt toplumunun ideolojik- politik, askeri ve ekonomik geri kalmışlığını, sosyal parçalanmışlığını derinleştiriyordu. Suat Parlar’ın tespitiyle bu duruma eklenen feodal çıkarların çelişkileri Kürtleri emperyalistler arası mücadelede stratejik bir araca dönüştürüyordu.

İngiltere, Osmanlı topraklarındaki çıkarlarına odaklanmış bir strateji izlerken Musul’a ilerleyebildi ve Irak Kürtlerine nüfuz ve haklarının verilmesi yönünde umut verdi. Ruslar bu gelişmeye karşılık 1917’de Rus-Kürt Kongresi’ni toplayarak Kürt aşiretlerinin birleşmesini savunuyordu. Ancak Bolşevik İhtilali ile birlikte bu teşebbüs te yarım kalmış oldu.

Alman Emperyalizmi ise Osmanlı’ya Asya’dan çekilip Avrupa devletleri arasındaki çıkar çekişmelerinden uzak kalarak bir Asya Devleti özelliğiyle tekrar hayatiyet kazanması gerektiğini öneriyordu.

Von Der Goltz Paşa , devletin bütün çabasının Türk unsurunun mutlak çoğunluğa sahip olduğu Anadolu coğrafyasına dayanmasını, bunun da demir yumrukla iç anlaşmazlıklara son verilip, karşı gelenlerin yok edilmesi şeklinde bir iradeyle yapılması gerektiğini vurguluyordu.

Balkanların kaybı sarsıcı etkiler yaratırken Alman stratejisi İttihatçı kadronun uygulamalarında temel belirleyici oldu. Anadolu coğrafyası korunurken, Alman emperyalizminin çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde yayılma adına nüfusun Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesi gerekiyordu.

Nitekim 1914-1915 arası Rum ve Ermeni yerleşik halklarına uygulanan tehcir, tenkil, imha ve malvarlıklarına çökme fiilleri bu zihniyetin sonucu işlenmişti.

Ancak bu politikalar sadece Rum ve Ermenilere uygulanmıyordu. Kürtler de Pan Türkist uygulamaların önünde engel oluşturuyorlardı. Rusların doğudan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Kürtlerin sevk ve iskanında yeni bir dönem başlıyordu.

Talat Paşa, 2 Mayıs 1916 tarihinde Diyarbakır vilayetine çektiği şifreli telgrafta; Kürt mültecilerin "aşiret hayatını yaşamamaları ve milliyetlerini muhafaza edememeleri için" reislerin ve nüfuz sahiplerinin efraddan ayrılarak değişik vilayetlere gönderilmesini emrediyordu.

İttihat ve Terakki, "Türkleştirme" için savaş ortamının " mecburiyeti" gerekçesiyle nüfus hareketlerini kullanırken, karıştırma, asimile etme, eritme ve imha yöntemlerini bir arada uyguluyordu. Türk milliyetçiliğinin gecikmişliğinin bu şekilde telafi edileceği düşünülüyordu.

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı örgütlerken, İngiliz-Fransız emperyalizminin güven vermeyen politikaları karşısında Kürt ve Arap halklarının bölgedeki direniş hareketlerini emperyalist ülkelere karşı kullandı. Sevr’in etkisinin yitirilmesinde Doğu halkları önemli bir rol oynadılar.

Parlar’ın tespitiyle; Kemalistler İngiltere’ye karşı hem Bolşevik kartını hem de Kürt ve İslam kartlarını ellerinde bulunduruyorlardı. I.Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda Osmanlı halklarının çoğu ulusal devletlerini kurarken, Kürtler Türklerle birlikte hareket etmeyi tercih ettiler. Nitekim Mustafa Kemal, Kürt önderlerine yazdığı mektuplarda emperyalistlere karşı İslam dini için birlikte mücadele etme ve ortak devlet kurma sözü verdi.

22 Ekim 1919 tarihli Amasya protokollerinden ikincisi Kürtlerin Osmanlı’da Türklerle birlikte ana unsur olduğu kabulüne yer veriyordu. 24 maddelik 1921 Anayasasının 12 maddesi özerklik düzenlemeleriyle ilgiliydi. Fakat bunlar fiiliyata geçirilmeyecek ve 1924 Anayasası ile katı bir merkeziyetçiliğe yelken açılacaktı.

1921 Anayasası'nın kabulünden sonra Koçgiri civarındaki Kürtlerin taleplerine (ki bu talepler arasında özerkliğin yanı sıra, Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin salıverilmesi, Kürtlerin çoğunlukta bulunduğu illerden Türk memurların çekilmesi, Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri çekilmesi gibi hususlar vardır) Ankara’nın cevabı, Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa’yı konuyla ilgilenmesi için görevlendirmek oldu.

Bir ayaklanmaya dönüşmüş bulunan bölgedeki rahatsızlık, acımasızca bastırıldı. O kadar ki, Nurettin Paşa’nın sert uygulamaları Meclis’teki Koçgiri görüşmeleri sırasında eleştiri konusu yapıldı. Meclis’te Kürt vekiller asıl suçlunun hükümet ve ordu olduğunu, isyancılara çok sert davranıldığını öne sürerken, vekiller arasında şiddetli tartışmalar yaşandı.

Mustafa Kemal Nutuk’ta; Meclis’in Nurettin Paşa’nın görevden alınmasına ve yargılanmasına karar verdiğini ancak Fevzi Çakmak ile görüştükten sonra Nurettin Paşa’yı Meclis’te savunduğunu ve ağır bir işleme maruz kalmaktan kurtardığını, 8 ay sonra da Birinci Ordu Komutanlığı’na getirdiğini belirtmekte.

Mustafa Kemal’in Meclis’teki Kürt milletvekilleriyle anlaşmazlığı, sonraki dönemlerde bu milletvekillerinin tasfiyesi sonucunu verdi. Nitekim Meclis’te "Arkadaşlar ben Kürdüm, Kürdoğlu Kürdüm. Fakat Türkiye’nin tealisini (yükselmesini), Türkiye’nin şerefini, Türkiye’nin terakkisini (gelişmesini) temin eden Kürtlerdenim." diyen Bitlis vekili Yusuf Ziya Bey ikinci dönem Meclis’e giremeyecek, daha sonra Şeyh Sait İsyanı’nı başlatacak olan Azadi Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alacaktı. Şeyh Sait İsyanı ise, genç Cumhuriyet’in Kürt paranoyasının temelini oluşturacak travmanın adıydı.

İsmet İnönü Lozan’da, bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını savunan İngilizlere, ortak devlet teziyle karşı çıkıyor, kurulacak Kürt devletinin bir sömürge olacağını, soylu Kürt halkının bunu asla kabul etmeyeceğini belirtiyordu.

Lozan’da Kürtlerin kaderleriyle ilgili tartışma devam ederken Mustafa Kemal’in önerisiyle Kürdistan milletvekilleri ulusal kıyafetleriyle Meclis’e geliyor, Lozan’a bir telgraf çekme kararı alıyorlardı. Telgrafta ortak meclis ve ortak devlet vurgusuyla ayrı bir Kürt devletinin kurulmasına karşı oldukları belirtiliyordu.

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ve yeni devletin tanınmasıyla birlikte rejim, Lozan’da sunduğu gerekçelere tamamen aksi yönde hareket etmekten çekinmedi. Artık Kürt varlığının her alanda yok edilmesi temel devlet politikası haline gelecekti. Nitekim 1925’te Lozan’a telgraf çeken Kürt milletvekilleri Hasan Hayri bey ve Yusuf Ziya bey Şeyh Sait İsyanı’na katıldıkları gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam edileceklerdi.

Kısacası Lozan sonrası süreçte devletin Kürt siyaseti tekrar şekilleniyordu.

KAYNAKÇA : Ahmet Kahraman -"Kürt İsyanları" Evrensel Basım Yayım, İstanbul, 2003- Erik Jan Zürcher -"Modernleşen Türkiye’nin Tarihi" İletişim, İstanbul, 2013- Faik Bulut -"Devletin Gözüyle Kürt İsyanları" Yön Yayıncılık, İstanbul, 1991- Fuat Dündar - "Modern Türkiye’nin Şifresi", İletişim, İstanbul, 2008- İsmail Beşikçi -"Kürtlerin Mecburi İskanı", Emre Yayınları, İstanbul, 2004- Kazım Karabekir -"Kürt Meselesi" Emra Yayınları, İstanbul, 2004- Suat Parlar- " Türkler ve Kürtler" Bağdat Yayınları,İstanbul,2005

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi