Trump’ın meşruiyeti var mı ki!

İç ve dış meşruiyetini kaybetmiş Trump’ın başka bir ülkenin meşruiyetini kaybetmiş liderine bunu sağlaması mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Beyaz Saray’da kabul etmesinden medet umularak meşruiyet aranması kolonyal bir ilişkiyi hatırlatmakta.

Ahlaki üstünlüklerini kaybetmiş güçlü ülkelerin dünyayı bir cehenneme çevirdikleri açık. İnsanlığın binlerce yıllık yolculuğunun sonunda vardığı nokta; sürekli gerilim, çatışma, savaş ve yıkımla birlikte adaletsizlik ve eşitsizlik üreten seçilmiş tek adam rejimleri ve doğanın insafsızca tahrip ve talan edilmesi oldu.

ABD Senatörü Bernie Sanders Senato’da yaptığı konuşmada, Gazze’deki yıkımı, özellikle boş tencereyle çaresiz ağlayarak bekleyen çocukların fotoğraflarını gösterdi ve Amerikan halkının bu fotoğraflarla lanetlendiğini belirterek şu cümleyi kurdu: "Bu görüntüler yalnızca Filistin halkının acısını değil, Amerikan halkının sessiz kaldığı bir utancı da yansıtıyor.”

Sanders, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü askeri operasyonların “İnsanlık dışı ve uluslararası hukukun açık ihlali” olduğunu belirterek ABD yönetiminin İsrail’e silah desteğini sürdürmesini eleştirdi.

İsrail’in askeri operasyonları başladığından bu yana ABD İsrail’e 22 milyar dolar destek sağlamış durumda. Sanders konuşmasında bu tespite şu sözleri ekledi: “Brown Ünivesitesi’nin araştırması gösteriyor ki ABD Gazze operasyonlarının %70’ini ödedi. Başka bir deyişle vergi mükelleflerinin ödediği paralar, çocukları açlıktan ölüme terk etmek için, okulları bombalamak için, sivilleri öldürmek için, suçlu bakanları desteklemek için ve Netanyahu’nun zulmünü desteklemek için kullanılıyor.”

Hiçbir etik değere sahip olmayan açgözlü tacir gibi davranan, kendi yurttaşlarının vergi gelirleri ile soykırım uygulayan İsrail’in askeri operasyonlarında kullanan Trump’ın ülkesinde meşruiyeti kalmamış durumda.

Üstelik Trump’ın tam bu nedenle uluslararası meşruiyeti de bulunmamakta. Evrensel hukuku çiğneyerek Filistin’de soykırım yapan Netanyahu’yu destekleyen Trump, Gazzeli çocukların bedenleri üzerinden rant devşirirken, barış anlaşması göz boyamasıyla Gazze’ye sömürge valisi olarak el koymuş durumda. Daha çok bir ateş-kes anlaşması niteliğindeki plana göre Gazze’yi yönetecek komitenin başkanı olacak olan Trump’ın yardımcılığını eski İngiltere başbakanı Tony Blair yapacak.

Güvenliğim tehlikede diyen İsrail’in savaş hukukunun sınırlarını aşarak yaptığı soykırımı, çocuk ölümlerini, hastanelerin, okulların bombalanmasını, zorla göç ettirmeyi, açlıktan ölümleri ABD olarak finanse et, coğrafyayı insansızlaştır, rant projeleri hazırla, ardından barış havarisi kesilerek dünyayı kandır. Ne yazık ki dünyadan İspanya dışında buna samimi ve anlamlı bir tepki gelmiyor.

İç ve dış meşruiyetini kaybetmiş Trump’ın başka bir ülkenin meşruiyetini kaybetmiş liderine bunu sağlaması mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Beyaz Saray’da kabul etmesinden medet umularak meşruiyet aranması kolonyal bir ilişkiyi hatırlatmakta. Nitekim ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack durumu açıkça belirtiyor: ”[Erdoğan] 71 yaşına geldi. [Türkiye] bir demokrasi ama otoriter gibi. Başkan Trump dahice bir şekilde 'çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim' dedi. Şu an bu oluyor. Bence bunun sonucunda büyük değişiklikler göreceksiniz."

Ticari uyanıklığıyla övünen Trump’ın çıkar sağlamadan hiçbir rejime destek vermeyeceği bilinen bir husus. Boeing şirketinden çok sayıda uçak alınması, Rusya ile doğal gaz anlaşması varken Amerika ile anlaşma yapılması, değerli minerallerin gündeme gelmesi dıştan meşruiyet devşirme fotoğrafını elde etmeye yönelik tavizler olarak anlaşılmakta.

Mesela; Boeing şirketine ait 737 MAX 8 ve 9 uçaklara ilişkin meydana gelen uçak düşmelerine bağlı ölümler ve kapı kopması olayı üretimin durdurulması ve tazminat ödemesi sonuçlarını doğurmuş, bu da şirketi mali krize sokmuştu. Yeniden başlayan üretimin kalitesi ve uçuş güvenliği hususunda gerekli raporlar hazırlanmış, yeni veriler değerlendirilmiş midir?

Cumhur İttifakı’nca desteklenen, gücü tek kişide cisimleştiren otokratik rejim; mevcut anayasa dışına çıkmakla, anayasasız bir düzlemde meşru hukuk yerine gücün keyfiliğini ve zorbalığını ikame etmekle, hak ve özgürlükleri askıya almakla, hakimleri etkileyecek şekilde açık mesajlar vermekle, tavsiye ve telkinde bulunmakla, ceza yargılama hukukunun tüm ilkelerini yok sayarak adil yargılanma hakkını ihlal etmekle, özetle iktidarı antidemokratik şekilde kullanma sonucu meşruiyetini kaybetmiş durumda.

AKP, iktidarın kullanımındaki söz konusu ihlaller nedeniyle meşruiyetini kaybederken, yapılacak ilk seçimlerde seçimin meşruiyeti olmayacağı kaygısını ciddi bir şekilde ortaya koyan fiiller işlemekte.

Türkiye içi çözüm için gayret eden ve rejimin siyaset alanını genişleten, 2010'dan 2014'e kadar Barış ve Demokrasi Partisi'nde ve 2014'ten 2018'e kadar Halkların Demokratik Partisi'nde eş genel başkan olarak görev alan Selahattin Demirtaş “seni başkan yaptırmayacağız” söylemi üzerinden 4 Kasım 2016’dan beri tutuklu.

Kuşkusuz Demirtaş’ın siyasetin dışına itilmesinin ve 9 yıldır cezaevinde tutulmasının nedeni Cumhur İttifakı’nın ve arkasındaki devlet gücünün Kürtlerle ilgili taleplerin muhatabını Abdullah Öcalan olarak belirlemesidir.

Bunun somut işareti, Öcalan Türkiye’ye teslim edildiğinde, uçaktaki devlet görevlisi Abdullah Soyluoğlu’nun kendisini "Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin" sözleriyle karşıladığında Öcalan'ın bu söze karşılık olarak "Ben ülkemi severim. Annem de Türk'tü. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Onun dışında bana bir şey söylemeyin. Hizmet gerekirse yaparım. Türkiye'ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim." şeklinde verdiği cevapta mevcut bulunmakta.

Öcalan da, çözümün siyasi aktörleri olarak Erdoğan ve Bahçeli’yi gördüğünden ve Erdoğan başkan olduğunda çözümün kolaylaşacağını düşündüğünden Erdoğan’ın tek adam rejimine geçmesini destekledi. Nitekim Öcalan’ın Demirtaş’a yönelttiği eleştiri Erdoğan’ın başkan olmasına karşı çıkmasıydı. Cumhur İttifakı’nı kurgulayan güç de rejimin otokratik yapısını bozmayacak, kırmızı çizgileri aşmayacak bir çözümün tartışılabileceği bir muhatap olarak Öcalan’ı belirledi.

Devletin amacı; Öcalan ve siyasi suç işleyenleri cezaevinden çıkarıp, demokrasiye geçiliyor izlenimi verilen bazı yasal değişikliklerle bir illüzyon yaratmak. Oysa demokratik olmayan otokratik bir rejimde, Kürtlerin de özgür ve eşit olması mümkün değil.

Demirtaş bunun ayırdında olup, önceliğin Türkiye’deki rejimin gerçek anlamda demokratikleşmesine bağlı bulunduğunu gördüğünden “Terörsüz Türkiye” sürecinin muhataplarından biri olarak kabul görmemekte. Demirtaş’ın suç ve delil icat etmek yoluyla siyasi bir rakip olarak siyaset alanının dışına itilmesi ve seçimlerde rakip olmaktan çıkarılması yapılacak ilk seçimin meşruiyetine şimdiden gölge düşürmüş durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en ciddi ve kendisine seçim kaybettirecek rakibi Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilerek tutuklanması böylece siyasi yasakla rakip olmaktan çıkarılması bundan sonra yapılacak seçimlerin meşruiyetinin bulunmayacağının, seçimlerin göstermelik olacağının en açık göstergesi olmakta.

Sonuç olarak; Cumhur İttifakı, iktidarı anayasaya, yasalara, evrensel hukuka, adalete ve insan haklarına aykırı kullanıyor olması nedeniyle meşruiyet kaybına uğradığı gibi siyasi rakiplerini yargıyı araç olarak kullanarak tasfiye edip seçime sokmamaya yönelik uygulamalarıyla yapılacak ilk seçim sonuçlarının kaynağında meşruiyet kaybına uğrayacağı açık olarak görülmekte.

Trump gibi hiçbir etik değere sahip olmayan, soykırımı destekleyen, zulme çıkar için göz yuman bu nedenle meşruiyeti bulunmayan bir siyasi kişilikten meşruiyet desteği almanın hiçbir iktidara yararı olamayacağı gibi seçmenin iradesine ve haysiyetine saldırı teşkil etmekte.

Hukuku, adaleti, barışı, huzuru, istikrarı olmayan bir coğrafyada yaşayanların ne ülkesi ne de huzuru olur.