Baharat kokulu kentte yeni rejimin nüveleri

Baharat kokulu kentte yeni rejimin nüveleri
Kuzey Suriye ilginç bir geçiş dönemi yaşıyor; Esad diktatörlüğünden demokratik özerkliğe… Henüz başlangıç aşamasındalar ama bütün Ortadoğu’ya umut verebilecek gelişmelere tanık olduk.

Celal BAŞLANGIÇ  &  Ragıp DURAN


Süheyl Kemal Hicabi, Süryani bir esnaf. Kamışlı çarşısında erkek giysileri satan bir dükkanı var.

Babası 1962’de Midyat’tan göçmüş.HicAbi de 1964’te Kamışlı’da doğmuş.

Sınır kapısının açık olduğu yıllarda Nusaybin üzerinden Mardin’e, Midyat’a gidiyormuş ailesiyle. Ancak savaştan bu yana kapı kapalı olduğu için artık gidemez olmuş.

Kardeşini IŞİD saldırısında yitirmiş. Dükkanın en görünür yerine "şehit oldu" dediği kardeşinin fotoğrafını asmış.

"IŞİD'le yaptığımız savaş bizim için çok önemli, çok büyük. Kardeşim, Allah rahmet eylesin, şehit oldu. Fotoğrafı şurada. Çok gençti. 2016’da şehit oldu. Yılbaşında Gabriel kahvesinin ve lokantasının olduğu yerde 13 genci katletti IŞİD. Kardeşimin 4 çocuğu vardı. Masumdu o. IŞİD’le savaş bütün bölgenin savaşıdır. IŞİD'liler insan değil. Acımaları yok’’.

Bu dükkan sahibi, dikkat ettik, Kürtçe konuşurken, Süryani olmasına rağmen, sık sık İnşallah, Maaşallah, Maazallah, Elhamdülillah… gibi İslami deyimler kullanıyordu.

Dile kolay, 7 yıldır süren savaş, halen de tamamen sona ermemiş savaş, konuştuğumuz herkesin dilinde, yüz ifadesinde mevcut.

Kamışlı yaklaşık yarım milyon nüfusu barındırıyor. IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerden ya da rejimin denetiminde ama savaşın sürdüğü yörelerden kaçmak zorunda kalan çok sayıda mülteci de Kamışlı’ya sığınmış. Çünkü burası nispeten güvenli bir bölge. IŞİD ancak 10-15 kilometre yaklaşabilmiş, şehre girememiş. Bir-iki kez sızma yapıp kent merkezinde suikastlar düzenlemiş.

Kürt meslektaşlarımız, YPG-YPJ’nin yakalayıp esir aldığı IŞİD'lilerle görüşmüş, dehşet içinde anlatıyordu:

"Genç bir kadındı. Türkiyeli. Elleri ayakları bağlıydı. Hala beni tehdit ediyordu. ‘Sen ne biçim teröristsin? Ben senin yerinde olsaydım çoktan vurmuştum seni’ dedi. Halbuki bizde, yani burada Rojava’da ölüm cezası yok. Fakat ben o esir kadınla konuşunca anladım ki, bu IŞİDliler öyle bir-iki yıllık eğitimle filan bu kadar vahşi ve korkunç hale gelemez. Bunları çocukluklarından beri böyle hazırlayıp yetiştirmişler’’.

Kamışlı, çok milliyetli, çok etnili, çok dinli ve çok dilli bir kent. Çoğunluk mutlaka Arapça ve Kürtçe biliyor. Hazreti İsa’nın dilini (Aramca) konuşanlar da az değil. Dördüncü dil de Türkçe galiba. Baba Esad zamanında Kürtler Arapça öğrenmek zorundaymışlar, şimdiyse Araplar Kürtçe öğreniyor.

Akşamüstü havanın sıcaklığı biraz azalınca çarşıda dükkanlar yine açılıyor. Doğu kentlerine has bir baharat kokusu var etrafta. Kuru bir sıcağın diktası altında çıkıyoruz sokağa. Esnafa, alış-veriş yapanlara, yoldan geçenlere kamera eşliğinde mikrofonu uzatıyoruz:

"Çarşının durumu bana göre iyi değil. Kendimi iyi hissetmiyorum. Bu durumda bile bu işi yapmak zorundayım. Bana yardım edecek kimse de yok. Çocuklarımın hepsi, her biri ayrı bir tarafta. Ne gelinim var yanımda ne de kızım…"

"İyidir idare ediyoruz. Suriye’nin tamamı sendeliyor. Ne çok karalamak gerekiyor ne de çok fazla iyi gibi göstermek gerekiyor."

"Burada durumlar iyidir. Günlük hayat daha önceki zamanlardan çok daha iyi. Herkes işinde gücünde."

"Burada bir dükkan işletiyorum. Her şey yolunda sayılır. Diğer tarafları gözönünde bulundurduğumuzda bunu daha iyi görüyoruz. Ancak burada durumun daha iyi olmasını bekliyoruz."

"Ben buralıyım. Kamışlı’da hayat güzel. Buradaki insanların tamamı birlik içinde. Bu, çok mühim."

Ragıp, dili dönmüyor herhalde, arada sırada Kamışlı diyeceğine, Kalamış diyor. Celal’in de aklı, Hıristiyan mahallesindeki lokantada kaldı.

Halep mutfağına çok uzak değiliz. Etli humus, patlıcan salatası, bamya, tavuk suyu çorba, bizim Gavur Dağı’nın farklı bir versiyonu olarak Ermeni salatası ve envai çeşit kebap… Bir de Ürdün, Lübnan ve Suriye’den araklar (rakılar).

Bölgeyi bilen bir arkadaş uyarıyor bizi:

"Aman, arak içecekseniz Suriye’de üretileni için. Onun anasonu doğal."

Demek ki bu "arak" denen içkide bir de yapay anason sorunu var!

Antakyalılar bilir, kahvaltıda yenen zahter’in iki çeşidi vardır. "Entekke" zahteri ve Suriye zahteri. Kamışlı'ya kadar gitmişken Suriye zahteri almadan dönülmez. Bir kuruyemişçi, göz kararı hesapla, zahterin hammaddesine az bir şey ince rendelenmiş Hindistan cevizi ile toz haline getirilmiş kuru böğürtlen kattı sonra da susamını ekledi. Nefis!

Kamışlı’da bir akşam Hıristiyan mahallesindeki lokantada yemeğimizi yedik. Otele döneceğiz. Lokantanın üst katı düğün salonu. Hoparlörü sonuna kadar açmışlar. Gayet ritmik hatta oynak oryantal bir hava. Caddenin sağında solunda çay bahçeleri, aileler sohbette, çoluk çocuk oyunda. Bir dört yol ağzında üstü açık son model spor bir araba, içinde gayet yakışıklı oğlanlar, frapan makyajlı genç kızlar. Arabanın teybi de yüksek volümlü, Avrupai pop şarkılar çalıyor. Taş çatlasa 50 metre sonra Müslüman mahallesine girdik. Yolda tek bir adem yok. Bütün dükkanlar kapalı. Bir tek ışık bile yanmıyor. Endişe verici karanlık bir sessizlik.

Hıristiyan mahallesinin bitiminde yolun bir tarafında kocaman bir Hafız Esad büstü var. Demek ki rejimin bölgesi başlıyor. Yolun öbür tarafında da o kadar büyük olmasa da bir Öcalan posteri. Rejimle Suriye Demokratik Meclisi Kamışlı’da iyi geçiniyor. Şam, havaalanını ve Nusaybin sınır kapısını tutuyor, bir de kent içinde rejimin memurlarının oturduğu siteyi. Kentin geri kalan kısmı SDG’nin denetiminde ve idaresinde.

Bize çevirmenlik ve rehberlik yapan genç Kürt meslekdaşımız, sağımızda, 100-150 metre ötemizde Nusaybin’i izlerken, arabayla kent merkezine doğru gidiyorduk.

"Hocam sizde ne kadar çok cami, minare var" dedi.

Baktık, hakikaten doğru. TOKİ binaları ve minareler dikkat çekiyor manzarada. Oysa ki biz yıllardır Nusaybin’e girer çıkarız, hiç dikkatimizi çekmemişti bu cami yoğunluğu.

Bölgede gelişmeleri neredeyse günü gününe izlemiş olan Celal, bir açıklama getirdi bu cami kalabalığına:

"Hendek olaylarından sonra bir sürü yeri dümdüz ettiler, sonra da TOKİ blokları ile cami inşa ettiler."

"Günahlarını affettirmek için mi?"

PYD’nin iki askeri kolu var: YPG yani Halk Savunma Birlikleri ve YPJ Kadın Savunma Birlikleri. YPG’nin Sözcüsü Nuri Mahmud, kent dışındaki bir villada kabul ediyor bizi. Üniformalı orta yaşlı bir asker. Türkçesi düzgün. Onun da yüzünde savaşın acıları var; bir yandan da IŞİD’e karşı kazandıkları zaferin gururu. Söyleşi boyunca en az üç kez tekrarladı:

"Biz askeri güç olarak, Suriye Demokratik Güçlerine ve Suriye Demokratik Meclisine bağlıyız. Siyasi karar mekanizması ne derse biz onu yapmak durumundayız’’.

Mahmud, Afrin konusuna değinirken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hava ve teknoloji üstünlüğüne dikkat çekti ve "Savaş orada şimdi gerilla taktikleriyle devam ediyor’’ dedi.

Kurmakta oldukları yeni düzeni anlatırken de Kürt, Arap, Türkmen, Süryani, Ermeni hiçbir ayırım yapmadan bütün vatandaşların mahalle meclislerinden, ilçe meclislerine oradan da kent meclislerinde temsil edildiklerini belirtti.

Ankara ile ilişkileri konusunda YPG sözcüsü şöyle konuştu:

"Türkiye halkları Serikani’de, Kobane’de canı pahasına bize canlı kalkan gibi yardım etti. Kobane halkının hepsini evlerine aldı. Türkiye halkı ile Suriye halkı akrabadır. Bu yüzden Türkiye devleti ile Türkiye halkı ile hiçbir sorunumuz yoktur. Ve orada bir sorun varsa ve bu sorun çözülecekse, aynen burada yaptığımız gibi Türkiye ile de diyalog geliştirmeye hazırız. Ama Türkiye’deki hükümet, ya da şimdiki hükümet, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP’nin, DAEŞ gibi Müslüman Kardeşler gibi bir düşünceye sahip olduklarını düşünüyoruz.’’

Suriye Demokratik Meclisi, işin bütün ayrıntılarını düşünmüş, adım adım yeni rejimlerini kuruyorlar. Bu arada yeni rejim, otomobil plaklarını bile tasarlamış. Her bölge kendi yeni plakasını yapmış. Bizim kent içinde ve yollarda gördüğümüz araçların henüz belki onda dördünde yeni plaka vardı.

Aynı yoldan geri dönüyoruz. Neyse ki bize bir Kürt meslektaşımız eşlik ediyor. Onun elinde de bizim kimliğimizi belirten resmi bir belge var. Çünkü yaklaşık 20 kilometrede bir, Asayiş’in denetimi var. O belgeyi gösterip Semelka sınır kapısına ulaşıyoruz. Asayiş, SDM’nin Emniyet Genel Müdürlüğü konumunda. Her ilçede bir merkezi var.

Irak Kürdistanı’na döneceğiz. Sınır kapısı kalabalık. Gazeteci kimliğimiz sayesinde imtiyazlıyız. Yine de çıkışta Asayiş’in –belki de başka bir kurumun- kısa, efendi ama ayrıntılı bir sorgusundan geçiyoruz. Sorun yok.

Yine aynı motorla Dicle’nin karşı kıyısına geçeceğiz. Gelirken dikkat etmemiştik herhalde. Bu kez motorlarda Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bayraklarını görüyoruz. 15-20 kişi motora dolduk. Ama Türkiyeli iki gazeteci ile Iraklı bir genci ayrı tuttular. Bizim pasaportlar da motoru kullanan görevlinin elinde.

Üçüncü kişiye sorduk:

"N’oluyor? Niye bizi ayrı tutuyorlar? Pasaportlarımızı neden vermediler?"
"Bizim isimlerimiz karşı tarafa (K.Irak) verilen listede yokmuş. Orada işlem yapacaklar."
"Siz de mi gazetecisiniz?"
"Hayır ben Süleymaniyeli bir doktora öğrencisiyim."
"Nerede doktora yapıyorsunuz?"
"Berlin’de."
"Ne üzerine çalışıyorsunuz?"
"Rojava’da Demokratik Özerklik!"

Karşılıklı gülüşüyoruz. Biz doktora yapmıyoruz ama konumuz aynı. Kısa süren sohbette Murray Bookchin’nin, Dr. Ahmet Akkaya’nın kitaplarından söz açılıyor. "Öcalan felsefesi’’ gündeme geliyor. Derken, vardık Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin topraklarına.

Irak ve Suriye’nin Kürt bölgelerinde geçirdiğimiz yaklaşık iki haftalık sürede, çok şey gördük, çok şey dinledik, çok şey öğrendik. Savaş, IŞİD, demokratik özerklik, Esad rejimi, ABD, Rusya ve tabi ki Ankara ve Erdoğan’ın adı çok sık geçti bu konuşmalarda. Artı TV’deki 100 dakikalık röportaj ile buradaki dört yazıda bizce en önemli noktaları aktarmaya çalıştık.

Şimdilik çıkarılabilecek bir ilk özet, bir temel fikir varsa, o da, şartlı bir cümle olabilir:

Eğer Ankara, Kürt fobisine kapılmamış ve gerçekten laik olabilseydi, Suriye’de IŞİD, El Nusra, El Kaide ya da ÖSO gibi çetelerle değil, kendi vatandaşlarının akrabaları olan Suriyeli Kürtlerle işbirliğine girmiş olsaydı, her şey çok daha güzel, kansız ve barışçı olabilirdi.


 

 




 

Öne Çıkanlar