Dünya Kupası’nın garabet tarihi- 2-
İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşananları dünkü yazıda hatırlatmıştık. Gelin harp sonrasına gidelim, şampiyona tarihindeki kimi unutulmazları hatırlatmaya devam edelim.
1962’de oynanan bir maç var ki asla hatırlanmak istenmiyor.
Şili, 1960'da yaşanan ve 5.000 kişinin canına mâl olan 9.5 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Kimileri turnuva başka bir yere alınsın dese de organizasyon umuttu. Her şey iki gazetecinin haberiyle başlamıştı.
Ülkenin başkenti Santiago'da haber yapan iki İtalyan gazeteci Antonio Ghiredelli ve Corrado Pizzinelli, fakirliğin kol gezmesinden dem vurup bazı kadınların icra ettiği “dünyanın en eski mesleği”ne gönderme yapınca, iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmişti.
Tarihe sonradan açıkhava hapishanesi olarak geçecek Nacional Stadyumu'nda çalan ilk düdüğü müteakip savaş başlamıştı. Sahanın her karesinde kan gövdeyi götürüyor; yumruklar, dirsekler konuşuyordu. Hakem Ken Aston çaresiz kalmıştı.
Şili, polisin üç kere sahaya girdiği karşılaşmayı İtalya kalesine son 15 dakikada attığı iki golle kazandı. Bazıları tarafından futbol tarihinin en büyük skandalı olarak nitelendirilen maçın belgesel görüntüleri bile insanın midesini kaldırıyor; insana ister istemez basın etiğini de sorgulatıyor.
Sahada çarpışanlar bir tarafa, Dünya Kupası sırasında yolu çimlerde kesişenler arasında savaşanlar da olmuştu.
Futbol savaşı
Orta Amerika'nın yüzölçümü en küçük ülkesi El Salvador, kilometrekare başına 160 kişiyle tüm Amerika Kıtası'nın en yoğun nüfusuna sahipti. Bu tarım ülkesinde toprak ağaları yüzünden köylülerin üçte ikisinin toprağı yoktu. Bu topraksız köylüler, kurtuluşu Honduras'a göç etmekte bulmuşlardı. Honduras, El Salvador’un altı katı büyüklüğünde yüzölçümüne ve yarısı kadar nüfusa sahipti.
Salvadorlular, Honduras’ta köyler kurup yaklaşık 300 bin nüfusa ulaşmıştı. 1960’larda Honduraslı köylüler arasında çıkan bir huzursuzluk neticesinde hükümet bir toprak reformuna kalkışıp Salvadorluların yerleştiği toprakları Honduraslı köylülere dağıtmayı planlayınca dananın kuyruğu kopmuştu. Bu, Salvadorluların yurtlarına geri dönmeleri anlamına geliyordu. El Salvador ise zaten bir köylü ayaklanmasından çekiniyordu.
Sözün kısası, iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça gergindi; medya diğer taraf aleyhine sürekli kışkırtıcı bir propaganda halindeydi. Nefret katlanıyordu.
İşte bu ahval ve şerait içinde karşılaşmıştı taraflar. İlk maç 8 Haziran 1969’da Honduras’ın başkenti Tegucigalpa'da yapılmış, bütün geceyi otellerini saran fanatik Honduras taraftarlarının gürültüsü yüzünden uykusuz geçiren El Salvador, son dakikada gelen gole engel olamamış ve maçı 1-0 kaybetmişti.
Maçın hemen ardından El Salvador’da televizyonunun başında karşılaşmayı izleyen 18 yaşındaki Amelia Bolanos, babasının silahını kalbine dayayarak tetiği çekecek, televizyondan naklen yayınlanan bir devlet töreniyle toprağa verilecekti. Gerilim zirveye doğru tırmanıyordu.
15 Haziran’daki randevu öncesi geceyi uykusuz geçiren, doğal olarak Honduras’tı. Stadyuma “halk linç etmesin” diye askerî araçlarla götürülen Honduras Millî Takımı, orada da büyük tacize uğradı. 3-0 biten maçın ardından, teknik direktörleri "Kaybettiğimiz için çok şanslıyız" diyordu. Honduras kafilesi, eve sağ salim dönerken, onları desteklemeye gelen taraftarları sınıra canlarını zor attılar. İki taraftar ölmüş, yüzlercesi hastanelik olmuş, 150 Honduras plakalı araç yakılmıştı.
26 Haziran’da Mexico City’de oynanan üçüncü maç neticesinde El Salvador Honduras'ı 3-2 geçerek dünya kupası vizesi almıştı. Çok değil, 18 gün sonra da harp başlayacaktı.
Kimsenin kazanmadığı, bir anlamda “berabere biten” savaş neticesinde Salvadorlu köylülerin bir kısmı yurtlarına dönmek zorunda bırakılırken, bir kısmı Honduras’ta kalacaktı. Dönenler, hiç de hoş karşılanmamıştı. 10 yıl sonra El Salvador, tekrar kaosa sürüklenmiş ve 11 yıl süren bir iç savaş ülkeyi yine kana boğmuştu.
Tarihteki tek gerçek futbol savaşının bilançosu ağırdı. 100 saatte ölü sayısı 2 bin, yaralı sayısı 10 bini aşmıştı. Araya giren hatırlı Güney Amerika ülkeleri sayesinde savaş kısa sürmüştü. 1969’da ateşkes çabuk ilan edilse de Honduras ile El Salvador devlet başkanlarının buluşup el sıkışması için takvimlerin 2006’yı göstermesi gerekmişti.
Ruslar, sahaya çıkmadı
Dünya Kupası yolunda öyle bir maç var ki oynanmamasına rağmen hafızalara kazınmış durumda. Neden mi?
21 Kasım 1973’te Şili ile Sovyetler Birliği, Nacional Stadyumu’nda buluşacaktı. Rakibine üstünlük sağlayan Almanya’nın yolunu tutacaktı. Fakat 11 Eylül günü Güney Amerika ülkesi kana bulanmıştı. Allende devrilmiş, Pinochet iktidara gelmişti. Statlar adeta açıkhava cezaevine dönmüş, binlerce insan işkence görürken birçokları tarihte donup kalmıştı.
Bu şartlarda Avrupa'nın yolunu tutan Şili, golsüz beraberlikle evine dönmeyi başarmıştı. Sovyetler Birliği rövanşın başka bir ülkede oynamasını istiyor, kan kokusu sinen Nacional Stadı'na ayak basmayı kabul edemiyordu. Talepleri reddedilince geriye bir seçenek kalacaktı.
21 Kasım’da Şili statta yerini alırken, Ruslar kılını bile kıpırdatmamış, hükmen mağlubiyete razı olmuşlardı. Sahaya çıkan kırmızı formalı ev sahibi ülkenin futbolcuları, paslaşa paslaşa sembolik bir gole imza atarken, takımın yıldızı Carlos Caszely de ayakları geri gide gide o çimlere ayak basmıştı. Akrabalarının son nefeslerini verdiği yere...
Muzaffer son faşist lider
Çok değil, beş yıl sonra bu sefer gözler Arjantin’deydi. Dünya Kupası verildiğinde, Juan Peron koltuğunda oturuyordu. 1976'da askerî cunta yönetime el koyunca, bazı ülkeler endişelerini dile getirmişti. FIFA verilen taahhütleri yeterli görmüş, generaller de organizasyon için hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Şampiyona için 1974'te hazırlanan logo, Peron'un bir figüründen esinlenerek tasarlandığı için değiştirilmek istense de askerler bir adım atamamıştı, zira ürünler çoktan piyasadaydı.
Turnuvada iyi giden ev sahibinin finale çıkabilmesi için Peru'ya en az dört fark atması gerekiyordu. Maç 6-0 bitmişti. Tesadüf bu ya, yarım düzine gol yiyen Peru'nun kalecisi Ramon Quiroga, Arjantin’de doğmuştu. O gün soyunma odasını ziyaret eden cuntanın başı Jorge Rafael Videla istediğini almıştı. Tevatüre göre Henry Kissinger da yanındaydı...
Bir tarafta sokak ortasında sırra kadem basanlar, gün ışığında buharlaşanlar, işkencede kaybedilenler, bir tarafta tribünlerden yükselen “ole”ler... Arjantin, ilk Dünya Kupası'na böyle ulaşmıştı. Videla çok değil, yedi sene sonra ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Falkland Savaşı’nın intikamını İngilizlerden alan Maradona tek başına ülkesini 1986’da zafere taşırken, tarihin son muzaffer faşist lideri parmaklıkların arkasındaydı…
Çimlerde barış mesajı
1998’de Fransa kendi ülkesinde taçlanırken, turnuvaya bambaşka bir maç damgasını vurmuştu. Bu kadar garabet içinde, belki de tarihin en politik randevusu umuttu. Yeşil sahalar bir manada diplomasi zaferine şahitlik ediyor, tüm dünyaya barış mesajı veriliyordu.
21 Haziran tarihinde Amerika ile İran kozlarını çimlerde paylaşmış, belki de tüm ‘ötekiler’in desteklediği Asya temsilcisi mücadeleyi 2-1 kazanmıştı. Bu sonuç tüm dünyada manşetleri süslemiş, bu tarihi randevunun tarafları grup aşamasında beraber elenmişti. O gün seremonide çekilen kare anında ölümsüzleşmişti!
İran’la Amerika bu sefer kozlarını Katar’da paylaşacak. Tarih tesadüfleri sever, sizce de öyle değil mi…