Estetik-sizleştirme üzerine bir sorgulama
Serhat DURUP*
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla konuşuyorduk. Bir anda konumuz 'estetik'e geldi. Henri Cartier Brensonn’un birkaç fotoğrafını paylaştı ve içlerinden birisi çok ilgimi çekti. 1953 yılında Atina’da çekilmiş bir fotoğraf… Sonra çok temeli olmasa da bir şeyleri eleştirmeye başladık. İstanbul mimarisinden, müzik zevklerine, koşturmaktan dinginliğe birçok şey paylaşmış bulunduk. Günün sonunda birkaç soru çıktı karşımıza: Estetik bakışın azaldığı yerde şiddet artar mı? Estetiksizleştirmek diye bir şey var mıdır? Eğer bunu kabul edersek bazı şeyleri estetiksizleştirmek bir tür şiddet midir?
Bu soruları cevaplamak için belirli bir akademi çalışması yapmak gerekir. Ancak biz burada, bu soruların cevaplanmasından çok, sorulmasının öneminden bahsetmeye çalışacağız. Bu soruların sorulması demek, her an duyumsadığımız şeylerin ne kadar farkında olup olmadığımızı da sorgulamamıza yardımcı olacaktır.
Birçok kavram gibi estetik kavramıyla da Antik Yunan filozoflarının metinlerinde karşılaşıyoruz. Platon, estetik kavramına güzellik kavramıyla yaklaşmakta ve bu kavramı ‘iyi-adil olan/doğru’ ile birlikte değerlendirmektedir. Aristoteles ise hocası Platon'dan ileri giderek, güzelin eylemlerle ilgili olduğunu daha açık bir şekilde belirtmekte ve ‘oran/denge' ile ilişkisiyle güzeli araştırmaktadır. Aslında her iki filozof da güzelin ne’liğini sorgulayarak, siyaset ve etik düşünceleriyle birlikte değerlendirmeleri bakımından büyük bir öneme sahiptirler.
Her ne kadar felsefe, 'mitos’tan logos'a geçiş' olarak tanımlansa da, Yunan mitolojisinin felsefenin ortaya çıkmasındaki rolü de yadsınmamalıdır. Bunun en güzel örneklerinden birine de ‘güzelik’ arayışında karşılaşıyoruz. Tanrı Dionysos duyu yoluyla algılanan hazzı, yani coşkun duyguları temsil ederken, Tanrı Apollon akıl yoluyla kontrolü, uyumu, biçimi temsil etmektedir. Ve bu iki Tanrının çatışması, duyum ve aklın çatışması olarak da değerlendirilmektedir. Tıpkı insanın bedensel ve akılsal yanlarının çatışması gibi…
Konudan çok fazla uzaklaşmamak adına bu iki Tanrının çatışmasını, Friedrich Nietszche’nin Tragedya’nın Doğuşu eserinde sorgulattığı şu sorulara bırakmak istiyorum: İnsan akıl varlığı mıdır? Duygu varlığı mıdır? Ya da neden bu ikisini ayırıyoruz? Aynı anda hem akıl varlığı, hem duygu varlığı diyemez miyiz? Dengeyi sağlayamaz mıyız? İnsanın, insan olması aklın ve duyguların çatışmasında mı yatıyor? Trajik olan tam da bu iki şeyin çatışması mıdır?
Platon ve Aristoteles’in güzelin ne’liğini sorgulamaları felsefe tarihinin yanı sıra, estetik tarihinde de önemli yer almaktadır. Ancak ‘duyusal bilgi bilimi, güzeli inceleyen bilim’ olarak tanımlanan estetik kavramını, ilk defa bu anlamda kullanan Alman düşünür Alexander Baumgarten’dır.
Baumgarten, estetik’i felsefenin alt dalı haline getirirken, az önce bahsettiğimiz duyu-akıl çatışmasının sınırını da biraz aşarak, duyusal olanın da tıpkı akıl gibi mükemelliği getirebileceğini dile getirmiştir. Pek tabii bu düşünce Antik Yunan düşünürlerinden Platon’un düşüncesinden bir tür kopuşu da beraberinde getirir. Çünkü Platon’a göre güzellik ideası da tıpkı diğer idealar gibi akıl yoluyla edinilebilecek bir şeydir.
Aesthesis/Estetik kavramının kökenine baktığımızda ise, duymak ve algılamak anlamlarına gelen aisthánō kavramından türetildiğini görüyoruz. Tıpkı aesthesis/estetik gibi aisthánō kelimesinden türetilen bir diğer kavram ise, anaesthesia yani anestezi kavramıdır. Anestezi, duyumsuzlaştırma ve uyuşturma anlamlarına gelmektedir. Yani bir anlamda uyandırma, duyumun aktif hale getirilmesi estetik, diğer yandan uyuşturma, duyumsuzlaştırma yani pasif hale getiren anestezi.
Anestezinin tıp bilimiyle olan ilgisindeki öneminin farkında olarak, estetikten uzaklaşmanın-uzaklaştırılmanın oldukça yoğun hissedildiği yüzyılda yaşadığımızı söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla aesthesis kavramı ile anaesthesia kavramının bugünlerde birbirlerine pek yaklaştığını görüyoruz. Bu yakınlaşmayı, gerek üretilen yeni ‘eserler’de, gerekse var olan eserlerin yok edilmesinde hissedebiliyoruz. Bu kavramların birbirlerine yaklaşmasının en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz ihtiyaç denilen şeylerin değişmesinde ve buna bağlı olarak üretim biçimlerindeki dönüşümlerden kaynaklanmaktadır.
Yine Antik Yunan’da karşımıza çıkan tekhne kavramının içeriğinin değişmesinin sebeplerinden biri bu değişim ve dönüşümlerdir denilebilir. Çünkü Antik Yunan’da tekhne kavramı, hem sanatçıları hem de zanaatçıları kapsayan bir kavramdır. Tekhne kavramı gerek müzik, şiir, resim, heykel gibi güzel sanatları, gerekse marangozculuk, ayakkabıcılık, oymacılık gibi pratik zanaatları kapsamaktadır. Hatta tıp ve mühendislik gibi sağlık ve fen bilimlerinde yapılan etkinlikler birer tekhne’ktir. Dolayısıyla modernizm adı altında birbirinden ayrılan sanat-zanaat ve bilim yani insan etkinlikleri bugün estetiksizleşmenin temelini atmıştır demek yanlış olmayacaktır.
Bu ayrılıklarla birlikte şeylerin nesneleştirilmesi, onların tüketim nesnesi olarak üretilmesine neden olmuştur. Daha somut örnekler vermek gerekirse, notalar sadece tüketilen şarkılara, ahşaplar sadece ‘işlevsel’ eşyalara, alçılar-boyalar sadece dekor olarak kullanılan ‘sanat’ eserlerine, yapılar sadece ‘barınılan’ yerlere vb. dönüşmektedir.
İnsan türünün bir üyesi olarak, dünyayı keşfetmeye başladığımız andan itibaren hep bir denge arayışında olmuşuzdur. Doğduğumuz zaman başımızdan tutulması gerekir, çünkü henüz boynumuza hakim değiliz ve bir denge ihtiyacımız vardır. Belirli kaslarımız geliştikten sonra popomuzun üzerinde oturmayı sendeleye sendeleye dengelemeyle öğreniriz. Emeklerken bir denge, yürümeye başladığımızda bir denge, bisiklete binmeyi öğrendiğimizde bir denge, kalemi elimize aldığımızda bir denge vb. bu örnekleri bütün gelişim dönemlerinde görebiliriz.
Sadece fiziksel denge yaşamımızı sürdürmemiz için yeterli midir? Ruhsal denge diye bir şey var mıdır? Varsa bu ruhu nasıl dengeleyebilirim? Estetik buna yardımcı olabilir mi? Ruhun dengelenmesinde pek tabii estetiğin önemini mitolojiden başlayarak göstermeye çalıştık. Bütün bu soruların sorulması -daha birçok soru sorulabilir- belki de bireysel olarak birçok şeyin araşırılmasında faydalı olabilir.
Gerçekleştireceğimiz bütün eylemlerimizde bireysel olarak daha dengeli davranışlarda bulunmak için fırsat yaratabiliriz. Bu soruların cevaplarını yaşadığımız kentte geçirdiğimiz bir günle düşünebiliriz. Kentte karşılaştığımız tüm estetik yargılamayı yapacağımız yapılar, müzikler, renkler, yeşil-sizlikler vb. Son soruyu ise irdelemeden bırakmak istiyorum. Bir ön kabülle estetiksizleştirme kavramının var olduğunu düşünerek şöyle bir soruya ulaşıyoruz: Bu estetiksizleştirme bir tür şiddet sayılabilir mi?
* Felsefe öğretmeni