Geçmiş ve bugün: 'Amerika’dan dönen' büyükbabam
Necla AÇIK
Büyükbabam göçmendi, daha sonra ülkesine geri dönmeyi seçen bir göçmen, doğduğu ülkesine geri dönenlerden biri... Onun hikayesi, Kasım 1909'da, 15 yaşlarında, Karer bölgesinden (bugünkü Erzurum ve Bingöl) üç kişiyle birlikte hiçbir resmi bir belgeleri olmadan üçüncü mevki bir biletle Mersin’den New York’a gitmek üzere Atlantik Ötesine yola çıkmasıyla başlar. Amerika’da göçmen işçi olarak dört yıl bir fabrikada çalıştıktan sonra, 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinin ardından Osmanlı yönetimiyle hiçbir ilişkisi olmayan sıradan bir tebaa mensubu olmasına rağmen esir alınır ve dört yıl boyunca oduncu olarak ağır koşullarda zorla çalıştırılır. Serbest bırakıldığında memleketini özlemiş ve geriye Amerikan rüyasının hayal kırıklığı kalmıştır... Savaşın bitmesinin ardından 1919'da geride bıraktığı topraklara dönmek üzere yeniden yollara düşer ve artık bugünün Türkiye’sinde bulduğu memleketine geri döndüğünde ailesinden kurtulan tek kişi olduğunu öğrenir. İki amca oğlu ve 10 yıl sonra tesadüfen izine rastlayacağı kız kardeşi dışında, 35 kişilik hane halkından kimse kalmamıştır geride. Geride bırakıp gittiği topraklar, Birinci Dünya savaşı sırasında, zorunlu göçlere ve işgallere tanıklık etmiş, kardeşleri, annesi ve büyükannesi ya açlıktan ya da İspanyol gribinden hayatını kaybetmiştir.
Büyükbabam, Amerika’da kısa bir süre çalışıp, para biriktirmek ve ülkesine geri dönmek için göç etmişti. Biriktirdiği parayla geri döndüğünde ailesini,özelikle annesini ve nenesini toprak ağalarının zulmünden kurtarıp onlara huzurlu bir yaşam sağlamak için yola çıkmıştı. Ancak göç, onu yola çıkaran amaca kısmen ulaştırmıştı. Her ne kadar biriktirdiği para, yeni bir köye yerleşip hayatına yeniden başlamasını sağladıysa da, döndüğünde hayalini paylaşacağı ailesi artık yoktu.. Ve, onun hikayesini tekrar tekrar düşündüğümde, savaş sırasında tüm ailesini kaybetmenin travması, sadece dedemle sınırlı kalmayıp sonraki iki nesilde de derin bir etki bırakmıştır. Sohbetlerimizin birinde kuzenime, köydeki diğer herkes gibi daha iyi bir hayat kurmak için ya Batıdaki şehirlere ya da babam gibi Almanya’ya gitmediklerini sorduğumda, ancak şu açıklamayı yapabildi: "Belki biraz pasiflik vardı bizde, ama asıl biz çok dağılmıştık, bir arada kalmak istedik!".
Anadolu’dan Batı ülkelerine yaşanan ilk toplu göç dalgasının, 1960-1970li yıllarda Batı Almanya ile Türkiye arasındaki resmi anlaşma çerçevesinde, özellikle kırsal kesimde yaşayan Kürt ve Türk nüfusun ‘misafir işçi’ olarak çalışmak üzere başladığı varsayılır. Halbuki, bu yaygın kanının aksine, Osmanlı tebaasından farklı milletlerin 19. Yüzyılda başlayan ve 20. Yüzyılın ortalarına kadar uzanan dönemde Amerika’ya gerçekleştirdikleri göçler, bölge coğrafyasında yaşanan ilk kitlesel işçi göçü dalgası olarak görülebilir. Hiçbir zaman modern Türkiye’den Batı Almanya’ya gerçekleşen işçi göçü kadar araştırılmamış olsa da, 19. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Osmanlı İmparatorluğu topraklarından ABD’ye gerçekleşen göçler, İmparatorlığun hem Hristiyan hem de Müslüman tebasını etkilemiş, bölgenin demografik özellikleri üzerinde de etkili olmuştur. Bu dönemle ilgili, genelde kırsal kesimden göç eden okur yazar olmayan yoksul insanlar hakkında çok sınırlı veriye ve akademik çalışmaya sahibiz. Bildiğimiz sadece, bu göç hareketinin etkisi üzerine yapılan çalışmalardan çok daha büyük bir göç olduğudur. 1860-1914 yılları arasında, Arjantin ve Brezilya gibi Güney Amerika ülkeleri de dahil olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Atlantik ötesine gitmek üzere yola çıkan göçmen sayısının 1,2 Milyon olduğu tahmin ediliyor. Bu dönemki göçlerle ilgili bildiğimiz bir başka özellik ise, Osmanlı tebaasının gayrimüslim milletlerinin aksine, Müslüman tebaaya mensup göçmenlerin ağırlıklı olarak geri dönme niyetiyle yola çıkan ve ailesini geride bırakan erkeklerden oluştuğudur. Buna paralel olarak, göç eden Osmanlılardan geriye dönenlerin (yaklaşık 400.000) büyük kısmı Osmanlı Müslümanlarıydı.
Ailemizde, büyükbabamın göç hikayesi sadece ana hatlarıyla bilinir ve derinlemesine pek de anlatılmaz. O, Amerika'ya giden ve "bir daha asla bulunamayacak bir yere gömdüğü altınları" ile geri dönen kişi olarak hatırlanıyor. Dedemi hatırlayan bir akraba, dedemden konu açıldığında hep şöyle derdi: "Deden, o altınlarla İstanbul'da bütün bir mahalleyi satın alabilirdi, fakat geldi bu köye yerleşti". Altınlarla ilgili hikayenin doğruluk payı meçhul ama dedem, Amerika’ya işçi olarak gitmesine rağmen, ekonomik zorluklar yaşamaya devam etmişti ve sonraki nesillere bırakacağı bir servete hiçbir zaman sahip olmamıştı. Eğitimli olsaydı ve Türkçe konuşsaydı, Amerika'dan geri dönen diğer birçok göçmenin yaptığı gibi, o dönem devlet memurluğu için belki bir iş teklifi bile alabilirdi. Fakat olamadı.
Dedemin hikayesi üzerine daha çok düşünüp araştırdıkça, onun hakkında bildiklerim ilk kez kulaktan dolma birkaç cümlenin ötesine geçmeye başladı. Geri dönünüşünden sonra yaşadıklarının parçalarını bir araya getirirken, onun çok daha zengin bir resmini elde ettim: "göç eden olma"nın getirdiği sosyal statü ve ekonomik refah sadece yirmi yıl sürmüş; 1939 Erzurum depremiyle birlikte tüm geçim kaynaklarını kaybetmekle kalmamış, aynı dönemde eşini de yitirmiş; bu iki felaketle birlikte adeta başa dönmüştü. İçinde bulunduğu durum, onu çocuklarıyla birlikte yoksul ve yalnız bırakmış; üç kızını erken yaşta evlendirmeye zorlamıştı. Dedemin "göç" hikayesini iyisiyle kötüsüyle yeniden düşündüğümde ise, geride bıraktığı belleğin iki farklı izleğe evrilmiş olduğunu görüyorum: Her ne kadar kendi çocukları ve torunları 1990lara kadar köyü terk etmemiş olsalar da, dedemin hikayesi, ailenin diğer fertlerine, yeni göç hikayeleri için ilham ve cesaret kaynağı olmuştur.
Londra'daki Middlesex Üniversitesi'ndedevam etmekte olan Göç ve Gelişim projesine dahil olduktan sonra, ailemin göç tarihini derinlemesine keşfetmeye başladım. Türkiye, kültürler ve etnik çeşitlilik mozaiğiyle tanınır. Ancak çoğumuz ailemizin göç geçmişi hakkında genel geçer bilgiye sahibizdir. Oysaki, göçmenlerin hem geride bıraktıkları hem de ulaştıkları yeni yerler, bir yandan kendi kişisel tarihleri ve sonraki nesiller üzerinde etkiler bırakır ve beri yandan genel olarak toplumu etkileyen büyük ölçekli psikolojik ve sosyolojik kırılmalara neden olur. Fakat, özellikle kırsal alandan ve düşük sosyo-ekonomik statüden gelen göçmenlerin öykülerini resmi arşivlerde bulmak zordur ve ne yazık ki göçle ilgili tarihsel çalışmalarda kendilerine çok sınırlı yer bulabilirler. Tam da bu yüzden, sözlü tarih, bu hikayelerden bazılarını geri alma gücüne sahiptir. Kendi kişisel göç hikayelerimizi ve bu hikayelere dayanan aidiyet, kimlik, sosyal hareketlilik ve sınıf eşitsizlikleri üzerine geniş tartışmalarla dolu geçmişimizi keşfetmemizde bize ışık tutacak ilk rehber, belki de kendi geçmişimizle ilgili merakımızdan başka bir şey değildir.
Email: [email protected]
Not: Damla Ercan’a katkı ve önerileri için teşekkür ederim.