Heterodoks iktisat nedir? -1-
Dr. İlhan Döğüş
Son aylarda Maliye Bakanı Dr. Nurettin Nebati’nin “biz heterodoks paradigmaya geçtik” yönündeki sözleri, biz heterodoks iktisatçıların uzun yıllardır akademide fakat son 2-3 yıldır da twitter’da yaptığımız tartışmayı kamuoyu gündemine taşıdı.
Baştan söylemek gerekirse, AK Parti hükümetinin uygulaya geldiği iktisat politikasının heterodoks yaklaşımlarla ilgisi bulunmamaktadır. Evet, kimi Ortodoks politikalardan bir sapma söz konusu fakat denk bütçe gibi bazı temel ezberlerden vazgeçilmiş değil ve daha önemlisi emek yanlısı heterodoks yaklaşımın salık verdiği kamu istihdamı ve kamu yatırımları yoluyla eşitsizliğin azaltılması yönünde bir paradigma değişimi söz konusu değil.
Günde 5 işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesine göz yuman, grev yasaklayan ve emeğin Gayrisafi Milli Hasıla’dan aldığı payı düşürme yönünde politikalar uygulayagelmiş olan AK Parti hükümeti öyle görünüyor ki, Ortodoks paradigmanın söylediği kimi kısıtların geçerli olmadığını fark etmiş durumda, ancak yerine ne koyacağını teorik altyapısı zayıf olduğundan pek bilmiyor ve yaptığı politika hatalarına kılıf uydurmaya çalışmaktadır.
Gündelik hayatı çok yakından ilgilendiren konular olduğu için iktisatçılar dışında da tartışılıyor olması iktisat biliminin demokratikleşmesi açısından önemlidir. Bir heterodoks iktisatçı olarak, iktisadın teknik ve püriten bir bilim olmaktan çıkıp toplumsal hayat içerisindeki değer ve çıkar çatışmalarının gözetildiği bir sosyal bilim olduğunun hatırlanmasını kıymetli buluyorum.
İktisat bilimi içerisindeki heterodoks-Ortodoks ayrımı, diğer disiplinlerdekinden çok daha fazla keskin ve ayrımcıdır. Örneğin uluslararası hakemli iktisat dergilerinde en çok atıf alan 13 dergideki atıfların %90’dan fazlası yine bu 13 anaakım Ortodoks dergiye yapılmaktadır. Bu oran başka hiçbir disiplinde yok. Bu en çok atıf alan dergilerde yayın yapmamışsanız kadrolu bir pozisyon bulmanız veya pozisyonunuzu korumanız çok zor. Yani Ortodoks değilseniz akademide yer bulma imkanınız çok kısıtlı. 1980’e kadar bu böyle değildi. Bugün biz heterodoks iktisatçıların faydalandığı temel metinleri yazmış olan önde gelen heterodoks iktisatçılar dünyanın önde gelen üniversitelerinde ders verebiliyordu. Fakat 1980’de neoliberal hegemonyanın galebe çalmasıyla iktisat departmanları neo-klasik dediğimiz yaklaşımın hakimiyetine bırakıldı.
Özellikle 2007 finans krizi sonrasında Batı ülkelerinde iktisat öğrencileri arasında “bu iktisat eğitimi bize krizleri ve gerçek hayata açıklamıyor” itirazıyla iktisat biliminin ve eğitiminin çoğulculaştırılması yönünde bir talep gelişti ve bu yönde öğrenci örgütlenmeleri filizlendi.
Ortodoks (anaakım) iktisat temel olarak neoklasik iktisat yaklaşıma ve onun türevlerine verilen addır. Üniversitelerde okutulan, medyada sıkça duyduğunuz, özellikle 1980 sonrası ekonomi politikalarına yön veren iktisadi yaklaşım, daha ziyade neo-klasik yaklaşımı Keynes ile uzlaştırmaya çalışan neo-Keynesyen yaklaşımdır.
Neo-klasik yaklaşım özetle piyasanın fiyat mekanizmasıyla arz ve talebi dengeye getirdiğini ve bu sayede sınırlı olan kaynakları sınırsız olan ihtiyaçları karşılamak üzere en optimum şekilde karşıladığını iddia eder. Doğal kaynakların şu anda tüketilmişlik seviyesinin 50 yıl ötede olduğunu, yani gelecekten 50 yıl borçlu olduğumuzu hatırladığımızda bu fonksiyonun pek de yerine getirilememiş olduğunu söylemek mümkün. Bu yaklaşıma göre çıkarlarını maksimize eden ve tam bilgiye sahip rasyonel bireyler, marjinal fayda ile marjinal maliyetin kesiştiği yerde üretim, tüketim ve tasarruf kararlarını verirler. Bu yaklaşımda kriz, dengeyi bozan dışsal bir şoktan başka bir şey değildir.
Talep eksikliğinden kaynaklı gördüğü 1929 Buhranı’na maliye politikası aracılığı ile talep yönetimi temelli bir makropolitika önermek için bu neo-klasik yaklaşımı eleştiren Keynes’e mikro temeller sunmak hedefi ile Keynes ve neo-klasik yaklaşım arasında bir sentez kurmak isteyen neo-Keynesyen yaklaşıma göre ise temel sorun, ücretlerin ve fiyatların aşağı yönlü yapışkan olması ve asimetrik bilgidir. Krizleri piyasa aktörleri arasındaki asimetrik bilginin sebep olduğu yanlış fiyatlamayla, işsizliği ise iş arayanlarla işçi arayanlar arasındaki eşleşememe sorunu ile açıklar.
Geleceğin belirli sapmalar çerçevesinde bilenebilir olduğunu varsayan bu iki dominant Ortodoks yaklaşıma karşı ise özellikle Marx ve Keynes’ten beslenen heterodoks iktisat yaklaşımları mevcut. Devlet, toplum ve ekonomi arasındaki etkileşimi tarihselci bir gözle analizine konu edinen Marksist iktisat, tüm sorunun kaynağı olarak sermayenin emeği sömürmesini görür ve kapitalizmin ortadan kaldırılarak (merkezi) planlı ekonomiyi önerir. İktisadi krizleri de, kar oranlarının düşme eğilimi ile, birikim rejimlerinin tıkanmasıyla açıklamayı önceler.
Keynes’in “tam istihdam” savunusunu sahiplenen post-Keynesyen yaklaşım ise, geleceğin kökten bilenemez olduğunu, yatırımların bu belirsizlik altında alınan kararlar olduğunu, aslolanın talep düzeyi olduğunu; alt gelir gruplarının tüketim eğilimi daha yüksek olduğundan eşitsizlik düzeyinin ve yeniden bölüşümün önemini vurgular. Paranın özel sektörün yatırım ve tüketim talebi çerçevesinde özel bankalar tarafından yoktan yaratıldığını ve dolayısıyla yatırımların tasarrufları yarattığını, yatırımların temel olarak kredilerle finanse edildiğini savunur. Krizi aşırı borçlanmayla ve işsizliği de talep eksikliğiyle açıklarken, kamu yatırımlarını ve kamu istihdamını salık verir.
Post-Keynesyen iktisadın politik motivasyonu, kapitalizm içinde sosyal refahı ve emeği ile geçinenlerin hayat standartlarını varolan koşullar içinde iyileştirmenin yollarını, enstrümanlarını bulmak. Bu heterodoks yaklaşımların içerisinde makroekonomiye en çok vurgu yapan ve bu temelde en güçlü itirazları dile getiren, benim de yakın olduğum post-Keynesyen iktisadın en üretken temsilcilerinden Marc Lavoie’nın aşağıdaki haritası, sınırları ve etkileşimleri en net gösteren tablodur.
Peki heterodox (muhalif) iktisat ile Ortodoks (anaakım) iktisat arasındaki temel farklar nelerdir?
Çok kabaca söylemek gerekirse, ilk ayrıldığımız iki temel nokta şunlardır:
1. Arz mı daha belirleyicidir talep mi?
2. Para arzı içsel midir, dışsal mıdır?
Bu iki soruya verdiğiniz yanıtlar bizleri daha sonraki hemen hemen konuda (enflasyon, kamu
maliyesi, faiz vs.) ayrıştırmaktadır.
Bir sonraki yazının konusu bu sorulara verilen yanıtlar olacaktır.