Irkçılık hastalık mıdır?
Can YILMAZ
1965 yılında yayımlanan albümde Nina Simone "Feeling Good" şarkısında geçen "it’s a new dawn, it’s a new day, and a new life for me [yeni bir şafak, yeni bir gün, ve yeni bir hayat benim için]" sözlerini aynı yıl yürürlüğe giren Sivil Haklar Yasasına cevaben yazmıştı. O günden bugüne ırkçılıkla mücadelede pek çok ilerleme oldu ancak hala ırkçılığın bugün yakıcı bir sorun olmaktan çıktığını söylemek mümkün değil. Bugün belki de ırkçılıkla mücadelede önemli bir aşama, onu nasıl tanımladığımızdır.
Sakarya’da Kürt işçilere karşı gerçekleştirilen ırkçı saldırı sonrası ırkçılığın hastalık olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Bu söylemi kullanmak doğru mu yoksa yanlış mıdır? Tartışmanın ana ekseni burası idi. Belki de bu tartışmayı yürütmenin sırası olmayabilir, ancak bir sorunu nasıl tanımladığımızın önemli bir aşama olduğunu hatırlayarak konuyu tartışmaya açmakta fayda olabilir.
Karşıt görüşte olanlar ırkçılığın hastalık olmadığını, bir sistem biçimi/sorunu olduğunu, bir tercih ve ya ideoloji olduğunu iddia etmektedir. Bu görüşlere göre ırkçılık hastalık değil insanlık düşmanı siyasi bir sistemdir. Kötü bir düşüncedir. Irkçılık bir suçtur. Hatta dümdüz alçaklık, kötülüktür. Tedaviyi değil, cezayı gerektirmektedir.
Savunanlar ise ırkçılığın tedavisi olmayan bir hastalık olduğunu, aşısı olmadığını dile getiriyor. En son Ohannes Kılıçdağı bir tweetle tartışmaya savunanlar tarafından dahil oldu. Şöyle dedi: "Irkçılık hastalıktır" lafı nasıl anladığınıza bağlı olarak doğru da olabilir yanlış da. Kısaca söylemek gerekirse, toplumda olmaması gereken, zararlı ve ortadan kaldırılması gereken durum(lar) yaratması anlamında hastalıktır denebilir. Eskilerin kullandığı sözle bir maraz [hastalık, dayanılması zor durum] olması itibariyle hastalık olarak görülebilir.
Esasında ırkçılığın bir hastalık olup olmadığı yurtdışında da uzun sürelerdir tartışılan bir konu. Öncelikle tartışmanın buraya has olmadığını belirtmek gerekir. Bu konuda yazılan bilimsel makaleler bile var. 1991 yılına giden bilimsel bir makale "Hastalık olarak ırkçılık: Hastalığın etyolojisi [kökeni] ve tedavisi" başlığını taşıyor. Başka bir makale 2010 yılından ve " Kötülükten Hastalığa: Irkçılığı Tıbbileştirme/Medikalize Etme" başlıklı.
İlk makale Amerikan bağlamı üzerinden hazırlanmış, yazar egemen Amerikan Kültürünün üyeleri tarafından istemsiz olarak ya da farkında olmadan ırkçılığa ev sahipliği edildiğini, ırkçılığın bir hastalık biçimi olarak ele alınması gerektiğini savunuyor.
İkinci makale ırkçılığın bir hastalık ya da bağımlılık olarak ele alan argümanları eleştiriyor. Ve bu gibi yaklaşımların ırkçılığa ya da ayrımcılığa karşı savaşta geriye düşmeye sebep olduğunu açıklıyor. Tıbbileştirme toplumsal değişme için katalizör olmaktan ziyade bir toplumsal kontrol biçimi. Yazara göre ırkçılık kişisel önyargı ve patolojilerden ziyade yapısal bir femonen ve sanıldığından daha kompleks ve yaygın. Bazı görüş yazılarında ırkçılığın bir pandemi olarak nitelendiğine de atıf var. Ancak ırkçılık hastalık ya da pandemi olarak görülemez, olsa olsa diyabet ya da kanser gibi bir kronik bir rahatsızlık olabilir. Görüleceği gibi görüş ve düşünceler çok çeşitli. Türkçede de basit bir taramayla konuya ilişkin onlarca yazı ve röportaj bulunabilir.
Benim görüşüme göre bu tartışma sağlıklı bir şekilde ilerletilebilirse verimli sonuçlar alınabilir. Bir sorunu nasıl tanımladığımız bence onun çözümünün yarısını oluşturmaktır. Hani derler ya inanmak başarmanın yarısıdır gibi. Dolayısıyla tartışmaya dair hissiyatım öncelikle olumludur, devam ettirilmesi gerektiği yönündedir. Bununla birlikte Ohannes Kılıçdağı’nın açtığı rotadan ilerleyecek olursak, ırkçılığı eskilerin kullandığı tabirle de olsa maraz olarak tanımlamak kanımca mümkün değil. Çünkü daha önceki tartışmalarda da açığa çıktığı üzere hastalık temelde meseleyi tıbbın konusu haline getiriyor. Oysa karşımızda hukukun konusu olması gereken bir mesele var. Yani bir ayrımcılık türü olarak belki de ondan daha büyük bir sorun olarak ırkçılığın temelde bir suç türü olması söz konusu. Kimse diline, dinine, kültür unsurlarına bağlı olarak ayrımcılığa maruz kalamaz, anayasanın temel bir maddesi bu. Aynı zamanda bu, Türkiye’nin çekincelere rağmen onayladığı BM’nin "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme"sine de aykırı.
Diğer yandan hastalık dendiğinde akla ilk gelen bunun bir anomali olması meselesidir. Hastalık normalden sapmaya işaret eder. Elbette ırkçılıkta da insan doğasına ait olmayan bir unsurdan normalden sapmadan söz edebiliriz. Ancak böyle dendiğinde çok daha yapısal ve yaygın, çoğunlukla bazı anayasalara kadar sızabilmiş olan ırkçılığın ne kadar büyük bir problem olduğunun görülmesi engellenebilir. Irkçılıkla onu bir hastalık olarak tanımlayarak mücadele edilmesi bana mümkün gözükmüyor.
Son olarak ırkçılığı akıl hastalığı olarak niteleyen yaklaşımlar da söz konusu. Akıl hastalıkları konusunda biricik kılavuz akıl hastalıkları standardını gösteren DSM’dir. Elbette bu kılavuza göre ırkçılık mental bir rahatsızlık olarak görülmüyor. Ancak ırkçılığa bir akıl hastalığı muamelesi yapılması, akıl hastalıklarının stigmatize edilmesi yani damgalanmasına yarıyor. Yani istatistiksel olarak diğer bireylerle aralarında suç işleme anlamında anlamlı bir fark bulunmamasına rağmen, akıl hastaları suçlu gibi muamele edilmeye başlanıyor. Kaldı ki bir akıl hastasının polis şiddetine maruz kalması diğer bireylerden kat be kat daha fazla yani halihazırda ayrımcılığa maruz kalan bir gruptan söz ediyoruz. Diğer yandan bilimsel çalışmalar çok az insanın ırkçı ya da değil kategorisine girdiğini gösteriyor. Yani ırkçılık şu ya da bu şekilde bilinçdışı düzeyinde bile bilinçli insanları etkileyen bir sorun ve hepimiz aslında ırkçılığın kurbanlarıyız, aramızdaki ırkçılık düzeyi farklı olsa da. Ve önyargılar ile zenofobi (yabancı düşmanlığı) bilinçli insanların yani akıl hastalığı olmayanların sahip oldukları özellikler… Bu nedenlerle de ırkçılığın bir hastalık olarak nitelenmesi sakıncalı gözüküyor.