Karanlık sular

Karanlık sular
Türkiye’de baskı ortamı ağırlaşıyor. Temel prensibi özgürlük olan kültür etkinliklerinin hiçbiri güvende değil artık. İktidar dünya görüşünün dışında hiçbir şeye yaşam hakkı tanımamakta kararlı gibi. Antalya’da yaşananlar da bunun son örneği.

Cem Erciyes


Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 60. yılında yaşananlar, Türkiye’nin baskıcı siyasi ortamında kültür ve sanatın neyle sınandığının da bir göstergesi. Artık öyle bir atmosferde yaşıyoruz ki temel prensibi özgürlük olan kültür etkinliklerinin hiçbiri güvende değil. İster bir rock festivali olsun ister uluslararası Bienal, isterse de 60 yıllık popüler sinema festivali…

Türkiye’de baskı ortamı ağırlaşıyor. İktidar kendi dünya görüşünün dışında hiçbir şeye yaşam hakkı tanımamakta kararlı gibi. Hukuktan, ekonomiye, eğitimden kültür ve sanata kadar aldıkları kararlar ve takındıkları tavırlar demokrat insanların benimsediği tüm ilkelere aykırı. Ne var ki bunu bir siyaset yapma biçimine dönüştüren iktidar, muhaliflerini ezip etkisizleştirmek için ucu zulme varan uygulamaları desteklemekten çekinmiyor. Antalya’da yaşananlar da işte böyle, AKP’nin kendi iktidarını sürdürmek için her nevi hamleyi yapabileceği ve kendisinden saymadığı her şeyin yok olmasını istediği görüşünü doğrular nitelikte.

Bu yıl Kültür Bakanlığı’nın önce kapalı kapılar ardından telefonlar açarak filan Antalya Film Festivali yönetimine uyguladığı baskı, zamanla olay kontrolden çıkınca aleniyet kazandı. Kültür Bakanlığı, iktidar partisinin siyasetine aykırı bulduğu, onu eleştiren bir belgesel filmin gösterilmesini istemedi. Oysa ‘Kanun Hükmü’ adlı filmin festivalde gösterilmemesi için hiçbir yasal engel yoktu. Film, Antalya’da yıllardır işleyen süreçler içinde seçilip ‘belgesel’ dalında yarışmaya dahil edildi. Ama Kültür Bakanlığı, AKP siyasetine hasım gördüğü bu filmi seçkiden çıkartması için Antalya Film Festivali’ni arayıp baskı yaptı. Bu baskıya devletin başka kurumlarının da dahil olduklarını çıkan haberlerden öğrendik.

Devlet kurumları karşısında kendini zayıf ve çaresiz hissetmiş olmalı ki festival yönetimi de filmi hemen gösterimden çekti. Neyse ki sinema dünyası buna sessiz kalmadı. AKP’nin siyaset mekanizmasının uyguladığı orantısız güce karşı en kararlı tavrı sinemacılar takındı. Jürilerdeki görevlerinden çekildiler, filmlerini göstermeyeceklerini açıkladılar. Sinemacılar kendi varlık sebeplerine sahip çıktılar. Düşünce ve hayal kurma özgürlüğünün olmadığı yerde yaptıkları işin hiçbir anlamı kalmayacağını ve yok olup gideceğini bilen sanatçılar seslerini yükselttiği için Antalya’daki sansür, sessiz sedasız uygulanma fırsatı bulamadı.

Peki Kültür Bakanlığı yetkilileri bir filmin festivalden çekilmesi için hamle ederken, meselenin büyüyebileceğini, işin festivalin iptaline kadar varabileceğini hiç hesap etmemiş miydi? Elbette etmiştir. Ne de olsa bu festival benzer sebeplerle 1979’da da yapılamamış, 2014’te Reyhan Tuvi’nin belgeseli yasaklanınca büyük protestolar yaşanmıştı. Bütün bunları herkes biliyor ve yetkililer belli ki tam da bunu, yani ‘işin büyümesini’ istediler. Çünkü onlar için bu festival ‘olmasa da olur’ bir şey. İktidara biat etmeyen hiçbir şeye yaşama şansı tanımayan bir anlayış hüküm sürüyor Türkiye’de. Festivalin iptaliyle CHP’li yerel yönetimi köşeye sıkıştırma, seçim öncesi zor durumda bırakma fırsatı iktidar için bulunmaz nimet. AKP siyaseti nasıl ki Feshane’de açılan Artistanbul’u Ekrem İmamoğlu’nu zor durumda bırakmak için hedef aldıysa, bu kez de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’i zor durumda bırakmak için film festivalini hedef almakta bir sakınca görmedi.

Oysa Antalya Film Festivali bu şehrin ve Türkiye’nin en önemli kültürel değerlerinden, geleneklerinden biri. Onlarca yıldır Türkiye sinemasının belli başlı bütün isimleri, oyuncular, yönetmenler orada kendini gösteriyor. Yeni isimler bu festivalde izleyiciyle buluşuyor. Altın Portakal her sinemacı için hayatta alınabilecek en önemli ödüllerden biri. Fakat işte bu sinemacılar iktidarın ideolojisine uygun filmler çekmedikleri, iktidarı eleştirmekten çekinmedikleri için makbul değiller. Tıpkı sanatın diğer alanlarında olduğu gibi. Eskişehir’de, Edremit’te düzenlenen rock festivalleri ‘makbul yaşam biçimi’ne ters olduğu için yaptırılmadı. Yaz boyunca sayısız konser iptal edildi, AKP’li yerel yöneticiler adeta konser iptalinde birbiriyle yarıştı. Bu öyle bir iklim ki bağımsız, tarafsız, sadece kültür ve sanattan yana olmak evrensel ölçütlerde iyi sanatı desteklemek yetmiyor. Hatta belki de tam da bu hedef alınıyor. Ya yüzde yüz ‘yerli ve milli’ olursun ya da olmazsın…

Geçen yıl Boğaziçi Film Festivali’nin başına gelenleri de bu bağlamda hatırlayalım. Tam on yıl boyunca herkesin benimsediği iyi bir festival yapmak için bin bir denge gözeten muhafazakar kökenli sinemasever bir ekip, emek verdikleri o festivali kaybetti. Sebep, ödül töreninde Özcan Alper’in ifade özgürlüğünden yana bir konuşma yapması… Ortalık karıştı, festival heba oldu gitti. Ya da bir iki ay önce İstanbul Bienali’nin yaşadığı küratör krizi… Türkiye’de böyle baskıcı bir ortam olmasaydı eminim ki işler farklı gelişirdi.

ANTALYA BELEDİYESİ NE YAPIYOR?

Artık hiçbir kültür ve sanat etkinliği güvende değil. İçeriğini, biçimini, katılımcılarını benimsemedikleri her tür festivali, sergiyi, filmi engellemekte bir sakınca görmüyorlar. Yaratılan ortamda en kötüsü oluyor ve ‘oto sansür’ sanattan yayıncılığa pek çok alanda kendini gösteriyor. Altın Portakal, son bir iki yıl içinde Türkiye’de yapılamayan ilk festival değil. Biliyoruz ki son da olmayacak… Yıllarca emek verilerek yapılmış, belli bir yere getirilmiş nice etkinlik AKP’nin yarattığı iklimde kuruyup gidiyor.

Buna direnmenin yolu, sinemacıların takındığı gibi kararlı bir tavır takınmaktan geçiyor. Ne yazık ki bu tavrı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde göremedik. Türk sinemasının bu en önemli etkinliği belediye tarafından düzenlendiği için, belediye başkanlarının haleti ruhiyesine ve ait oldukları siyasete git-gelli bir tarihe sahiptir. Festivallerin kendi birikimlerini ve kültürlerini oluşturarak yaşaması için bağımsız vakıflar tarafından düzenlenmesi şart. Antalya’da ise bu hiç mümkün olmadı. Hem Türkiye’nin ekonomik ve siyasi koşulları nedeniyle hem de Antalya’yı yönetenler bu işte başrolü kimseye kaptırmak istemedikleri için böyle olageldi.

Bir önceki Belediye Başkanı AKP’li Menderes Türel, ödül törenlerinde yapılan eleştirel konuşmalardan, yarışmaya katılan muhalif filmlerden kurtulmak için festivali kadük etmekten çekinmeyerek ‘ulusal yarışmayı’ kaldırmıştı. Onun ardından seçilen CHP’li Muhittin Böcek festivali tekrar eskisi gibi düzenlemeye başladı. Böcek festivali ne kadar önemsediğini bütün afişlere kendi ismini yazdırarak gösterdi. Kortejlere, açılış ve kapanış törenlerine katıldı, konuşmalar yaptı. Hatta festivalin konukları, jüri üyeleri popüler isimler olsun diye belediye yetkilileri, sanat yönetimiyle ‘sımsıkı bir işbirliği’ni hiç gevşetmedi. (Söylenenlere göre şimdi festivale tavır alan Tamer Karadağlı da 2021’de böyle bir süreç sonunda ödül vermek üzere Antalya’da sahneye çıkmıştı…) Festivalle bu kadar ilgilenen yerel yöneticiler, aynı festival iktidarın saldırısına uğradığında onu savunmakta tereddüt ettiler.

Kültür Bakanlığı ise istemediği filmi kaldırtmakta gayet kararlı davrandı. O kadar ki festival sponsorları çekildi, valilik işin içine girdi, Gençlik ve Spor Bakanlığı açılış için tahsis ettikleri salonu vermeyeceklerini açıkladı… Açık ve haksız sansür girişimi ile ölçüsüz güç gösterisi karşısında Altın Portakal Film Festivali yönetimi ve Antalya Belediyesi kararlı bir duruş sergileyemedi. Belli ki iktidarın propaganda makinasının suçlamalarından çekindiler. Neticede filmin bir kaldırılıp bir geri konması, en sonunda da Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in tüm ekibi kovup, festivali iptal etmesi konuyu tam bir trajediye dönüştürdü. Onca sinemacının hevesle beklediği Antalya Altın Portakal Film Festivali 60. yılında yapılamayarak, tarihe geçmiş oldu.

Cumartesi gecesi Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’ten beklenmedik bir çıkış geldi. Sinema çevrelerinde önerildiği gibi festivali tamamen kendi imkanlarıyla yapacağını açıkladı Böcek. Bu yıl için görkemli açılışlardan, yüzlerce konuktan vazgeçip küçük salonlarda, kendisi gelebilen sinemacıların varlığıyla, belediyenin imkanları ne kadarına el veriyorsa o kadar bir festival yapmak mümkün. Ülkenin tüm muhalif sanatçılarını ve siyasetçilerini seferber edecek böyle bir kampanya sanıyorum ki yaklaşan seçimlerde Muhittin Böcek’in de daha çok işine yarayacaktır. AKP’nin tüm gücüyle uyguladığı baskıya karşı yerel yönetimlerden siyasi parti ve sivil topluma, sanatçılardan izleyicilere herkesin bir araya gelmesinden başka çare yok. Umuyorum Muhittin Böcek, dediğini yapar ve gerçek bir dayanışmayı seferber eder. O zaman hepimiz kendi imkanlarımızla koşar gider, festivale katılırız.

Öne Çıkanlar