Kötü tesadüf ya da bildik senaryo: Silivri'ye kapatıldım

Kötü tesadüf ya da bildik senaryo: Silivri'ye kapatıldım
Tutuklanmamı bir tesadüfe bağlamanın hem kendime hem de AKP iktidarına haksızlık olacağı kanısındayım.

Nuriye GÜLMEN


Tesadüfler hayatımızın bir parçası. Eminim herkesin hayatında iz bırakan iyi ya da kötü tesadüf hatıraları vardır. Benim de anlatmaya değer epey hoş tesadüf anılarım var. Ama kötü bir haberim var: En kötüsünü anlatarak başlayacağım. Daha da kötüsü: Bu yazıyı bu epey nahoş tesadüfü anlatmak için yazıyorum.

Gerçekten Tesadüf mü?

Hayatımın en kötü tesadüfü 5 Ağustos günü gerçekleşti. İdil Kültür Merkezi'nde bulunduğum bir sırada kurum siyasi polis tarafından basıldı. Yedi günlük gözaltının ardından kendimi Silivri 9 No'lu Hapishanesinde ( yeni adıyla 1 no'lu) buldum.Herhangi bir gün sadece bir kültür merkezinde bulunduğunuz için gözaltına alınmanız ve tutuklanmanız, bu yazıyı okumaya değer gören ve Türkiye'nin siyasi gündemini biraz da olsa takip eden kimseye çok şaşırtıcı gelmeyecektir. AKP Türkiyesi'nin vasatı bize ''her şeyin olabileceği'' bir ülkede yaşadığımız gerçeğini sürekli hatırlatıyor. '' O kadar da değil'' eşiğini aşalı epey uzun zaman oldu.

Yine de tutuklanmamı bir tesadüfe bağlamanın hem kendime hem de AKP iktidarına haksızlık olacağı kanısındayım. Birincisi, aslında ''tesadüf'' denen şeye, her ne kadar gündelik yaşantıda kullanılan biçimine çok alışkın olsak da, oldukça mesafeliyim. Rastlantısallığı reddetmemekle birlikte olayları tesadüfe bağlayarak açıklamayı kaba, daha doğru bir deyişle anti-bilimsel buluyorum. Neyse ki, her şeyin bir nedeni olduğunu bilecek kadar Marksist formasyonum var.

İkincisi, bizimki gibi adaletsizliğin her geçen gün derinleştiği ve halkın en geniş kesimine yayıldığı bir ülkede yaklaşık dört yıldır adalet mücadelesi veriyorum. Hem de öyle benim için açılmış olan ''yasa kapısının'' önünde bekleyerek değil; aksine, tam da adaletsizliğin muhatabı olan herkese dayatılan bu bekleme işini baştan reddederek. Benim - ve bizim- gibi, yasanın kapısında beklemeyi reddedenlerle yeni bir yol açmaya çalışarak ve bekleyenleri bu yola davet ederek...

Adalet İstiyoruz Platformu, yukarıda saydığım saiklerle kuruldu. Katledilen yakınları için adalet arayanlardan, adil yargılanma hakkı için mücadele edenlere; KHK ile işinden atılan kamu emekçilerinden halkın haber alma hakkını savunduğu için tutuklu bulunan gazetecilere; haksızca işlerinden atılan ya da salgın süreciyle birlikte daha fazla hakları gasp edilen işçilere kadar pek çok kişi/aile Platformda yer alıyor. Platform AKP'nin en çok korktuğu şeyi örmeye çalışıyor: Adalet için birlikte mücadeleyi. Dolayısıyla Silivri'ye kapatılmam aslında hiç de tesadüf değil.

Yine de insan, on dakika önce İdil Kültür Merkezinden çıksaydım şimdi olağan hayatıma devam ediyor olacaktım, diye düşünmeden edemiyor. Aslında hayatımın olağan akışı da sistemin yarattığı olağanüstülüklerle dolu. Eğer 5 Ağustos günü İdil Kültür Merkezi'nden çıkabilseydim, önce sevgili avukatlarım Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal için yapılacak olan basın açıklamasına katılacak, ardından bayramda yapamadığım bir ziyareti gerçekleştirecek, Çorlu Tren katliamı ailelerinden birini görmeye gidecektim. Gece de, ertesi gün Çağlayan Adliyesi önünde tutacağımız adalet nöbeti için Mardin'den gelen, Şerif Mesutoğlu'nun eşi sevgili Saime'yi karşılayacaktım. Olağan hayatım, elinde uzun namlulu silahıyla üstüme yürüyen ve ''yere yat'' diye bağıran özel harekat polisleri tarafından kesintiye uğratıldı.

Hakim Sordu: ''Neden İdil Kültür Merkezindeydin?''

Bir kültür merkezinde bulunduğu için gözaltına alınan biri için iyi bir başlangıç sorusu, denebilir. Aslında değil. Doğru soru şu olmalı: Ben neden bir kültür merkezinde bulunduğum için, özel harekat polisleri tarafından yüzüme silah doğrultularak, yüzüstü yere yatırılarak ve saçlarımdan sürüklenerek gözaltına alındım ve şu anda yasal bir kurumda bulunmamın gerekçeleri açıklamak zorundayım?

Çünkü siyasi polis öyle uygun gördü. Çünkü kurumu '' aranan bazı kişiler orada olabilirmiş'', '' bir takım mühimmatın kurumda olma ihtimali varmış'', bir de '' yasaklanan konsere çağrı yapılmış'' diye basmayı uygun görmüşler. Kötü bir kurgu olduğunu siyasi polisin kendisi de kabul edecektir sanırım. Sonuçta iyi bir kurguya ihtiyaçları yok. Ne de olsa kendileri yazıp oynuyorlar ve bu tatsız oyunu hevesle bekleyen, seve seve servis edecek pek çok kanalları var.

Sonuç olarak mühimmat ve aranan kişiler bulunamadı. Yasaklı konser çalışmaları ise son hızıyla sürüyordu. Peki, ben niye gözaltındayım?

Mahkeme salonları, soruları Hakim Beylerin ve Hakime Hanımların sorduğu bir yer. Başlangıç sorusunu, daha da baştan, en baştan alarak cevapladım. Direnişler Meclisini, nasıl kurulduğunu, nasıl işlediğini, Adalet İstiyoruz Platformunu anlattım. Grup Yorum'un Platformun bileşeni olduğunu, konser öncesi röportaj ve bir radyo programının ön hazırlığı için İKM'de bulunduğum söyledim.

Sonra eski defterler açıldı. Örgüt talimatıyla açlık grevi yaptığım ve aynı şekilde sonlandırdığıma ilişkin akıl dışı iddia. Bir talep uğruna yemek yemeyi reddetmenin ne anlama geldiğini bilmeyen ve herhalde hayatları boyunca hiç aç kalmamış, resmi kıyafetli,cübbeli ''adamların'' bildik sorusu... Sanıyorum ki adalet ve açlıkla çok az ilgileri olduğu için ''adalet'' mekanizmasının yüksek koltuklarını işgal ediyorlar ve biz de tam tersi yüzünden hep sanık sandalyesindeyiz. Açlığı ve adalet arzusunu ''bilmediği'' için ifa etmekte olduğu göreve getirilmiş birine bunları anlatmak kolay değil, takdir edersiniz. Anlattığıma pişmanım. Keşke '' bu önceki sınavın sorusuydu, herhalde yanlış kitapçığa bakıyorsunuz'' diye tiye alıp oyuna bir yabancılaştırma efekti katsaydım diye düşünmeden edemiyorum.

Talimatla aç kalmanın, daha doğru bir deyişle '' yemek yemeyi reddetmenin'' mümkün olamayacağını ve kendi açlık deneyimimi bilmem kaçıncı kez anlattım. Ve sona yaklaştık. Hakim bey, soracak şeyi kalmayınca saygıdeğer yargıçların başvurduğu joker sorusunu kullanmaktan geri durmadı: '' Gözaltından neden açlık grevi yaptın?'' ve ''neden parmak izi vermedin?''

Yine geldik açlık grevine. Polis teşkilatına güvenmediğim; emniyetlerde, karakollarda yapılan işkenceleri anlattım. Bunların olduğunu bildiğim ve hukuksuzca tutulduğum bir yerde niye yemek yiyeyim? Parmak izine gelince... Doğrusu, bana neden parmak izi vermediğimin sorulması değil; polislerin ellerinde olduğu halde neden zorla parmak izimi aldıklarının sorulması olurdu. Soru yanlış olunca, hangi şıkkı işaretlerseniz işaretleyin cevap doğru olmuyor. Çünkü kitapçık ve cevap anahtarı onların elinde.

Sorgu bitti ve hakkımda yurtdışına kaçma şüphesi olduğu gerekçesiyle tutuklandım.

Ve Silivri...

Silivri'deyim. Karantina'da tek tutuluyorum. Mazgallı çelik kapı üstümden kilitleneli 5 gün oluyor. Televizyon, gazete, dergi, radyo yok. Kağıt, kalem, bir adet kitap ve havalandırmadan, koridordan gelen yoldaş sesleri var.

Altı saat uykudan geriye kalan 18 saati elimdeki imkanlarla en iyi şekilde geçirmeye çalışıyorum. Günde 100 sayfadan fazla okursam, elimdeki kitap, bir dahaki kitabın teslim gününden önce bitiyor. Bugünlerin savaşı, az kitap okumaya çalışmak.

Burada modern hayatı andıran çok az şey var: Musluktan 24 saat akan sıcak su ve elektrikle çalışan su ısıtıcısı. Kapatıldığımın ikinci günü temizlik yaparken kendimi, duvardaki örümcek ağlarını temizlemek için elektrikli süpürge hayal ederken yakaladım. Sonra kendime küçük hayaller kurmayı yasakladım. Şimdilik en büyük hayalim, burada sevgili avukatlarım Ebru ve Aytaç için attığımız sloganlara, onlarla kucaklaşacak olmanın mutluluğuyla son vermek.

Aklım gözaltında olan direnişçi dostlarımda, direnişlerde, ölüm orucunda olan tutsaklar Özgür ve Didem'de, adalet için mücadele edenlerde... Anadolu'nun dört bir yanında adalet için atan kalbinizi Silivri'den duyuyorum.

Ve biliyorum ki, bu terörize etme çabaları, bu kapatılmalar geçici. Baki olan; kan, ter ve gözyaşı ile ördüğümüz; içeride, dışarıda, her koşulda bir yolunu bularak sürdürdüğümüz mücadelemizdir. Ve bu direnç, eninde sonunda, mutlaka bizim kazanacağımızın muştusudur.

Beni unutmayın. Dost selamlarınızı, mektuplarınızı bekliyorum.

Direnç ve umutla

Nuriye

 

NOT:  Bu yazı Silivri hapishanesine koyulduğum 11 Ağustos Salı gününden 5 gün sonra, postaya verilmek üzere hücreden çıkarıldı ama maalesef aileme ulaşmadan ve nedenini anlayamadığım bir şekilde geri döndü. Döndüğünde yazıldığı tarihin üzerinden 40 gün geçmişti. Dolayısıyla yeri güncelliğini yitirdi.

Yazıldığı sırada karantinada tek başına tutuluyordum. Avukatım Ebru Timtik o günlere yaşıyordu, ölüm oruçları sürüyordu, Yüksel Direnişçileri ile Alev, Mahmut Abi ve Armağan Abi tutuklanmamıştı. Bugün onu postaya verilmek üzere, değişiklik yapmadan, yeniden çıkarıyorum. Güncellemek maalesef mümkün olmadı. O günün duygu ve düşüncelerin, dünyasına dönmem zor. Yazsam bugüne ait yeni bir yazı olurdu. Olduğu gibi bıraktım, beni mazur göreceğinizi umarak. Yine yazacağım.

Son olarak avukatım Ebru Timtik'in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Yüksel direnişçilerini, Alev'i, Mahmut Abi'yi ve Armağan Abi'yi selamlıyorum. Türkiye'nin 5 farklı hapishanesine sürüldüler ama ben seslerini hala duyuyorum.

Öne Çıkanlar