Öğretmenlerin ve okulların özerkliğinin imkanı
Türkiye’de eğitim ve öğretmen kavramları düşünüldüğünde, bu iki alanda yapılan değişiklikler geliyor aklımıza. Eğitimi, öğrencileri ve eğitim emekçilerini bir sabah uyandıklarında bambaşka bir sınav sistemi, bambaşka kurallar bekliyor olabilir. Bu durumun yarattığı sonuç ise; Türkiye, OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) ülkeleri arasında halkı, eğitim sistemine en az güvenen ülke olmasıdır. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) son raporuna göre; Türkiye’de halkın sadece yüzde 21’i eğitim sistemine güveniyor. Bu oranla ise Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alıyor. Aynı şekilde eğitime yatırımda da Türkiye son sıralarda yer almakta.
Şu sıralar gündemde olan ve tartışılan meselelerden biri; öğretmenlerin atama sorunsalı. Birkaç yılda bir, eğitim-öğretimde olduğu gibi öğretmenlerin atamaları ile ilgili de sık değişikliklere gidiliyor. Sınav sisteminin yarattığı olumsuzluklarla boğuşan öğretmen adayları, mülakatın kaldırılmasını arzu ederken, mülakatın kaldırılmayacağı ve daha sistematik bir hale getirilerek uygulamaya konulacağı açıklandı.
Yusuf Tekin, yeni mülakat sisteminin çok önceden tasarlandığını belirterek, ayrıntılı olarak kamuoyu ile paylaştı. Ancak akıllarda yine pek çok soru işareti var. Mülakattaki jürinin niteliği, tarafsızlığı, adil bir mülakatın olup olmayacağı vb. konular tartışılırken diğer yandan da eğitim emekçilerinin, sınavlara güveni olmadığı gibi mülakata da güvenleri yok. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in açıklamalarına baktığımızda ise mülakatın adilliğini, inanç kavramına dayandırarak; “Ben inançlı biriyim, kul hakkı yemek istemem” gibi bir söylemle ifade ediyor olması, halkın, öğretmenlerin ve hatta öğrencilerin güvenini kazanabileceği bir açıklama mıdır? Yani inancı olmayan bir bakan olsa adil olmayan bir mülakat yapardı sonucu mu çıkarmalı halk? Neresinden bakarsanız bakın mantıklı bir zemine oturmayan, bilimsellik ve bilgi barındırmayan açıklamalarla mülakatı meşru bir zemine oturtmaya çalışmaktan öte bir şey yok burada. Sınavların, mülakatların felsefesinden, niteliğinden konuşmak gerekli iken karşımızda bulduğumuz şey yine dini inançlara dayalı güven kazanma biçimleri oluyor.
Öğretmenlerin atamasında mülakat olmamalı gibi bir şey diyemiyorum çünkü mevcut sistemin işleyişinde tüm sınavları, mülakatları ortadan kaldırıp farklı yöntemler geliştirip, o yönteme adapte olacak bilinçte bir toplum değiliz. Paulo Freire’in “Kendi bilincinin farkında olmayan birey, egemen güçler tarafından şekillendirilir” sözü tam da yaşadığımız ülke için güncelliğini korumaktadır. Egemen güçler tarafından şekillendirilmiş ve her ne kadar bazı konularda baş kaldırıp, sesimizi yükseltsek de kendi bilinci olmayan bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumuz.
Öğretmen atamaları için mülakat olabilir ancak bunu nitelikli, eksiksiz ve süreklilik arz eden bir işleyiş şeklinde gerçekleştirmek gereklidir. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Dünyanın hiçbir ülkesinde eğitimle ilgili tartışmaların bitmeyeceğini çünkü herkesin daha iyisi olması için çabaladığını” söylerken sanırım diğer ülkelerin eğitim sistemlerinden, değişime ve yeniliklere gidilirken nasıl bir yol izlendiğinden bir haber olsa gerek.
Her alanda olduğu gibi eğitimde de değişim, dönüşüm, yenilikler kaçınılmazdır ancak her değişim ve dönüşüm bir ilerleme ve gelişim midir? sorusunu sormamız gerekli. Türkiye’de sürekli değişen bir eğitim sistemi var ve sonuçlar ileriye götüren ya da gelişimi sağlayan yönde ilerlemiyor ve bunun üzerine çok ciddi çalışmalar gerekli. Birçok ülkede eğitim alanında daha iyiye ulaşmak için değişimler yapılıyor ancak Türkiye’deki gibi tepeden inme bir şekilde olduğunu söyleyemem. Türkiye’deki eğitimin ve öğretmenlerin akıbeti genel olarak ekonomik- siyasi etkilerin boyunduruğu altında şekilleniyor. Yenilik ve değişim adı altında en iyisini istiyoruz diyerek, durmadan değişime gitmek eğitimin, öğretmenin ve öğrencinin niteliğini derinden etkiliyor. Türkiye’de eğitime dair yapılan tüm değişimlerde öğretmenlerin, öğrencilerin ya da ailelerin herhangi bir fikri alınmıyor.
ÖZEL SEKTÖR VE DEVLET ÖĞRETMENİ SORUNSALI
Eğitim denilince aklımıza ilk gelen bileşenlerden biri elbette öğretmenler. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de öğretmenlik mesleği ve bu mesleğin geldiği durum çok iç açıcı bir konumda değil. On binlerce atanamayan öğretmen var, on binlerce özel sektörde, güç koşullar altında öğretmenlik yapmaya çalışanlar var. Genel olarak eğitim ve öğretmenlik mesleği ile ilgili Türkiye’deki sorunlara baktığımızda öncelikli olarak istihdam ve ekonomik problemler başı çekiyor. Özel sektör öğretmenlerinin yaşadıkları sorunları, devlet öğretmenlerinin yaşadığı sorunlarla mukayese etmek niyetinde olmasam dahi birbirlerinden farklı sorunlarla baş etmeye çalışıyorlar.
Özel sektör öğretmenlerinin taban maaşları, ülke ekonomisine göre çok düşük olması, yaşanılan geçim sıkıntısı ve gelecek kaygısı öğretmenlerin çalışma hayatındaki performansını olumsuz yönde etkilediği gibi birçok psikolojik problemleri de beraberinde getiriyor. Rekabetçi ve serbest piyasa okullarında çalışmak zorunda kalan özel sektör öğretmenlerinin asgari ücretle, sendikasız, özlük hakları olmadan çalıştırılması ve bu duruma mahkum olmaları iç acıtıcı bir hal almış durumda. Öğretmenlerin bunca sıkıntı arasında kişisel ve entelektüel becerileri ne derecede gelişebilir ki? Öğretmende aranan birçok özellik, yetkinlik, ilgi alanları var ve bunların çoğuna ekonomik sebeplerden dolayı ulaşamayan öğretmenler var. Bunun yanı sıra ideolojik ve politik gerekçelerle de öğretmenler, okul yöneticileri tarafından baskıya ya da mobbinge de maruz kalmakta. Bunlar aslında hepimizin bildiği ama çözüme kavuşturulamayan problemlerden sadece bazıları.
Gelelim devlet okullarında çalışan öğretmenlere. Üniversiteden mezun olduktan sonra atanma olasılığı yüksek olan bölümlerden mezun olmuş olanlar sınavı, mülakatı atlatabildi mi bir de şansları varsa “ohh!” diyebiliyorlar. Ancak atandıktan sonra sorunlarla karşılaşıyorlar diyemeyiz. Özel sektör öğretmenlerinin yaşadıkları problemler kadar olmasa da baskı, mobbing ve okul yöneticilerinin tutumları burada da kendini gösteriyor. Kendi başına karar almak isteyen, okul içinde ya da sınıf içinde farklı projeler, çalışmalar yürütmek isteyen öğretmenler kimi zaman kişisel, kimi zaman da ideolojik sebeplerden dolayı engellerle karşılaşabilir.
TÜRKİYE’DE ÖĞRETMEN ÖZERKLİĞİ YOK
Okulun başarısını belirleyen en önemli unsurlardan biri şüphesiz öğretmendir. Öğretmenin mesleki bilgi ve becerisi, öğretimin niteliğini artırmaya yönelik kullandığı yöntemler ve sahip olduğu özerklik, okul gelişimi ve öğrenci başarısı için göz ardı edilemeyecek unsurlardandır. Ülkemizde, öğretim programları ve ders kitapları, merkezi olarak hazırlanmaktadır. Bu süreçte programın uygulayıcısı olan öğretmenlerin, herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) ilgili mevzuatında öğretmenler, belirlenen program çerçevesinde öğrencilerin, kazanımları edinmelerini sağlayan, bu doğrultuda eğitim ve öğretim faaliyetlerini planlayan kişiler olarak tanımlanmaktadır. Böylelikle eğitim sistemi öğretmenlerin belirlenen çerçevenin dışına çıkmaması yönünde bir tutumu zorunlu kılmaktadır.
Türkiye’de öğretmen özerkliğinden bahsetmek güçtür. Öğretmen özerkliği, yetki ve sorumluluk alanları daraltılmıştır, ders materyalleri de dahil olmak üzere merkezi olarak belirlenmiş ve sınırları çizilmiş dar bir alanda uygulama alanı bulmaktadır. Özerk öğretmenler, özerk olmayan öğretmenlerden farklı olarak öğrencilerin öğrenme süreçlerinde kendi kendilerini yönlendirmelerini sağlayacak ortamlar oluştururlar. Uluslararası sınavlarda yüksek başarıya sahip ülkelerde öğretmenlerin; okul yönetimi, politika, ders içerik ve kitapların seçilmesi ve okul bütçesi gibi çok geniş bir alanda özerkliğe sahip olduğu görülmektedir. Bu bağlamda okul yöneticisinin öğrenmeye ve öğretime yönelik bakış açısı, okulun kültürel ve iklimsel özellikleri, öğretmenin profesyonelliği ve mesleki tecrübesinin öğretmen özerkliğini etkilemesi beklenebilir.
OKULLARA VE ÖĞRETMENLERE ÖZERKLİK MÜMKÜN MÜDÜR?
Özerklik genel anlamda işgörenin örgütsel amaçları gerçekleştirmek için yetkilendirilerek kendisine tanınan sınırlarda önceliklere sahip olması ve amaçlara uygun kararlar alabilmesidir. Yani çalışanın, kendi kendini kontrol etmesi ve uzmanlık alanı içinde hareket etmesidir. Uzmanlık alanı içinde hareket etme, özerkliğin sınırsız bir özgürlük olduğu anlamına gelmiyor elbette. Öğretim süreçlerine en yakın kişiler olan öğretmenler, okulda yapılan öğretime ilişkin, eğitim bölgesindeki temsilcilerden daha sağlıklı ve nitelikli kararlar verip sorumluluk alabilir.
Elbette burada okulların ve öğretmenlerin özerkliğinin nasıl mümkün olabileceğini düşünmemiz gereklidir. Her okul kendi eğitim felsefesi doğrultusunda, öğretmen seçiminde kendi mülakatlarını yapsın o halde diyebiliriz. Kısmen özel okullar bunu yapıyor aslında. Kendi öğrencilerini, kendi öğretmenlerini, belirledikleri nitelikler doğrultusunda sınavlarla ya da mülakatlarla seçiyorlar. Aynı uygulamalar ya da benzer uygulamalar devlet okulları için de olsa ve her devlet okulu, mülakatla öğretmen alımı yapsa. Bu bağlamda mülakatı yapacak okul yöneticisinin seçimini, mülakattaki soruları ve jüriyi kimlerin, hangi nitelikler doğrultusunda oluşturacağı da ayrı bir soru olarak akıllara gelecektir. Tüm bunların yanı sıra okul yöneticisinin öğrenmeye ve öğretime bakış açısı, okulun kültürel ve iklimsel özellikleri, öğretmenlerin profesyonelliği ve mesleki tecrübesi de özerkliği olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir.
Okulların ve öğretmenlerin özerk bir yapıya sahip olmaları Türkiye için mümkün olacak bir şey gibi görünmüyor. Özerk bir yapı için; toplumsal bilincin ve gelişmişliğin yüksek olması gereklidir. Bireyler etik değerlere bağlı, objektif bakabilen ve kişisel çıkar gözetmeden, profesyonel bir şekilde yürütmelidir süreci. Lakin Türkiye’de halkın yüksek bölümü birçok konuda devlete güvenmediği gibi eğitimin, okulların ve öğretmenlerin özerkliği konusunda da aynı güvensizliği yaşayacaktır.
Devlet kurumlarında ya da yerel yönetimlerde ya da adına her ne dersek diyelim ülkedeki kayırmacılık, liyakatsızlık ve niteliksizlik yöneticilerin iliklerine kadar işlemiştir. Bu tür bir özerklik sağlandığında devlet kurumlarında ya da yerel yönetimlerde gördüğümüz birçok adaletsizliği, hukuksuzluğu maalesef böyle bir yapıda da görmemiz mümkündür. Bu özerkliği sağlayabilecek tek şey ise toplumsal değişim, dönüşüm ve devlet ideolojisinin ve felsefesinin değişmesi ve halkın dönüşmesidir.
Melike Sargın; Felsefe grubu öğretmeni ve yaratıcı drama eğitmenidir. Uzun yıllardır okul öncesi ve ilkokul yaş gruplarıyla çocuklar için felsefe (p4c) ve yaratıcı drama çalışmaları yürütmektedir. Aynı zamanda eğitimcilere yönelik Çocuklar, topuluklar ve şirketler için felsefe eğitmen eğitmenliği yapmaktadır. Alternatif eğitim modelleri, pedagoji, eğitim ve siyaset alanında yazılar kaleme almaktadır.