Post-Biden Dönemi: Seçimlere doğru Amerikan siyaseti

Post-Biden Dönemi: Seçimlere doğru Amerikan siyaseti
Kasım 2024'te seçimlere gidecek olan ABD'de, Trump'a yönelik suikast girişiminin akabinde Biden'ın adaylıktan çekilmesi şok etkisi yarattı. Harris ise henüz resmi aday olmasa da Trump karşısındaki durumunu hızla dengeliyor.

Hevi GÖKDEMİR


Amerika Birleşik Devletlerinin 4 yılda bir olan başkanlık seçimleri bu sene Kasım 2024’te gerçekleşecek. Mevcut başkan ve Demokrat aday Joe Biden’ın, Cumhuriyetçi aday ve eski başkan Donald Trump’la yaptığı münazarada (debate) gösterdiği performans özellikle Demokrat Parti cephesinde büyük tartışmalara sebep olmuştu. Devam eden süreçte, Pennsylvania’daki miting sırasında Trump’a yönelik suikast girişimi şok edici bir etki yarattı. Hemen ardından ise Biden yaptığı açıklamayla çekildiğini duyurdu ve kendisinin yerine aday olarak mevcut Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i işaret etti.

SİYASİ ‘KUTUPLAŞMA’ VE SEÇİM ORTAMI

Tıpkı Türkiye gibi ABD için de siyaset bilimi uzmanları kutuplaşmış bir toplum olduğu tespitini yapıyorlar. Donald Trump’ın kampanya platformu, tam olarak toplumun polarize olduğu noktalar üzerine kurulu. Çoğu analist, Trump’ın 2016 ve 2020’deki kampanyalarından daha radikal ve ABD’deki köklü hükümet şeklini değiştirecek[1] bir ajandasının olduğundan bahsediyor. Ancak, pek çok seçmen Demokrat Parti’yi de statükonun temsilcisi olarak görüyor ve adaylarına şüpheyle yaklaşıyorlar.

ABD’nin iki partili kurumsallaşan seçim sistemi, seçmenleri Cumhuriyeçi veya Demokrat Parti’ye oy vermeye bir nevi ‘mahkum’ ediyor. Diğer partiler, seçim sisteminin kuruluş kodları itibariyle herhangi bir şansları olmadığı için sadece marjda kalabiliyorlar. Çoğu seçmen tercihini yaparken tabiri caizse kötünün iyisine karar vermeye çalıştığını söylüyor.

Seçim gündeminin temel başlıkları Trump taraftarlarının Kongre’yi bastığı 6 Ocak ‘Kalkışması’, kürtajın ulusal çapta yasaklanması, güney sınırındaki göçmen akını, şehirlerde artan suç oranları, sosyal adalet, enflasyon, İsrail’in Gazze savaşına verilen Amerikan desteği ve Ukrayna savaşı. 2020’nin tekrarı gibi görünen ‘sıkıcı’ bir seçim son iki haftada resmen bir Hollywood filmine dönüştü. Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’a düzenlenen suikast girişimi ve Joe Biden’ın yarıştan çekilmesi tüm seçim dinamiğini baştan kurdu.

ADAY PROFİLLERİ: TRUMP VS. HARRİS

Joe Biden’ın yarıştan çekilmesi ve hemen akabinde Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i Demokrat Parti’nin başkan adayı olarak desteklediğini açıklaması bir tür şok etkisi yarattı. Sürecin buraya nasıl evrildiğini anlamak için bir adım geriye atıp Joe Biden ve Donald Trump’ın Haziran ayındaki münazarasını hatırlamamız gerekiyor.

Münzarara kültürü, Amerikan siyasi sisteminin birçok kademesinde var. İki partinin başkan adayları, parti tabanlarınca seçilirler. Bu oldukça çetrefilli ve uzun bir süreçtir. Iowa’dan başlayarak her eyalette sandık kurulur. Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti seçmenleri, partilerinin aday göstermesini istediği kişileri bu ön seçim süreçlerinde seçerler.

Ön seçimlerden birkaç ay önce, partiler başkan aday adaylarının parti tabanlarına tanıtılması için bir dizi münazara yaparlar. Bu bir tür podyum işlevini görür ve aday adaylarının zayıf ve güçlü yönlerini ortaya çıkartır. Bu sene Demokrat Parti’de böyle bir münazara süreci olmadı. Joe Biden neredeyse ekstra hızlandırılmış bir süreç ile partisinin olası adayı seçildi. Biden’a yönelik hiçbir meydan okumaya izin verilmedi ve Biden kamusal alanda başka bir aday adayınca zorlanmadı.

Cumhuriyetçi Parti’de ise parti aday adayları arasında münazaralar oldu ancak Donald Trump bunlara katılmadı. Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olacağına kendi kampanya ekibince zaten kesin gözüyle bakıldığı için; münazaralara katılmasının bir ek getirisinin olmayacağı düşünüldü. Böylelikle, hem Cumhuriyetçi Parti hem de Demokrat Parti muhtemel adaylarını bir direngenlik testine tabii tutmadılar.

Amerika’da bir siyasi gelenek olarak partilerin resmi başkan adayları, büyük bir medya kuruluşunun moderatörlüğü ve ev sahipliğinde bir münazaraya girerler. Başkanlık Münazarası (Presidential debate) olarak olarak bilinen bu hadisenin kilit noktası, ön seçimler bitip adaylar partilerce resmi olarak aday olarak benimsenince yapılmasıdır.

Adayların adaylıklarının resmiyete dökülmesi, iki partinin Temmuz-Ağustos civarında olan kongrelerinde kesinleşir. İki partinin adayı arasında gerçekleşecek kamusal düello, seçim sürecinin sonlarına doğru genellikle Eylül ve Ekim aylarında yapılır. Ancak bu sene, hem Donald Trump hem de Joe Biden, adaylıkları resmiyete dökülmeden ziyadesiyle erken bir tarih sayılacak 27 Haziran’da münazara için sahneye çıktılar.

Joe Biden’ın 81 yaşında olması, akli kapasitesi hakkında yıllardır soru işareti yaratıyordu. Ancak, Joe Biden’ın münazaradaki performansı kelimenin tam anlamıyla bir fecaat idi. Sürekli yarım kalan kelimeler, kekeleme hali ve bütünlüklü anlamı olmayan cümleler Biden’ın bilişsel kapasitesindeki düşüşü ortaya koydu.

Öyle ki, yaşı epeyce ileri olan Donald Trump’ın (78) hiçbir gafı izleyicilerin aklında kalmadı. Joe Biden’ın beklenenden de kötü performansı Demokrat Parti için bir dönüm noktası oldu. Öyle ki Demokrat Parti, nispeten sadık seçmen kitlesini bile kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı. Çoğu Demokrat Partili, Biden’ı sevdiğini söylese bile; kendisini 4 yıl daha başkanlık koltuğunda tutmanın sorumsuzca ve gayri-ahlaki olduğunu düşündü.

Bunun üzerine pek çok Demokrat Partili siyasetçi Joe Biden’ı yarıştan çekilmeye davet etti. Siyasetçilerin yanı sıra, New York Times gazetesi yayınladığı bir yazıyla Biden’ı çekilmeye çağırdı. TIME dergisi ise kapağıyla bu çağrılara destek verdi. Hatta Hollywood yıldızı George Clooney bile Biden’ın yarıştan çekilmesi gerektiğini söyledi. Bu durum yaklaşık 3 haftalık bir siyasi dedikodu döngüsünü yarattı.

Biden sıklıkla yarıştan çekilmeyeceğini vurgulasa da, medyaya yansıyan dedikodular Joe Biden’ın yarıştan çekileceğini, yakın çevresinin onu ikna etmeye çalıştığını, Obama ve diğer parti elitleriyle görüştüğünü, Kamala Harris’in kapalı kapılar ardında Biden’ın kuyusunu kazdığını iddia ettiler. Bunların ne kadarının gerçeği temsil ettiğini tam anlamıyla söylemek mümkün değil. Ancak, Nancy Pelosi ve Barack Obama gibi Demokrat Parti elitlerinin kamuoyu önünde Joe Biden’a destek verip sahne arkasında adaylıktan çekilmesi için Biden’ı ikna etmeye çalıştığını söylemek makul şüphe içerisinde doğru bir tespit sayılabilir.

Özellikle, Trump ve Biden münazarasının adayların belirlenmesinden önce yapılması ve bu bağlamda siyasi geleneklerin dışına çıkılması, pek çok kişide Demokrat Parti elitlerinin niyetleri hakkında retrospektif bir soru işareti oluşturduğunu öylemek mümkün.

ADAYLARIN ŞANS FAKTÖRLERİ

Peki, Demokrat Parti’nin başkan adayı olacak Kamala Harris kimdir ve süreç nasıl işleyecek?

Kendisi Amerikan tarihindeki ilk kadın Başkan Yardımcısı. Parti içerisindeki tüm büyük isimler adaylığına destek açıkladı. Ağustos ayında Şikago’da yapılacak olan Demokrat Parti Kongresi’nde adaylığı büyük ihtimalle kesinleşecek.

Harris, Cumhuriyetçilerin ve genel anlamıyla muhafazakar kanadın sevmediği bir isim. Biden’ın 4 senelik başkanlığı süresince, Harris’in sorumluluk alanının “sınır güvenliği” olması, kendisini göç tartışmasının açık hedefi yaptı. Her ne kadar ideolojik olarak daha merkezde sayılabilecek bir isim olsa da karşı cephe Harris’i “aşırı sol ve radikal” bir kişilik olarak etiketliyor.

Bunun açıktan veya dolaylı olarak dayandırıldığı belli noktalar var: Harris’in Amerika’nın en solcu eyaleti sayılacak Kaliforniya’dan geliyor olması, kürtaj hakkını siyasi platformunun en üstüne koyması ve tabii ki Afro-Amerikalı kadın kimliği. Irkçılar ve muhafazakarlar için bir “öcü” sayılabilecek bu toplam, Harris’i olduğundan çok daha solcu bir ajandaya sahipmiş gibi gösteriyor.

Halbuki, Harris aynı zamanda Kaliforniya eski Başsavcısı. Başsavcılık sürecindeki sicili partinin solundakiler tarafından çok ciddi eleştirilere tabi tutuldu. Bunlardan en önemlisi de, Harris’in marjinalize edilmiş ezilen toplulukları hukuk sistemi aracılığıyla hedef aldığı yönünde. Solun kendisine taktığı lakap ise “Polis Kamala”.

Harris’in soru işaretleriyle dolu başsavcılık sicili Demokrat Parti’nin daha sol tabanı için şüpheler yaratsa da, Trump’a oy vermek istemeyen kararsız seçmenler için bir artı sayılabilir. Harris’in kampanyası, başsavcı geçmişini Trump’ın geçen aylarda mahkeme tarafından 34 ayrı suçtan hüküm giymesiyle tezat kuracak şekilde kurgulanıyor.

Demokrat Parti, “bir suçluyu en iyi şekilde yargılayacak olanın başsavcı olduğu” üzerine sloganlaştırdığı bu strateji ile partizan olmayan bağımsız seçmen kitlesini hedef alıyor. Yani, parti tabanı için negatif sayılabilecek sicil; Kamala Harris’i “hukuk ve düzen” isteyen seçmene cazip kılabilir.

ABD SEÇİM SİSTEMİNDE ADAYLARIN KAZANMA İHTİMALLERİ

Donald Trump, anketlerde uzun bir süredir Joe Biden’ın önündeydi. Münzaradaki kabus performans, aradaki farkı iyice açtı. Ancak, Biden’ın çekilip Harris’i destekleyeceğini açıklamasıyla birlikte Demokrat Parti tabanında benzerine az rastlanır ölçüde bir sinerji yakalandı. Harris kampanyası ilk haftada 200 milyon dolar toplayarak neredeyse bir rekora imza attı. Taban ciddi bir konsolidasyon haline geçti. Biden’ın çekilmesiyle, Demokrat Parti’nin milyoner ve milyarder donörlerinin de finansal desteklerini arttıracakları tahmin ediliyor.

Toplanılan maddi desteğin yanı sıra, Harris ve Trump arasındaki fark ciddi oranda azaldı. Münazara ve Trump’a yönelik suikast saldırısı sonrası, Trump, Biden’ın neredeyse iki haneli puanlara varacak kadar önündeydi. Ancak bugün, Trump genel oy (popular vote) anlamında, Harris’le burun buruna gidiyor. Yine de, genel oyun çoğunluğunu almak Amerikan seçim sisteminde madden seçim sonucuna tekabül etmiyor.

Amerika’daki seçim sisteminin en önemli kısmı Türkçe literatüre Seçiciler Kurulu (electoral college) olarak geçen bir tür vekalet sistemi. Sistemin nispi karışıklığını şöyle özetlemek mümkün: Eyaletlerde kazanmak, ulusal çapta popüler oyu kazanmaktan daha önemli. Mesela Hillary Clinton, ulusal çapta Donald Trump’tan daha çok oy aldı. Ancak Trump, 538 Seçiciler Kurulu (electoral college) oyundan 304’ünü alarak Clinton’ı yendi.

Bunun sebebi, 2016’da Donald Trump’ın Wisconsin ve Michigan gibi önemli eyaletleri alabilmesiydi. Bu eyaletler, çekişmeli eyaletler (swing states) olarak biliniyor ve neredeyse her seçimde el değiştiriyorlar. Kısacası sistem, bu birkaç eyalet genelinde kazananı şampiyon yapıyor.

Şu anda Donald Trump bu çekişmeli eyaletlerin neredeyse hepsinde önde. Ancak, Kamala Harris için yarış henüz yeni başlıyor. Trump’ın hatalı Başkan Yardımcısı seçiminin aksine Harris daha stratejik bir isim seçerse; çekişmeli eyaletlerde şansını arttırabilir. Burada Biden Yönetimi’nin Gazze Savaşı’na dair tutumu da belirleyici olacak. Çekişmeli eyaletlerden biri olan Michigan, Arap-Amerikalı nüfusunun yoğun olduğu bir bölge. Bu demografinin ezici çoğunluğu Demokrat Parti seçmeni.

Biden-Harris zamanındaki Beyaz Saray Yönetimi’nin İsrail’e neredeyse koşulsuz desteği Arap-Amerikalı seçmenleri seçimleri boykot etmeye doğru itiyor. Kamala Harris’i zor ve stratejik kararlar bekliyor. Kültürel olarak çok fazla kategoriye sahip olan Demokrat Parti koalisyonunu ayakta tutmak, hassas bir dengeyi gözetmeyi gerektiriyor. Şuan seçim sonuçlarını bütünlükle tahmin etmek oldukça güç. En azından dayanaklı bir tahmin yürütebilmek için Eylül ayı ve sonrasında çıkacak anketleri beklemek gerekiyor.

KASIM 2024 SONRASINDA TÜRKİYE VE ORTADOĞU POLİTİKASI

Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da gözler ABD seçimlerinde. Seçimlerin Türkiye ve Ortadoğu’nun kaderini nasıl etkileyeceği ise herkes için merak konusu. Bu, kendi başına ayrı bir yazıyı hak etmekle beraber, Amerikan başkanlık seçimlerinin dış politikayla direkt ilişkisini tespit etmek oldukça zor. ABD’nin Ortadoğu politikasındaki belirli alanlarda, stratejik bir biçimde, Beyaz Saray’da Cumhuriyetçi veya Demokrat olması fark etmeksizin süreklilikler görmek mümkün. Ancak, Trump’ın şahsına münhasır kişiliği dış politika konusunda tahminleri güçleştiriyor.

En azından kamusal söylemlerdeki en temel dış politika farkı Ukrayna Savaşı. Trump ve Cumhuriyetçiler, Ukrayna’ya olan askeri destekten hoşnut değiller. Trump her ne kadar Rusya ile olan savaşı durduracağını söylese de detaylar pek net değil. Kamala Harris’in ise Biden dönemindeki Ukrayna desteğini devam ettireceğini beklemek mümkün.

İsrail’e destek iki partinin de uzlaştığı bir konu. Trump, Demokratları İsrail’e yeterince destek olmamakla suçluyor. Seçilirse, Amerika’nın İsrail-Filistin çatışmasındaki politikasının aynı şekilde devam etmesini bekleyebiliriz. Kamala Harris, Biden Yönetimi’nde Gazze’ye insani yardıma daha sıcak bakan ve “6 haftalık bir ateşkese” ihtiyaç olduğunu söyleyen isimdi. Bunun halihazırdaki Biden politikasından içerik itibariyle ne kadar farklı olduğu ise tartışmalı.

Diğer bir majör başlık ise Ortadoğu’daki Amerikan askeri varlığı. Uzun bir süredir Amerika’nın Ortadoğu’dan kademeli olarak çekilip, Asya’ya doğru hareket etmesi gerektiğini tembihleyen bir dış politika diskuru var. Trump’ın Ortadoğu’dan çekilmeye daha ılımlı baktığı tahmin edilse bile, 7 Ekim’den sonra bunun ne kadar mümkün olduğunu kestirmek güç.

Tüm bu soruların bir kısmına Eylül ve Ekim aylarında gerçekleşmesi beklenen başkanlık münazaralarında cevap almayı bekleyebiliriz. Ancak adayların kimsenin pabucuna basmadan hareket etmeye çalıştığı şu dönemde, bu sorulara söylemsel düzeyde ne denli samimi cevap alabileceğimiz ise meçhul yönünü koruyor.


Hevi Gökdemir kimdir?

12 Şubat 1999’da Diyarbakır’da doğdu. Koç Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Tarih lisans bölümlerini 2023 yılında dereceyle bitirdi. Aynı sene Northwestern Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi doktorasına başladı. Bu bölümde Amerikan siyaseti kürsüsünde öğretim asistanlığı yapıyor. İlgi alanları siyasal teori, karşılaştırmalı siyaset, Ortadoğu ve Amerikan iç siyaseti.

DİPNOT:

[1] Trump’a yakın kişiler tarafından ileri sürülen ‘Project 2025’, hükümetin yürütme kanadının ve direkt olarak Başkanlık ofisinin güçlerini arttırmak üzerine kurulu bir siyasi manifesto.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar