Raphael Lemkin ve Soykırım Sözleşmesi

Raphael Lemkin ve Soykırım Sözleşmesi
Belge Yayınevi Lemkin’in otobiyografisini yayımladı. Soykırım Sözleşmesi’nin uluslararası hukukta olduğu kadar, insanlığın vicdanına ve ahlakına seslenişinin günümüzde karşılık buluyor olmasını büyük ölçüde Raphael Lemkin’e borçlu olduğumuzu unutmamalıyız

Dario NAVARO

Belge Yayınevi’nden yeni çıkan Raphael Lemkin otobiyografisinin* Türkçe baskıya önsözüne Sait Çetinoğlu şu sözler ile başlıyor: “Geçen yüzyılın en olağanüstü insanlarından biri hakkında, her kelimesi adalet terazisinde tartılmış otobiyografisi üstüne yazı yazmaya kalkmışsanız sözlerinize çok dikkat etmeniz gerekir… Tepeden tırnağa bir adalet abidesi; insanlığın yüz akı Raphael Lemkin üzerine yazıyorsunuz.”

Yarattığı soykırım/jenosit sözcüğü ve Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’yle sık sık birlikte anılan Lemkin, gerçekten geçen yüzyılın olağanüstü bir uluslararası hukukçu ve insan hakları savunucusuydu. Ancak teslim etmek gerekir ki, Sözleşme’nin BM Genel Kurulunda kabul edildiği 1948 yılından sonra, özellikle dünya siyasetini şekillendirecek olan Soğuk Savaş koşullarında, Sözleşme işlevsiz kalmaya, Lemkin de unutulmaya mahkûm görünüyordu. 1950’li yıllardan 1996 yılına kadar geçen süre içerisinde, iç savaşlar ve baskıcı rejimler nedeniyle, 86 milyonun üzerinde insanın öldüğü tahmin ediliyor; uluslararası hukuk bu sürece müdahalede etkili olmamıştır, Lemkin’in adının da insanlık suçları bağlamında pek anıldığı bilinmiyor.

20. Yüzyılın sonlarına doğru iki büyük insanlık suçu yaşandı. Bunlardan birincisi dağılma sürecinde olan Yugoslavya’da, ikincisi Ruanda’da meydana gelmiştir. Bunun üzerine, BM’nin çatısı altında, 1993 yılında kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ile 1994 yılında da kurulan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açılan davalar sonucunda, soykırım suçu işlendiğine hükmedilmiştir. 2002 yılında, Roma Statüsü ’nün oluşturulması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla, mahkemenin yargı yetkisine giren suçlara bakıldığında soykırım suçunun olduğu görülmektedir.

Aynı dönemde, soykırım konusunun akademik çalışmalarda yer almağa başladığı görülüyor. Lemkin’in, soykırımların antik dönemlere uzanan tarihsel sürekliliğini çalışmalarında ortaya koyması, sömürgecilik tarihi ile 20. yüzyıl soykırımları arasında dolaysız bir ilişki olduğuna dair tezi, geliştirdiği karşılaştırmalı soykırım tahlil yöntemi, vb., modern soykırım çalışmaları için bir kalkış noktası oluşturmuştur: Lemkin giderek “Soykırım Çalışmalarının Kurucu Babası” olarak anılacaktır. Günümüzde, yayımlanan soykırım araştırma dergilerine ve geniş bir soykırım literatürüne bakıldığında, bunlara ek olarak üniversitelerde soykırım dalının yer alıyor olması, bu yeni akademik alana olan ilgiye işaret ediyor.

Lemkin’in 20. Yüzyıl hukuk tarihinde oynadığı istisnai role gelince, bunun başlıca iki nedenden dolayı olduğu bilinir:Bbunlardan birincisi, oluşturduğu jenosit (genocide) sözcüğü ile anlamını kazanan soykırım kavramı, ikincisi de bu kavramın bir suç fiili olarak uluslararası ceza hukukunda tanınmasını gerçekleştirecek Sözleşme’nin BM’de kabul edilmesidir.

SOYKIRIM SÖZCÜĞÜ VE ANLAMI

Lemkin daha genç bir hukuk öğrencisiyken, aidiyetleri nedeniyle insan gruplarına uygulanan katliamlar konusuna duyarlıydı. 1933’te, Cemiyeti Akvam işbirliğiyle Madrid’de toplanan Ceza Yasasının Birleştirilmesi üzerine 5. Uluslararası Konferansı’na, halkların ezilmesi ve kırımını amaçlayan hareketlerin cezalandırılması gerektiğini savunan bir rapor sunmuş, raporda “barbarlık” ve “vandalizm” olarak tanımladığı suçların uluslararası ceza hukukunda tanınmasını önermişti, ancak önergesi konferansta gündeme alınmamıştı.

Polonya’nın Nazi Almanya tarafından işgali üzerine Lemkin uzun bir yolculuktan sonra ABD’ye ulaşır. Önce Duke daha sonra Yale üniversitelerinde çalışır, ama aklı fikri ailesinin de yaşadığı Polonya’da ve Almanya’nın işgal ettiği topraklarda yaşananlardır. ABD’nin savaşa girmesi üzerine Savaş Bakanlığında danışman olarak çalışmaya başlar. Nazi rejiminin halklara karşı bir savaş yürüttüğü ve Orta Avrupa Yahudi topluluğunu yok etmeyi örgütlediğine yönetimden kimseyi ikna edemez. En son Roosevelt’e başvurusu da netice vermeyince, Alman işgali altındaki ülkelerde, Nazilerin resmî gazetelerde yayımladıkları yasalar ve yönetmeliklerden yararlanarak, özellikle Yahudilere ve Çingenelere yapılan uygulamaları incelediği ve belgelediği Axis Rule in Occupied Europe eserini Ağustos 1944’te yayımlar. Soykırım sözcüğünü ilk kez burada kullanır.

Churchill 1941 deki bir radyo konuşmasında, Nazilerin işgal ettikleri ülkelerde sivil halka uyguladıkları şiddet için “Adı konmamış bir suç ile karşı karşıyayız” demişti. Lemkin kitabında bu suçun adını verir; anlamını kitabın Soykırım bölümde şöyle açıklar:

“Yeni kavramlar yeni terimler gerektirir. ‘Jenosit’ derken bir ulusun veya etnik grubun mahvedilmesini kastediyoruz. Yazarın yarattığı bu yeni sözcük ile eski bir uygulamanın modern gelişmesine işaret ediliyor; bu sözcük, antik Yunanca genos (ırk, kavim) ve Latince cide (öldürmek) sözcüklerinin bileşiğidir... “

Soykırım ile neyin belirtildiğini şöyle açıklar: “ulusal grupların aslî yaşam temellerini tahrip etmeye yönelik farklı eylemlerin eşgüdümlü planı kastedilmektedir.”

Soykırım suçunun Nürnberg yargılamalarında yer almasını sağlamak için Lemkin çok uğraşır, ancak savcı tarafından iddianamede kullanılmasına karşın mahkeme kararlarında soykırım sözü kullanılmamıştır. Lemkin Nürnberg Kararlarının soykırım suçu için bir içtihat oluşturacağını umuyordu, bu gerçekleşmez. Lemkin’e BM yolu görülmüştür; bundan sonra soykırımın uluslararası bir suç olarak tanımlanması için BM’de uğraşacaktır. Savaş Bakanlığı’ndan istifa eder ve yalnız bir savaşçı olarak zor şartlar altında yaşayacağı New York’a gider.

SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ

Lemkin yeni kurulan BM’de insan hakları konusunda olumlu bir rüzgâr estiğini sezer, bundan yararlanmaya çalışacaktır. Ancak daha başından, ABD, İngiltere, Fransa, Güney Afrika, Belçika ve Kanada soykırım yasa taslağının hazırlanmasına karşıdırlar. Bunun üzerine Lemkin daha küçük devletlerden, özellikle eski sömürgeler ve Latin Amerika ülkelerinden, yasa girişimi lehine bir ittifak oluşturmaya yönelir, bunda da başarılı olur.

BM’de, Ad Hoc Komite tarafından hazırlanan Sözleşme taslağında Mihver kitabında savunduğu görüşler yer alır, fakat bir istisnayla: komitenin diğer iki üyesi, uluslararası namlı Prof. Vespasian Pella ve Prof. Henri Donnedieu de Vabres, kültürel yıkımın soykırım yasasının kapsamı dışında olduğu görüşündedirler. Oysa kültür konusu Lemkin için soykırım kavramının önemli bir ögesiydi. Ona göre bir toplumun kültürel gelişiminin engellenmeye çalışılması ve asimilasyon soykırımın tanımı içinde olmalıydı. Kültürel soykırım, bir grubun dili, gelenekleri, anıtları, arşivleri, kütüphaneleri ve ibadet yerleri gibi unsurlardan oluşan kültürel yapısının yok edilmesi demekti. Lemkin için bu bir ulusun ruhunun en kutsal varlıklarının imhası anlamına geliyordu. Savaş arası yıllarda, çok-uluslu devletler bağlamında süren ulusal bağımsızlık ya da kültürel otonomi tartışmalarından Lemkin’in kültürel otonomi yönünde etkilendiği düşünülebilir. Lemkin’in kültür konusunda ısrarcı tutumu komite üyeleri ile ilişkilerini zorlar, sonuçta soykırım tanımına dâhil edilmez.

Sözleşme BM’nin 1948 Paris Genel Kurul toplantısında 9 Aralık günü oybirliği ile kabul edilir ve devletlerin onayına açılır. 12 Ocak 1951’de geçerlilik kazanır. Ne var ki başını İngiltere’nin çektiği muhalefet, farklı yöntemlerle, örneğin SSCB’nin Sözleşme’ye çekincelerini ileri sürerek, yasanın uygulama aşamasına geçmesini engellemeye, yasanın işlevsiz kalmasına çalışır. İngiltere Sözleşme’yi çok sonraları, 1978 de, ABD ise 1990 da imzaladı. SSCB yasaya çekincelerini ise 90lı yıllarda geri çekti.

TARİHTE BİREYİN ROLÜ

Lemkin BM’de Sözleşme’nin bayrağını taşıdı ve Sözleşme’nin pozitif bir yasa olarak uluslararası hukukta yer almasında belirleyici bir rolü oldu. Ancak daha geniş bir perspektiften bakıldığında savaş arası yıllarda bu alanda çalışan, barış ve insan hakları üzerine kafa yoran tek hukukçu Lemkin değildi.

1920'ler ve 1930'larda, uluslararası bir ceza mahkemesi kurmaya çalışan, devlet terörünü ve ulusal azınlıklara yönelik baskıyı yasalarla engellemeye çalışan insan hakları savunucusu hukukçuların oluşturduğu bir çevrenin genç bir üyesiydi Lemkin. René Samuel Cassin, John Peters Humphrey, Hersch Lauterpacht, Jacob Robinson, Vespasian Pella, Henri Donnedieu de Vabres gibi dönemin ünlü uluslararası hukukçuları Cemiyeti Akvam ve farklı platformlarda insancıl hukuku oluşturmaya odaklanmışlardı. Keza, BM’de Sözleşme’nin taslağını çoğu konularda görüşlerini paylaştığı Pella ve Vabres ile birlikte hazırlayacaktır.

BM’de, bazen açık bazen gizli, güçlü bir muhalefetin sözleşmenin yasallaşmasını engellemeye çalışmasının yanı sıra, BM’nin insan hakları konusunda genelinde olumu olan siyasi atmosferinin kısa sürede değişebileceğini hesaplayan Lemkin, Sözleşme’nin Genel Kurulda bir an önce oylanması için tüm kişisel, maddi ve mesleki menfaatlerini, hatta sağlığını, bir kenara atarak, bazen tek başına mücadele edecektir. Sözleşme 1948’de BM Genel Kurul toplantısında oy birliği ile kabul edildiğinde Sözleşme’nin ‘Lemkin Yasası’ olarak adlandırılmasının önerilmesi boşuna değildi.

Lemkin’in bu süreçteki rolünü düşünürken, Rus Marksizm’inin babası Georgi Plehanov’un ‘Tarihte Bireyin Rolü Üzerine’ adlı makalesinde yazdıkları akla geliyor. Plehanov, “Tarihi insanların yaptığını, dolayısıyla bireylerin etkinliklerinin tarihte önemli bir yerinin” olduğunu, kişilik özellikleri sayesinde bireyin toplumun kaderini etkileyebildiğini söyler: O “Bir büyük adam, bir öncüdür. Çünkü herkesten daha çok ilerisini görür ve istediklerini herkesten daha güçlü ister… Toplumsal ilişkilerin gelişiminin yarattığı yeni toplumsal gereksinimleri gösterir; bu gereksinimleri karşılamak üzere inisiyatifi ele alır… Bir kahramandır.” Ama bireyin etkisi toplumsal koşullardan ve güç dengelerinden bağımsız değildir: Plehanov, olaylarda “kişisel özelliklerin etkisi yadsınamaz ama bu etkinin var olan toplumsal koşullarda meydana gelebileceği gerçeği de o denli yadsınamaz” diye ekleyerek, tarihsel materyalizmin temel yaklaşımını vurgular.

Holokost ile fiilen yaşanmakta olan insanlık suçunun adını koyarak, daha sonra insan hakları konusunda içinde yer aldığı çevrenin entelektüel ve hukuksal birikimiyle ve de BM’de ancak birkaç yıl sürecek olan ılımlı siyasi koşulları iyi değerlendirerek, soykırımı bir suç fiili olarak tanımlayan bir yasanın uluslararası hukukta yer almasını sağlamış olan Lemkin, Plehanov’un deyişiyle, “bir büyük adam, bir öncüdür.” Bu işi zamanında başarmış olması Lemkin’in uluslararası hukuka ve soykırım çalışmalarına mirasıdır.

LEMKİN’İN MİRASI

Soykırım Sözleşmesi’nin uluslararası hukukta olduğu kadar, insanlığın vicdanına ve ahlakına seslenişinin günümüzde karşılık buluyor olmasını büyük ölçüde Lemkin'’in 1940’lı yıllarda önüne koyduğu hedefe ulaşmak için şaşmadan ve fedakârca çalışmasına borçluyuz.

20 bin sayfalık soykırım üzerine çalışmalarının yer aldığı, fakat yaşamında yayımlayamadığı arşivi ise yeni yeni su yüzüne çıkmaktadır. Örneğin, Steven Leonard Jacobs’un 2012’de yayımladığı Lemkin on Genocide kitabında, Lemkin’in arşivinden ‘Soykırım Çalışmalarına Giriş’ ve ‘Antik Dönemden Günümüze Soykırım Tarihi’ metinlerine yer verilmiştir. Soykırım üzerine akademik ağırlıklı dergilerde Lemkin’in tespitleri, tahlilleri ve tezleri mercek altına alınmakta, doktora tezlerinde incelenmektedir. Lemkin’in ifadesiyle, “insanlık tarihini karanlık bir gölge gibi takip eden” soykırım olaylarının bugün bilimsel olarak incelenmesine odaklanmış bir bilim dalı var.

Ancak akademik alandaki soykırım çalışmalarının ve araştırmalarının Türkiye’de halen yerine oturduğu söylenemez. Bunun bir nedeni, (daha önceleri Kürt sorununun inkârında olduğu gibi), Benny Morris ve Dror Ze’evi’nin kitabının The Thirty- Year Genocide (Otuz Yıllık Soykırım) başlığının lakonik biçimde tasvir ettiği, kadim Anadolu Hristiyan halklarının soykırımı ile yüzleşmemenin yarattığı ideolojik handikaptır.

Bu koşullarda, tarihteki olgulara ulaşmak, alternatif yorumları ve görüşleri değerlendirmek gibi bir araştırmacının en temel güdülerinin önünün kesilmesi ya da törpülenmesi söz konusudur. Bugün soykırımlar konusunda bildiklerimizi ‘kahraman’ bir avuç insanın çalışmalarına ya da çevirilere borçluyuz. Bu elbette böyle devam etmeyecektir; bir gün toplum, tüm diğer bilimsel alanlarda olduğu gibi, önüne koyduğu uygarlık standartlarını gözetme amacıyla soykırım çalışmaları konusuna da yönelecektir. Lemkin’in otobiyografisinin Türkçeleştirilerek daha geniş bir okuyucu kesimine sunulmasının bu yönde bir nebze de olsa katkısı olacağını umuyorum. Belge Yayınevi’ne kitabı bastıkları için müteşekkirim, kurulduğundan beri insan haklarının savunusu konusunda yayın dünyasında çok önemli bir rol oynadıkları için de…

*Tamamen Gayriresmî: Raphael Lemkin ve Soykırım Sözleşmesi’nin Otobiyografik Anlatısı, Derleyen Donna-Lee-Frieze, 2023 Belge Yayınevi.

Öne Çıkanlar