Türkiye: Korku cumhuriyeti*
Türkiye'de korkunun gün geçtikçe derinleştiği bir ortamda yaşıyoruz. Farklı sesler bastırılıyor. Medya teslim alınıyor. Yargı teslim alınıyor. Üniversite teslim alınıyor. Medyası özgür olmayan, yargısı bağımsız olmayan, akademik özgürlükten yoksun bir ülkede demokrasi ve hukuk devleti olabilir mi?
Hasan CEMAL
Demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının gitgide hor görüldüğü, çiğnendiği bir dünyada yaşıyoruz.
Korkunun özgürlükleri boğmaya başladığı bir dünya bu.
Korkunun akılları tutsak almaya başladığı bir dünya bu.
Korkunun insanları sindirmeye, yıldırmaya başladığı bir dünya bu.
Türkiye de böyle.
Türkiye'de korkunun gün geçtikçe derinleştiği bir ortamda yaşıyoruz.
Farklı sesler bastırılıyor.
Medya teslim alınıyor.
Yargı teslim alınıyor.
Üniversite teslim alınıyor.
Medyası özgür olmayan, yargısı bağımsız olmayan, akademik özgürlükten yoksun bir ülkede demokrasi ve hukuk devleti olabilir mi?
Elbette hayır.
Türkiye'de durumun özeti böyle.
Adım, Hasan Cemal.
73 yaşındayım.
47 yıldır aktif gazeteciyim.
Daha geçen hafta bir savcı hakkımda 13 yıl hapis cezası istedi, tam 45 ay önce yazdığım bir dizi yazıdan dolayı…
Bu dava, gazeteci olarak hakkımda açılan ve bazıları cezayla sonuçlanan davalardan sadece biri…
Ben bu davaları artık Türkiye'de gerçeği söylemenin bir bedeli olarak kabullenmiş durumdayım.
Darbeler gördüm, askerî yönetimler altında yaşadım.
Ama hiç bugünkü kadar karamsar olmadım.
Hiç bugünkü kadar karanlık bir döneme tanık olmadım.
Hiç bugünkü kadar tutunabileceğim bir daldan yoksun olduğumu hissetmedim.
Bugün Türkiye'nin bir Cumhurbaşkanı var, adı Recep Tayyip Erdoğan.
Kendisini anayasayla bağlı saymayan bir cumhurhurbaşkanı o.
Mevcut anayasaya göre, cumhurbaşkanı tarafsız olmak zorunda.
Erdoğan tarafsız değil.
Partiler üstü olmak zorunda.
Partiler üstü değil.
Ettiği yemini, anayasayı çiğniyor.
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayacağını açıklayabiliyor. Mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi kararlarına direnmeye çağırıyor.
İfade özgürlüğüyle uyumlu karar almış bir Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı vatan haini ilan edebiliyor.
Faizleri indirmeyen bir Merkez Bankası Başkanı'nı bile vatan haini ilan edebiliyor.
Daha iyi bir hukuk devleti isteyen işadamlarını vatan haini ilan edebiliyor.
Recep Tayyip Erdoğan böyle bir cumhurbaşkanı.
Sadece kendi sesinin duyulduğu bir düzen istiyor.
Bugüne kadar gerçek bir basın toplantısı düzenlememiş olan bir cumhurbaşkanı o. Kendisine rahatsız edici sorular sorabilecek gazetecileri çevresine sokmuyor.
Kurmakta olduğu tek adamlık rejimine anayasal bir kılıf uydurmak için 16 Nisan'da Türkiye'yi referanduma götürüyor.
Anayasadaki tarafsızlık yeminini bir kez daha çiğneyerek EVET propagandası yapıyor.
Büyük medya patronlarının kollarını bükebiliyor, sadece ‘EVET'e çalışmaları için…
Çünkü Erdoğan, gazete ve televizyon kanallarını kendi propaganda bültenleri olarak görüyor.
Bununla da yetinmiyor.
HAYIR oyu verecek olanları da açıkça terörist olmakla, İslam düşmanı olmakla, darbeci olmakla suçlayabiliyor.
Not etmekte yarar var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'da teröristlik, casusluk suçlamaları epeyce yaygın.
Bu kötü alışkanlık ‘Saray yargısı'nı da etkilemiştir.
Örneğin benim de bazı yazılarımdan dolayı ‘teröristlik'ten hapis cezalarım var, şimdilik ertelenmiş olan…
Bir de hakaret davaları var.
Adalet Bakanlığı'nın açıklamalarına göre, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçildiği Ağustos 2014'le 2016 Mart ayı arasındaki bir buçuk yılda 1845 cumhurbaşkanına hakaret davası açılmış. Bu sayı, 15 Temmuz 2017'de 3 bini bulmuş…
Cumhurbaşkanına hakaret davaları ifade özgürlüğünü boğmak için acımasız bir silah olarak kullanılıyor.
Son olarak ben de, Erdoğan'a ‘’diktatör bozuntusu’’ diyen ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu sözünü yazımda kullandığım için hapse mahkûm edildim.
Demin de söylediğim gibi, ben 47 yıllık gazeteciyim. Ne yazık ki Türkiye'de gazetecilik Erdoğan iktidarı tarafından suç haline getirilmiş durumda.
2013'den beri internet gazetesi olan T24'te yazmaktayım. Ve halen benim kurucu başkanı olduğum P24’ün açık kaynaklardan toplayarak her hafta birkaç kez güncellediği verilere göre, tam 148 gazeteci ifade özgürlüğünü kullandığı için hapiste.
Cezaevindeki bu gazetecilerin büyük bölümü hakkında henüz dava açılmadı, iddianameler yazılmadı.
Ama tutuklama gerekçelerine bakınca tutuklu gazetecilerin her biri için çok açık seçik görünen bir durum var.
Onlar haber yaptıkları için, yazı yazdıkları için, televizyonlarda konuştukları için, gazetelerde editörlük yaptıkları için hapisteler.
Ömrünün büyük bölümünü demokratik bir Türkiye hayaline adamış, siyasetbilimci, yazar arkadaşım Şahin Alpay mesela…
Aynı yaştayız, on yıllardır dostuz.
Şahin, sağlık sorunları da olmasına rağmen cezaevinde tutuluyor, çünkü Zaman gazetesinde, yani Türkiye’de yıllarca yasalar çerçevesinde yayımlanan bir gazetede köşe yazarlığı yaptı.
Hakkında başka hiçbir suçlama yok, delil yok. Ama Şahin geçen yılın 30 Temmuz tarihinden beri özgürlüğünden mahrum.
Yılların gazetecisi, sevgili dostum Nazlı Ilıcak aynı şekilde, televizyon programlarında Erdoğan’ı eleştirmekten vazgeçmediği için 30 Temmuzdan beri hapiste.
Çok yakın arkadaşlarım olan romancı, gazeteci Ahmet Altan keza; kardeşi iktisatçı, gazeteci Mehmet Altan keza. Ömürlerini askerî darbelerle, darbecilikle mücadeleye adamış Altan kardeşler, hepimiz gibi şok duygusuyla ve büyük öfkeyle karşıladıkları bir darbe girişimi lehine ‘’subliminal mesaj’’ vermekle suçlanıyorlar.
Evet şaka gibi, "subliminal mesaj."
Daha da beteri, "subliminal" mesaj vererek hükümeti ve Cumhurbaşkanını devirmeye çalışmakla suçlanıyorlar.
Delil ne?
Bir televizyon programı, üç köşe yazısı.
Ahmet’le Mehmet ne demiş?
Erdoğan’a "anayasayı çiğneme, demokrasiye dön" mesajı vermekten başka ne yapmışlar? Hiçbir şey, ama iki kardeş 10 Eylül 2016'dan beri özgürlüklerinden mahrum.
Benim uzun yıllar yönettiğim Cumhuriyet gazetesindeki 12 arkadaşım da aynı şekilde hapis yatıyorlar.
Bugün Türkiye'de toplam olarak 155 gazeteci demir parmaklık arkasında…
Neden?..
İllegal örgüt üyesi olmakla ve propagandasını yapmakla suçlanıyorlar, terörist damgası yiyorlar.
Delil? Yok.
Yazdıkları yazılardan, attıkları manşetlerden, her biri gazetecilik faaliyeti olan yazıdan, çiziden başka hiçbir delil yok ama neredeyse dört aydır içerdeler.
Kürt medyasında çalışan genç meslektaşlarım aynı zulmü yaşıyor.
Ben dahil Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma gösteren onlarca gazeteci hapis istemiyle yargılandık. Bu gazetede bir günlük misafir editörlük yaptıkları için hapis cezası alan meslektaşlarım var.
Özgür Gündem’in yazıişleri müdürü İnan Kızılkaya altı ayı aştı; hapiste.
Yazılarımda, savunmalarımda bir noktayı hep vurguluyorum:
Türkiye'de Kürt gazeteciler özgür olmadıkça, Türk gazeteciler de özgür olamaz!
Onlarca Kürt gazeteci aylardır hapiste.
Ve durmuyorlar; kısa süre önce Alman gazetesi Die Welt’in Türkiye’deki muhabiri Deniz Yücel’i de tutuklayıp hapse attılar.
Neden?
Çünkü Deniz Kürt meselesiyle ilgili haberler yazıyordu. Çünkü o bir gazeteci.
Dostlarım;
Şurası açık ve net:
Türkiye ifadeyi yargılayan, ifadeyi tutuklayan, ifadeyi hapseden bir ülke bugün.
Türkiye ifadeyi susturmaya, yok etmeye çalışan bir ülke bugün.
Bu, bir temel hak ihlalidir.
Bu, Türkiye’nin de 1949’dan beri kabul ettiği Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. maddesinin ihlalidir.
Bu, Türkiye açısından bağlayıcı üst hukuk niteliği taşıyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlalidir.
Bu ihlaller karşısında ne yapacağız?
Ne yapıyoruz?
Biz susmuyoruz.
Ben davalarıma, mahkûmiyetlerime, gözaltı ve tutuklama tehdidine rağmen yazmaya, eleştirmeye, fikrimi söylemeye sonuna kadar devam edeceğim, 2013'ten beri yazmakta olduğum internet gazetesi T24'te.
Biz P24 olarak da susmuyoruz.
İfade özgürlüğünü kullandığı için yargılanan gazetecilere pro bono hukuk desteği veriyoruz, sansüre, otosansüre karşı haklarımızı sonuna kadar savunuyoruz.
Bu mücadelede, bu susmama azminde en büyük dayanağımız hukuk. Türkiye’deki hukuk süreçlerini olduğu kadar uluslararası hukuk süreçlerini de sonuna kadar kullanarak hak aramak zorundayız, arıyoruz, arayacağız.
İşte bunun için Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muizniekzs’in Türkiye’deki ifade özgürlüğü ihlallerine ilişkin raporunda tutuklu gazetecilere yer vermesi çok önemliydi.
İşte bunun için Avrupa Konseyi Başkanı Jagland’ın geçenlerde yaptığı açıklamada, Türkiye’deki iç hukuk yolları etkisiz kalırsa, tutuklu gazeteciler için, ifade özgürlüğü ihlalleri için Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nin devreye gireceğini, başvurulara bakacağını söylemesi çok önemliydi.
Strasbourg’daki mahkeme Türkiye’nin de kararlarını tanıdığı bir mahkeme, kararlarını uygulamakla yükümlü olduğu bir mahkeme.
İşte bunun için AİHM’in, sevgili meslektaşlarım Şahin Alpay’ın, Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak'ın, Murat Aksoy’un ifade özgürlüğü ihlaline ilişkin başvurularını öncelikle incelemeye değer bulması çok önemli.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne ve ifade özgürlüğüne önem veren herkese benim çağrım şu:
Bu davalarla ilgilenin!
Suçlamaları, delilleri, kararları tek tek, satır satır okuyun; ihlali kendi gözlerinizle görün; ve takipçisi olun.
Takip edince göreceksiniz ki, Türkiye’de yargılanan gazeteciliktir, suçlanan gazeteciliktir, hapsedilen gazeteciliktir, ifadenin kendisidir.
Oysa ifade özgürlüğü bizim, hepimizin en temel insan hakkımızdır.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Mücadelemiz devam edecek.
Gazetecilik suç değildir!
* Article 19 adlı STK tarafından BM’nin Cenevre binasında yapılan Adalet ve Gazetecilik konulu toplantıda yapılan konuşmanın tam metnidir… Haberini buradan okuyabilirsiniz