30 yıl sonra cezaevinden çıktı: Mazlum Doğanların direnişi bizi yaşattı
30 yıl sonra tahliye olan Murat Aslanoğlu, mahpusluk süreci boyunca maruz bırakıldığı işkenceleri anlatarak, “Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler, Hayri Durmuşlar, kızıl yıldızımız Ali Çiçekler ve bütün cezaevi şehitleri, cezaevlerini yaşanılır kıldılar" dedi.

Artı Gerçek - Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde gözaltına alınan Murat Aslanoğlu, 27 yaşında girdiği cezaevinden 57 yaşında çıktı. Cezaevinde üniversiteyi bitiren Aslanoğlu, gözaltı, tutuklanma ve 30 yıllık cezaevi yaşamını anlattı.
Tutuklandığında “Pişman mısın?” diye sorulan Aslanoğlu’na, 30 yıl sonra tahliye edildiğinde de aynı soru soruldu. 1993 yılında gözaltına alınan Aslanoğlu, işkence tezgahlarından geçirildikten sonra çıkarıldığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından tutuklandı. 30 yıl müebbet hapis cezası verilen Aslanoğlu, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde de işkencelere maruz kaldı, en yakın arkadaşlarını bu işkencelerde kaybetti. Aslanoğlu, 30 yıl boyunca Diyarbakır, Amasya, İzmir, Bingöl Karaman ve Ağrı’da bulunan cezaevlerine sürgün edildi.
‘DEVLETİN BİZE YAPMIŞ OLDUĞU TEK SUÇLAMA, KÜRT OLMAMIZDI’
Aslanoğlu, “90’lı yıllarda devletin her yönüyle halkımıza, devrimci güçlere karşı yönelimleri çok acımasızcaydı” diyerek şunları anlattı:
Bir tarafta sebepsizce, nedensizce yapılan gözaltındaki işkenceler, öldürülmeler, diğer yandan kadınlara ve çocuklara yapılan acımasız saldırılar… Bunlar o sürede bütün medyaya yansıdı. Bizler o sürecin gençlik hareketi olarak, devrimci duygularla Kürtlüğümüzle tanıştık, kendimizi tanıdığımız bir süreç oldu. Bu süreçte kendimizi geri tutmamız, kaçmamız mümkün değildi. O süreçte Kürtlük duygusunun gelişmesiyle birlikte yaptığımız demokratik eylemler, mitinglere gitmek ve sesimizi duyurmaktı
Bu süreçler devletin kolluk güçlerine çok ağır geldi. Bu ağır gelmenin de bedelini bize ödettiler. Bu süreçte yakalandık. Devletin bize yapmış olduğu tek suçlama, Kürt olmamızdı. Bunun ötesinde bir suçumuz yoktu. Gözaltına alındığımda 1993’ün Temmuz ayı başlarıydı, tam gün olarak hatırlamıyorum. Devletin başka kolluk gücü dediğimiz JİTEM yapılanmalarındaki gözaltı süreçleri kayda alınmaz. Fakat JİTEM sorguları ve işkenceleri bu toplumun, duyarlı basının, aydın kesimlerin hafızasında çok güçlüdür. Bir aylık polis sorgusu süreçleri kayıt altındadır. Bu süreçten sonra gece saat 24.00-02.00 arası çıkarıldığımız mahkeme tarafından direk tutuklama kararı verildi. Sorgu sürecinde bize işkence eden polislerin eskortluğu eşliğinde cezaevine götürüldük.”
‘CEZAEVİ GİRİŞİNDE KABA İŞKENCE TARZLARI YOK AMA PSİKOLOJİK BASKILARI, GÖZDAĞLARI VAR’
Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde kalan Aslanoğlu, şunları söyledi:
“Sayısız kitaplarda Diyarbakır E Tipi 5 No’lu’nun işkenceleri bütün insanlığın hafızasındadır. Bu hiçbir zaman hafızadan silinmedi, silinmeyecek de. Cezaevi girişinde kaba işkence tarzları yok ama psikolojik baskıları, gözdağları var. Daha giriş kapısında bu kendini gösteriyor. Yaşadığımız JİTEM sorgusu ve sonrasında cezaevindeki söylemler, ses tonlarının yükseltilmesi, oradaki bir hareket ve davranış sorgu süreçlerini tamamlar nitelikteydi. Kürt gençliği olarak bu süreçleri bildiğimizden kaynaklı aldırış etmedik. Arkadaşlarımızla karşılaşmamız, kucaklaşmamız, o sıcak ilgi bize yaklaşık 2 aylık işkence sürecini -o anda duygu anlamında- unutturdu. Tabi işkenceyi unutturmadı, sadece acıları bize unutturdu.
‘SENİN NE İŞİN VAR BUNLARIN ARASINDA. SENİ KANDIRMIŞLAR’
Gözaltına alındıktan sonra gece yarısı tutuklanan Aslanoğlu, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Bize ceza kararı nöbetçi mahkeme tarafından verildi. Gözaltına alındığımızda yedi arkadaştık, bu yedi arkadaş içerisinde en son ben çıkarıldım, her bir arkadaşımıza hemen tutuklama kararı verip gönderiyorlardı. Arkadaşlarımın içerisinde okuryazarlığı olmayan tek kişi bendim, diğer arkadaşlarım üniversite mezunuydu. Mahkeme heyetinin bana ilk sözü şu oldu, “Senin ne işin var bunların arasında. Seni kandırmışlar, senin okuma yazman yok.” Ağrıma giden bir söz oldu. Sonra “Gidebilirsin” dedi. Dışarı çıktığımda arkadaşlarıma anlattım. Bu ilk ve son söylenen söz oldu. Arkadaşlarım cezaevine gidince bu sorunu halledeceklerini söyledi. Bu sözlerinin üzerine ilk bir yılım okuma yazma üzerine geçti. Benim hedefim oldu ya lise ya da üniversite terk duygusu oturdu kafamda. Kendime “Cezaevinden lise ya da üniversite terk olarak çıkacağım” dedim. Gerçekten de öyle oldu, iki yıllık Kamu Yönetimi kazandım. İlk sınavıma da girdim, darbe sürecinde de yarıda kaldı. “Seni kandırmışlar” söylemi üzerine böyle bir duygum oluştu. Mahkeme süreçlerinde savunmamızı yapan ben ve Şehit Rıdvan Bulut arkadaşımızdı. Rıdvan arkadaşımız 1996 Eylül’de cezaevine yönelimde 10 arkadaşla birlikte şehadete ulaştı. Rıdvan arkadaşın şahsında bütün şehit arkadaşları rahmetle anıyorum.
‘BEN KANDIRILDIM” YAZMAMI VE İMZA ATMAMI İSTEDİLER’
En son mahkememizde yalnız kalmanın ağır duygusunu yaşadım, diğer arkadaşlarım sürgün edilmişti. Hedefimiz o savunmayı Rıdvan arkadaşla birlikte yapmaktı. O savunmayı birlikte yapamadık, ben tek başıma o savunmayı yaptım. Yaparken de her satırında Rıdvan arkadaşı anarak o savunmayı yaptım. Devletin halkımıza yönelik asker gücüyle yapılan yönelimler nedeniyle bir savunma ihtiyacı duymuştum. Söz hakkı isteyince, mahkeme heyeti bana “Murat sabret sana söz hakkı vereceğim” dedi. Ama bana bir kâğıt ve kalem verdi. Israrla nedenini sorduk. Sonrasında kendi aralarındaki konuşmalarından sonra benden o kâğıda, “Ben kandırıldım” yazmamı ve imza atmamı, akabinde beni serbest bırakacağını söyledi. Biraz bekledikten sonra bütün arkadaşlarımın ismini yazacağımı ve bu şekilde hepimizi serbest bırakmalarını söyledim. “Olmaz” dedi, bende olmazsa buna imza atmayacağımı söyledim. Kâğıdı askere uzatmamla birlikte mahkemedeki bütün aileler, arkadaşlar zılgıt ve alkışlarla tepki gösterdiler. O anki alkış ve zılgıtları aslında bu 30 yılın bir ilacı gibi oldu. Ondan sonra bize o cezayı verdiler. DGM’de yargılandığımızdan dolayı siyasi tutsakların maddeleri nettir. 125’inci maddedir, bu madde idam cezasıdır. İdam cezasının 59’uncu maddesini uyguladılar. Bu da direk müebbettir.
‘ÇIPLAK BİR TUTSAKTIK, BUNUN DIŞINDA HİÇBİR ARAÇ GERECİMİZ YOKTU’
Aslanoğlu, 30 yıllık mahpusluk süreci boyunca unutamadığı zamanları şöyle kaydetti:
“İzmir F Tipi Cezaevi sürecinde, 1999’da, “Hayata Dönüş Operasyonu” yapıldı, büyük kayıpları oldu. Bunun özü “Hayattan yok ediş” operasyonuydu. Yüzlerce insanın kaybına sebep oldu, toplumun çok acı çektiği süreçlerdi. Bizlerin bu acılara sessiz kalması mümkün değildi. Bu acıları yüreğimizde yaşadık. O ateş bütün insanlığın vücudunda yanan ateşti, orada yanan bizdik. Ahlaki bir toplumun olması gerektiği gibi seyirci kalmamız mümkün değildi. Çıplak bir tutsaktık, bunun dışında hiçbir araç gerecimiz yoktu. Sadece irademizdi. İrademizle ortaya koyduğumuz açlık grevlerimizdi, eylemlerimiz, sloganlarımızdı. Devrimci kimlikten öte bu insan olmanın bir gereğidir. Topluma önerim, o süreci iyice okumaları, nasıl bir dönemden geçtiğimizi iyi anlamaları gerek.
‘GEÇMİŞİMİZLE YÜZLEŞİRKEN, ORADA ÇAKILI KALMADIK’
Cezaevi sürecinde insanlar geçmişiyle yüzleşiyor diyen Aslan, şunları söyledi:
“Geçmişiyle yüzleşen insan geleceğini de kuran insandır. Biz geçmişimizle yüzleştik. Geçmişimizin içerisinde artı ve eksileriyle bütün yaşanmışlıklarımız var. Geçmişimizle yüzleşirken, orada çakılı kalmadık. Ne yaptığımızın bilinci gelişti, kim olduğumu, haklı olduğumu, bir Kürt bireyi olduğumu gördüm. Gelişen bilinçle birlikte aldığım güç, moral ve oradaki yoldaşlık ilişkileri, sıcak duygular bizi yürüttü. Mahkeme sürecindeki bir söyleme karşı tavrımız ve annelerin oradaki zılgıt ve alkışları, bizim ne kadar haklı olduğumuzun duygusunu verdi. Onlardan aldığımız güç ve destek, 30 yılın bir ilacı gibi geldi. Dışarıda hissetmiyorsun, derin bir yoğunlaşman olmuyor, çünkü sürekli bir hareket içerisindesin.
‘BİZDE CEZAEVİNDE 30 YIL YATACAĞIZ KAYGISI HİÇ OLUŞMADI’
Cezaevi süreçleri derin yoğunlaşma fırsatı veriyor, derin duygulara sevk ediyor. Ne yaptığını ya da ne yapacağının bilincini sana veriyor. Bu süreçler sana cezaevlerini yatılır hale getiriyor. Eskiden “Cezaevleri yaşanılır yer değildir” deniliyordu. Mazlum Doğanlar, Kemal Pirler, Hayri Durmuşlar, kızıl yıldızımız Ali Çiçekler ve bütün cezaevi şehitleri, bu cezaevlerini bize yaşanılır kıldılar. Cezaevinden çıkan bütün arkadaşların adına rahatlıkla söyleyebilirim, “Bizde cezaevinde 30 yıl yatacağız kaygısı” hiç oluşmadı. Oluşmamasının sebep ve nedenleri cezaevini yaşanılır hale getiren diğer cezaevi direnişleridir.
‘CEZAEVİNDEKİ BÜTÜN TUTSAKLARA SAHİP ÇIKMALIDIR’
Cezaevlerinde yaşana baskı ve işkencelere dair ise Aslanoğlu şunları kaydetti:
“Bu işkenceler insanlık dışı uygulamalardır. Toplum bu işkencelere asla duyarsız kalmamalıdır, cezaevindeki bütün tutsaklara sahip çıkmalıdır. Bu süreçlere sessiz kalmak, bunun devamının gelmesi ve bu süreçlere ortak olmak demektir. Bu artık sadece Kürtlerin de sorunu değil, bütün insanlığın sorunu, halkların sorunudur. Buradan toplumun bütün kesimlerine sesleniyorum, cezaevlerine sahip çıkın.
‘CEZAEVLERİ ARTIK BİR DEVLET AKLIYLA YÖNETİLMİYOR’
Cezaevleri sahipsizlik duygusunun yaşandığı yerlerdir. Eğer bugün bir cezaevinde domuz bağı ile işkence ediliyorsa ve en temel hakları gasp ediliyorsa, sebebi biz dışardaki olan insanların duyarsızlığıdır. İnsanlar orada yalnızlık duygusunu yaşamamalı. Topyekûn cezaevindeki insanlara sahip çıkmalıyız. Kimin elinden ne geliyorsa, oturduğu yerde dahi tepkisini dile getirmelidir. Cezaevleri artık bir devlet aklıyla yönetilmiyor. Cezaevlerinde siyasi saiklik var. Siyasi saikliğin yaşandığı bir yerde de sonuçlarının en bariz örneği Patnos’ta yaşanandır. Bir aydır dışarıdayım, fakat bedenim dışarıda da olsa, bütün benliğim, yüreğim cezaevindeki yoldaşlarımın yanındadır. Cezaevinde yaşayan biri olarak bu feryadımı dile getiriyorum. Cezaevlerine sahip çıkalım.”(MA)